Gönderi

İnsanlar bu manzarayı gördüklerinde bir an sustular ve sonra korkuyla merak arasındaki tüm duygularını ifade eden iki misli bir gürültüyle bağırmaya başladılar. Ondan sonra da birbirlerine akıl vermeye koyuldular: “Branda bezi açmak lazım, oraya atlayabilir…” “Ya bilinci yerinde değilse?” “Eve girip tahtayı pencereden geriye çekmek lazım.” “Ya tahta kırılırsa…” “Sadece tahtanın altına destek koymak yeter!” “Hadi destek koy da görelim! Nasıl yetişeceksin oraya…” “Bakın, bakın!” Pencerede, elinde bir iple Mazin duruyordu. Bir şey söylüyor olmalıydı, çünkü dudakları kımıldıyordu. Kalabalık susmuştu. “Zahar İvanıç! Beni duyuyor musun? Sana ip atacağım, ipin ucundaki ilmiği tahtanın ucuna geçirmeye çalış! Anladın mı? Yakala!” İp havada bir dönüş yaparak Kolobov’un vücudunun üstüne düştü. Kolobov, yavaşça kımıldadı, tahta sallanmaya başlamıştı. Bir inilti duyuldu. Aşağıdan Osip Dede: “Cesaretini yitirme, İvanıç!” diye haykırdı. “İçinden dua oku ve onun dediklerini yap. Tanrı kusurunu itiraf etmeden bağışlamaz…” diye bağırıyordu. Kalabalık da Kolobov’u cesaretlendiriyordu. Kolobov, uzun çabalardan sonra ipi tahtanın ucuna geçirmeyi başardı… Mazin: “Tamam, şimdi sakin sakin yat,” dedi ve pencereden kayboldu. İp, Mazin’in ardında uzanıp gerginleşti ve tahta yavaş yavaş yükselmeye başladı. Mazin’in planını anlayan Osip Dede: “Vay Vanya vay!” diye sevincini belirtti. “Seni gidi şeytan! Hadi gidin, delikanlıya yardım edin! Haydi Vanya! Gidin, kardeşler, gidin!” Birkaç kişi eve doğru atıldı. Kısa bir süre sonra tahta artık iyice yükselmiş, pencereye doğru bir eğim kazanmıştı. O sırada Mazin tekrar pencerede göründü. “Zahar İvanoviç, şimdi de göbeğinin üstünde geri geri git! Yavaş yavaş kay, seni taşır… sağlam bir tahta… Hadi…” Tehlike henüz geçmemişti, çünkü hâlâ tahtanın kırılma olası- lığı vardı, ama kalabağın içinden gülüşmeler duyuluyordu. Suratı külrengi, ağzı açık, tepeden tırnağa toza batmış olan Kolobov, tahtanın üstünde göbeğine dayana dayana kayıyordu. Bu manzara gerçekten de acıklı olmaktan çok uzaktı. Ellerinin yerini dikkatle değiştirerek kâh büzülüp büyük bir top haline geliyor, kâh vücudunu boylu boyunca uzatıyordu. Ayakları tahtanın üstünden kurtulup boşluğa fırlamış, umutsuzca havada sallanıyordu, tahta bel vermişti. İşte o sırada Kolobov olduğu yerde kalakaldı, tahtaya iyice yapıştı ve bağırarak sızlanmaya başladı. Bütün bunlar kalabalığı eğlendiriyordu ve müteahhit kayarak pencereye yaklaştıkça kendisine daha yüksek perdeden gülüyorlardı. Kızıl saçlı bir boyacı neşeyle bağırdı: “Göbeğine kıymık battı galiba!” “Boş ver, artık daha iştahlı yemek yersin!” Nedense çok sevinmiş olan Laptev: “O her zaman iştahlıdır zaten. Kardeşimiz öğle yemeğinden sonra bile yemek yer!” diye bir espri yaptı. Kolobov bu şekilde kaya kaya pencereye kadar ulaştı ve orada ortadan kayboldu. Sonra iki kişinin kollarına girmiş, üstü başı yırtılmış, ter ve kir içinde tekrar ortaya çıktı. Adımlarını zor atı- yordu. Onu bir faytona koyup götürdüler. Kalabalık dağılmaya başladı. Birkaç kişi Mazin’in çevresini sarmış, patronu kurtarma yolunu nasıl akıl ettiğini soruyorlardı. Mazin, elinde iple dikilmiş, açıklıyordu: “Öyle işte canım… Tahta buradaki en önemli şeydi… Benim yemeğe gitmem lazım…” Ama sen de ölebilirdin, nasıl gittin oraya?..” “Hayır, görüyorsunuz işte ölmedim… Bizim çocuklar gitmiş- ler galiba…” Bu sırada Mazin’in karşısında beliren Osip Dede heyecanla: “İşte burada! Vanyuha! Biz de seni arıyorduk! Nerede, diyorduk? İşte buradaymış! Hadi yemeğe gidelim… Tanrı nasıl yardım etti sana, ha? Bu Tanrının işi Vanya kardeş, Tanrının! Onun gücü… Çünkü tahta sağlam çıktı, öyle değil mi? Demek ki, Yüce Rabbimiz bir adamın kusurlarını itiraf etmeden ölmesini istemedi… Elbette sen de, ip de… Bunlar da var… ama sen böbürlenme sakın…” Mazin bilge dedecikle yan yana yürüyor, kayıtsız bir biçimde onu dinliyor ve burnunu çekiyordu. “Sana bir şey olmadı ya?” “Hayır… Sadece ayağım yaralandı…” “Acıyor mu?” “Acıyor, ama önemli değil… Geçer herhalde…” “Votka’yla silmek lazım…” Mazin kısa bir süre sustuktan sonra: “Votkayı içsem daha iyi olur…” dedi. Sonra içini çekerek ekledi: “Eğer olursa tabii…” “Olacak!” diye sevinçle söz verdi Osip Dede. Ekip yemeği yiyip birer kadeh içtikten sonra müteahhidin kerestelerle ilgili talimatını beklemeye başladı. Laptev, tavana gözlerini dikip kaşlarını çatarak: “Herhalde yakında gelir,” dedi. Afonya adlı delikanlı: “Tabii gelecek… sövüp sayacak, itoğlu itler beni öldürecektiniz, falan diyecek,” dedi ve sakin sakin gülmeye başladı. “Başka ne bekliyorsunuz ki?” diye sordu Osip Dede. “Küfredecek, çünkü bu işte bizim suçumuz var. Keresteler de eskimişti ya, olsun bizim de gözümüz, elimiz… İşte küfretmesi için bir neden size…”
Sayfa 317
·
39 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.