Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Hayat, sürprizlerle dolu bir kumardır ve hayatın ne olduğunu sadece kumarbazlar bilir. _Eğer cesur değilsen samimi olamazsın, sevemezsin, güvenemezsin, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler. _Risk al. Belirsizlik deme; merak de. Güvencesizlik deme; özgürlük de. Bu güvencesizlik, hayatın özgürlüğüdür. _Seni köle yapan şey kendi korkuların. Korkusuz olduğun zaman artık köle değilsin. Korku dolu insanlar, bilinenin ötesine adım atamaz. Bilinen, bir çeşit rahatlık ve güvenlik verir. _Bütün huzursuzluğun, bütün sıkıntının nedeni zihnin kendisidir. Huzur, zihin olmadığında vardır. O yüzden zihinsel huzur diye bir şey var olamaz. _Talebin oluşmasını beklemeye gerek yok; talebi yaratabilirsin. _Sadece aptallar nasihat verir ve sadece aptallar nasihat alır. Bilge insanlar, nasihat vermekte gönülsüz davranır, çünkü bilge bir adam, bu dünyada bedava olarak verilen ve hiç kimsenin almadığı yegane şeyin nasihat olduğunu bilir. Öyleyse neden uğraşsın? _Bu dünyada, bedelini ödemeden hiçbir şey alamazsın. Önce tarlayı süreceksin ve ancak ondan sonra tohumu ekebilirsin. _Sahip olduğun şeyi kanıksamaya başlıyorsun. Sana, onu kaybetme ihtimalinin gösterilmesi lazım; ancak o zaman ne kaybettiğinin farkına varıyorsun. _Sırf daha büyük ve güçlüsün diye, kim olduğunu, iç dünyanda hangi mertebeye ulaştığını düşünmeden, onu kendine benzetmeye başlarsın. Sen sefalet içinde yaşıyorsun ve aynı şeyi çocuğun için de mi istiyorsun? _Sonsuzluktan geldiği için, binlerce yıl bile herhangi bir fark yaratmıyordu. *** _Cesaret, bütün korkulara rağmen bilinmeyene adım atmaktır. Cesaret, korkusuzluk demek değildir. Korkusuzluk, sürekli cesur ve daha cesur olunca ortaya çıkar. Cesaretin en uç deneyimi korkusuzluktur. Korkusuzluk, cesaretin sonsuz olduğu zaman ortaya çıkan güzel kokudur. Ama başlangıçta korkak ile cesur arasında pek bir fark yoktur. _Belirsizliğe adım atmak sana heyecan verir. Kalp tekrar atmaya başlar, tekrar canlanırsın; yaşadığını hissedersin. Varlığındaki her hücre canlanır. Çünkü bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmişsindir. _Bütün korkulara rağmen, bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmek cesarettir. Korkular oradadır. Ama eğer sen tekrar tekrar bu meydan okumayı kabullenirsen, yavaş yavaş o korkular kaybolur. Bilinmeyenin getirdiği o sonsuz keyfi yaşamak, bilenmeyen ile duymaya başladığın heyecan, seni güçlü yapar. Zekânı keskinleştirir. Belirli bir bütünlüğe ulaşmanı sağlar. İlk kez hayatın bir sıkıntı değil, macera olduğunu hissetmeye başlarsın. Sonra yavaş yavaş korku kaybolur. O zaman sürekli macera peşinde koşmaya başlarsın. _Kısacası cesaret, bilinmeyen için bilineni riske etmektir; tanıdık olmayan için, tanıdık olanı. *** _Algı_ _Her şey algıdır. Çiçeklere bak. Bir güle bilimsel anlamda bakarsan, bambaşka bir şeye bakıyor olursun. O, bir sanatçının gördüğü gül ile aynı değildir. Deneyim, onu yaşayana bağlıdır. Yaşananların niteliğine bağlıdır. Kendini dansın içinde erit, dansın kendisi ol, dansçıyı tamamen unut. Hayatının pek çok alanında bu tip derin bütünleşmeler başına gelmeye başlayınca, çevrendeki her şey yok olmaya başlaması gibi muhteşem deneyimlere sahip olmaya başladığında, egosuz, bir hiç olarak, çiçek orada ve sen yoksun, gökkuşağı orada ve sen yoksun. İçindeki ve dışındaki gökyüzünde bulutlar dolaşıyor ve sen yoksun. Senin yerine mutlak bir sessizlik olduğunda - içinde kimse yokken, mantık, düşünce, duygu ve his tarafından bozulmamış, sadece saf bir sessizlik, bakir bir sükûnet varken -meditasyon anına ulaşırsın. Zihinn gitmiştir ve zihin gittiği zaman, gizem içeri girer. _Yargısız hareket etmek, masumiyet içinde hareket etmektir. Meditasyon her şeyi tanımsız kılar. Meditasyon seni bilinmeyenin içine, haritası çıkartılmamış yerlere götürür. _Sana söylenmiş olan her şeyi unut: "Bu doğru ve bu yanlış!" Hayat o kadar kesin değil. Bugün doğru olan bir şey, yarın yanlış olabilir; şu an yanlış olan bir şey, bir sonraki an doğru olabilir. Hayat o kadar kolay istiflenemez, onu bu kadar kolay etiketleyemezsin: "Bu doğru ve bu yanlış."Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğunu bildiğin bir eczane dükkanı değil. Hayat bir gizemdir: Bir an, bir şey uygundur ve o yüzden doğrudur; bir sonraki an, köprünün altından o kadar çok su akmıştır ki, artık uymaz olur ve yanlıştır. Benim doğruluk tanımım ne mi? Var oluşla ahenk içinde olan doğrudur ve var oluşla ahenk içinde olmayan yanlıştır. Her an tetikte olman gerekir, çünkü kararın o an verilmesi gerekir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenemezsin. Sadece aptal insanlar önceden hazırlanmış cevaplara güvenir, çünkü o zaman zeki olmalarına gerek yoktur. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu zaten bilirsin. Listeyi ezberlersin; liste o kadar uzun değil. Hayat çok hızlı ilerler; dinamiktir, durağan değil. O bir havuz değil; Sürekli akan bir nehirdir. İki anı asla birbiri ile aynı değildir. O yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. *** _Bilgelik, kalp ile aklın buluşmasından ortaya çıkar. Kalp atışlarınla aklının üretimleri arasında uyum yaratma sanatını bir kez öğrendiğin zaman, bütün sırrı avuçlarının içine alırsın: Bütün gizemlerin kapısını açacak maymuncuğa sahip olursun. _Kalbini tüm varlığınla dinlersen, asla yanlış yapmazsın. Kararsız olma. Yanlış yola sapman endişe yaratmasın. Sorunlardan biri bu: İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları öğretiliyor, onlar da yanlış yapmaktan o kadar korkmaya başlıyorlar ki, hiçbir şey yapmıyorlar. Hareket edemiyorlar. Yanlış bir şey olabilir. O zaman bir kayaya dönüşüyorlar, hareket kabiliyetlerini yitiriyorlar. Mümkün olduğunca çok sayıda hata yap ama bir şeyi unutma: Aynı hatayı tekrarlama. O zaman gelişirsin. Yoldan sapabilmek özgürlüğünün bir parçasıdır. _Önyargılı göz, kördür, varılmış sonuçlarla dolu kalp ölüdür. Çok fazla gerçekliği sorgulanamaz varsayımı doğru kabul ettiğin zaman zekân keskinliğini, güzelliğini, yoğunluğunu kaybetmeye başlar; donuklaşır. Donuk zekâya akıl denir. Senin o sözde entelektüellerin aslında gerçekten zeki değil, sadece akıllı. Akıl bir cesettir. Onu süsleyebilirsin, harika inciler, elmaslar, zümrütlerle süsleyebilirsin; ama ceset hâlâ bir cesettir. _Güven, en büyük zekadır. Ben güven dediğim zaman, kalbinin gözlerini kastediyorum. Eğer yeterince zeki değilsen, kuşku duyarak kendini korursun. Sıradan zihnin bir güveni yoktur. Bilgisi sıradandır. Bilmeme durumunda olmak zekâdır, farkındalıktır ve bu biriktirilemez. _Sürekli açıklama peşindeki bir zihin, korkmuş bir zihindir. O büyük korku yüzünden her şeyin açıklanmasını istiyor. Kendisine açıklanmadan hiçbir şeye adım atamaz. Açıklamalar sayesinde, artık o alan tanıdık gelir; artık coğrafyasını biliyordur, artık elindeki haritaya, kılavuza ve takvime göre hareket edebilir. Her şey değişmeye devam eder, o yüzden bir haritan olamaz; harita tamamlandığı an, çoktan geçerliliğini yitirmiştir. Kılavuz kitaplara danışarak hayatın üstesinden gelemezsin; çünkü bu kitaplar, ancak her şey durağan olduğu zaman geçerlidir. Hayat durağan değildir, o bir dinamizmdir, bir süreçtir. İnsanın hayata hiçbir soru sormadan baktığı ve cesaretle, korku duymadan içine atladığı duruma, zihin olgunluğu diyorum. *** _Tüm dünya, sahte dindarlarla doludur: Kiliseler, tapınaklar, camiler, dindar insanlarla doludur. Peki dünyanın tamamen dinsiz olduğunu göremiyor musun? Bu kadar çok dindar insan varken, dünya bu kadar dinsellikten yoksun; böyle bir mucize nasıl olabiliyor? Herkes dindar, ama toplamı dinsellikten yoksunluk. Din sahtedir. İnsanlar "yapay" güvene sahipler. Güven bir deneyim değil, inanç olmuştur. Onlara inanmaları öğretilmiştir, onlara bilmeleri öğretilmemiştir; insanlığın kaybettiği nokta da budur. Asla inanma. Eğer güvenmiyorsan, kuşku duymak daha iyidir, çünkü kuşku sayesinde; bir gün güven olasılığı ortaya çıkacaktır. Sonsuza dek kuşkuyla yaşayamazsın. Kuşku bir hastalıktır; o bir rahatsızlıktır. Kuşku duyarken asla doyuma ulaşamadığını hissedersin; kuşku duyarken her zaman titrersin, kuşku duyarken her zaman sıkıntı içinde, bölünmüş ve kararsız kalırsın. Kuşku duyarken sürekli bir kabus yaşarsın. O yüzden bir gün bunu nasıl aşacağının arayışına girersin. Bu nedenle inançlı olmaktansa, sahte inanca sahip olmaktansa, ateist olmak daha iyidir diyorum. _Dilenci olmak zengin olmaktan iyidir. Kendi alın terinle kazandıklarınla değil de, çalıntı şeylerle; ödünç alınmış şeylerle zengin olmak, gelenekle zengin olmak, miras ile zengin olmaktansa dilenci olmak daha iyidir. Yoksul ama kendine ait şeylerle olmak çok daha iyidir. O yoksulluğun bir zenginliği vardır, çünkü gerçektir, ve senin inancının zenginliğiyse çok zayıf. O inançların asla çok derine ulaşamaz; en iyi ihtimalle yüzeyde kalır. Biraz deşince de inançsızlık ortaya çıkar. *** _Dünyadaki herkes doğal olmak ister. Çünkü doğal olmak o kadar büyük bir keyif ve coşku getirir ki insan neden sahte olsun? Biraz daha derin bir kavrayış için cesaretinin olması gerekir. Neden korkuyorsun? Dünya sana ne yapabilir? İnsanlar sana gülebilir; bu onlara iyi gelir. Gülmek her zaman bir ilaçtır, sağlıklıdır. İnsanlar deli olduğunu düşünebilir. Onların seni deli olarak görmesi senin deli olduğun anlamına gelmez. _Eğer sevinçlerin, gözyaşların, dansın hakkında samimiysen, er ya da geç seni anlayacak insanlar ortaya çıkar; ve senin kervanına katılırlar. Ben bu yola yalnız başıma çıkmıştım ve sonra insanlar gelmeye başladı ve dünya çapında bir karavan oldu! Ben kimseyi davet etmedim. Ben sadece kalbimden geldiğini, hissettiğim şeyleri yaptım. Benim sorumluluğum kendi kalbimedir; dünyadaki başka kimseye değil. Senin sorumluluğun da, sadece kendi varlığınadır. Onun karşısında yer alma; çünkü ona karşı çıkmak intihar etmek, kendini yok etmek anlamına gelir. Zaten ne kazanacaksın? İnsanlar sana saygı duysa, senin saygın, onurlu, aklı başında bir insan olduğunu düşünse bile, bunlar senin varlığını besleyemez. Yaşama ve onun muhteşem güzelliklerine dair bir şeyler kavramana yol açmaz. _Senin tek amacın, ölüm bedenini ve zihnini yok ettiği zaman, yanında götürebileceğin nitelikleri koruyup, kollamak olmalı. Çünkü bu nitelikler senin tek dostun olacak. Gerçek değerler sadece onlardır ve sadece onları bulan insanlar yaşar; diğerleriyse yaşıyormuş gibi yapar. ****** ****** _BELİRSİZLİK = ÖZGÜRLÜK_ _Ben sana bir dogma sunmak için burada değilim; dogma kesin bir sonuca götürür. Ben sana gelecek sözü vermek için burada değilim; herhangi bir gelecek sözü güvenlik duygusu yaratır. Ben sadece bazı şeylerin farkına varmanı istiyorum; yani şu anda burada olmak, hayatın bütün güvensizliğini, hayatın bütün belirsizliğini, hayatın bütün tehlikesini yaşamanı istiyorum. Buraya bir kesinlik, bir yargı, bir "izm" bulmak için geldiğini biliyorum; ait olabileceğin bir yer, yaslanabileceğin birini arıyorsun. Buraya korkuların yüzünden geldin. Sayesinde farkında olmadan yaşayabileceğin bir çeşit tatlı mahkumiyet peşindesin. Ben seni daha güvencesiz, daha belirsiz hale getirmek istiyorum; çünkü hayat böyledir, Tanrı böyledir. Güvencesizlik ve tehlike arttığı zaman, bu duruma tek karşılık verme olasılığı farkında olmaktır. _İki olasılık var; ya gözlerini kapatıp bir dogmaya dayanır, bir Hıristiyan ya da Müslüman olursun, ve o zaman bir devekuşuna dönüşürsün. Bu dogmalar hayatı değiştirmez; sadece gözlerini kapatır, seni aptal yapar, zekânın önüne set çeker. O gerizekâlılığın içinde kendini güvende hissedersin. Bütün aptallar kendini güvende hisseder. Aslında sadece aptallar güvende hisseder. Gerçekten canlı olan bir insan her zaman güvencesizlik hissedecektir. Ne güvenliği olabilir ki? _Hayat, mekanik bir süreç değildir, belirli olamaz. O, tahmin edilemeyen bir gizemdir. Hiç kimse bir sonraki anda ne olacağını bilemez. Eğer Tanrı bir sonraki anda ne olacağını biliyorsa, o zaman hayat sadece ölü ve mekanik bir süreç olur. O zaman bir özgürlük olmaz ve özgürlük olmadan hayat nasıl var olabilir? Ortada gelişme ya da gelişmeme olasılığı yoktur. Eğer her şey önceden bilinirse, o zaman bir heyecan, bir görkem yoktur. O zaman sadece robotlaşırsın. _Hiçbir şey güvence altında değildir. Çünkü güvenli bir hayat ölümden daha beter olur. Hiçbir şey belli değildir. Hayat belirsizliklerle doludur, sürprizlerle doludur. Zaten onun güzelliği de buradadır. "İşte şimdi emin oldum" diyebileceğin bir ana asla ulaşamazsın. Emin olduğunu söylediğin an, ölümünü ilan etmiş olur, intihar etmiş olursun. _Hayat bin bir belirsizlikle dolu bir şekilde akmaya devam eder. Bu onun özgürlüğüdür. Buna güvencesizlik deme. Zihnin neden özgürlüğe "güvencesizlik" dediğini anlayabilirim: Eğer birkaç yıl hapiste yaşasaydın, tahliye olduğu gün mahkumun gelecek hakkında belirsizlik hissetmeye başladığını bilirdin. Cezaevinde her şey belirliydi. Her şeyin katı bir rutini vardı. Yemeği geliyordu, güvenliği sağlanmıştı. Ertesi gün aç kalacağı korkusu yaşamıyordu. Her şey belli olduğu için, hiçbir endişe taşımıyordu. Şimdi, yıllarca hapiste kaldıktan sonra, gardiyan gelip ona "seni serbest bırakacağız" diyor. Titremeye başlar. Cezaevi duvarlarının dışında yine belirsizlikler olacak. Sürekli arayış içinde olması gerekecek. Bir kere daha özgür yaşamak zorunda kalacak. _Özgürlük, korku yaratır. İnsanlar özgürlükten söz eder; ama korkarlar. Ve insan eğer özgürlükten korkuyorsa, daha insan olmamış demektir. Ben sana özgürlük veriyorum; güvence değil. Ben sana kavrayış veriyorum; bilgi değil. Bilgi seni emin yapacaktır. Eğer sana bir formül verebilirsem, belirli bir formül verip; "Tanrı var, bir kutsal ruh var ve onun oğlu olan İsa var. Cennet ve cehennem var. Bunlar iyi eylemler, bunlar kötü eylemler. Günah işlersen cehenneme gidersin, erdemli yaşarsan cennete gidersin" dersem, her şey biter. O zaman emin olursun. O yüzden birçok insan Hıristiyan, Hindu, Müslüman ya da Jaina olmayı seçti. Onlar özgürlük değil, sabit formüller istiyor. _Hayatın doğası belirsizliktir. Zeki bir insan her zaman emin olmadan kalır. Bu belirsizlik halinde kalmaya hazır olmanın ta kendisi cesarettir. Belirsizlik içinde kalmaya hazır olmak güvenmektir. Suyu yüz dereceye kadar ısıt buharlaşsın; bu kesindir. Ama gerçek hayatta hiçbir şey böyle kesin değildir. _Sen bana bilgi aramak için geldin. Tutunacağın belirli formüller istiyorsun. Ben sana öyle bir şey vermem. Aslında, eğer sende biraz varsa onları da alıp senden uzaklaştırırım. Zamanla emin olduğun şeyleri yok ederim. Zamanla seni daha da güvencesiz bırakırım. Yavaş yavaş seni daha da çok şüpheci hale getiririm. Yapılması gereken tek şey bu. Bir ustanın yapması gereken tek şey budur. Seni tam bir özgürlükte bırakmak. Bütün olasılıkların açık olduğu, hiçbir şeyin belli olmadığı tam bir bağımsızlık. O zaman her şeyin farkında olmak zorunda kalacaksın; başka türlüsü mümkün olmaz. *** _TAO ve DARWİN_ _Hayata girdiğin zaman ne görüyorsun? Büyük bir fırtına geliyor ve dev ağaçlar devriliyor. Darwin'e göre onlar hayatta kalmalı; çünkü onlar, en iyi uyum sağlamış, en güçlü, en kuvvetlidir. Yaşlı bir ağaca bak. Yüz metre yüksekliğinde, üç bin yaşında. Ağacın varlığı bile güç yaratıyor, dayanıklılık ve kudret duygusu veriyor. Milyonlarca kök, toprağın derinliklerine yayılmış durumda. Ve ağaç büyük bir ihtişamla ayakta duruyor. Ağaç tabii ki mücadele ediyor, teslim olmak istemiyor. Ama fırtınadan sonra devrilmiştir. Ölmüştür. Bütün gücü kaybolup gitmiştir. Fırtına fazlasıyla güçlüydü. Fırtına her zaman daha güçlüdür. Çünkü fırtına bütünden gelir. Ağaç ise bir bireydir. Sonra, küçük bitkiler ve sıradan otlar vardır. Fırtına geldiği zaman otlar eğilir ve fırtına ona bir zarar veremez. En fazla üstünü temizler; hepsi bu. Üzerinde birikmiş olan tozları süpürür. Fırtına onu bir güzel yıkayıp temizler. Ama fırtına dindikten sonra, küçük bitkiler ve otlar yine dikilirler. Bir otun neredeyse hiç kökü yoktur. Küçük bir çocuk tarafından bile sökülebilir. Ama fırtına yenilmiştir. Ne oldu? Otlar Tao'nun yolunu izlemiştir; Lao Tzu'nun yolunu. Ve büyük ağaç ise Darwin'i izledi. Büyük ağaç çok mantıklıydı: Direnmeye çalıştı, gücünü göstermeye çalıştı. Eğer gücünü göstermeye çalışırsan yenilmeye mahkum olacaksın. Bütün Hitler'ler, bütün Napolyon'lar, bütün İskender'ler, büyük, güçlü ağaçlardır. Onların hepsi yenilgiye uğratılacaktır. Lao Tzu'lar, küçük otlar gibidir; kimse onları yenemez. Çünkü onlar her zaman eğilmeye hazırdır. Teslim olan birini nasıl yenebilirsin? "Ben zaten yenildim" ya da "Zaferinizin keyfini çıkarın efendim, sorun çıkarmaya gerek yok; yenilgiyi kabul ediyorum" diyen birini nasıl yenebilirsin? Büyük İskender bile Lao Tzu önünde kendini güçsüz hissedecektir. Hiçbir şey yapamaz. Bu yaşandı. Şöyle oldu: _Büyük İskender_ _Büyük İskender'in, Hindistan'da olduğu zamanlar Dandamis adında bir mistik yaşıyormuş. Arkadaşları İskender'e Hindistan'a sefere çıkarken, dönüşte bir sannyasin getirmesi söylemişler. Köylüler O şu anda burada. Gidip onu ziyaret eder, ders alabilirsiniz" demişler. İskender gülmüş. "Ben buraya ders almaya gelmedim. Askerlerim gidip onu alacak ve ben de onu ülkemin başkentine götüreceğim." demiş. Köylüler "Bu o kadar kolay değil." diye yanıtlamış. İskender, kulaklarına inanamamış; ne tür bir zorluk olabilirdi? O, imparatorları, büyük kralları dize getirmişti. O yüzden bir dilenciyle, bir sannyasiri\e, nasıl bir zorluk yaşardı? Askerleri Damdamis'i görmeye gitti. Damdamis, nehrin kıyısında çırılçıplaktı. "Büyük İskender seni ülkesine davet ediyor. İhtiyacın olan her şey sana sunulacak. Kraliyet konuğu olacaksın" demişler. Çıplak fakir gülmüş ve: "Sen git ve ustana söyle; kendine büyük diyen bir insan büyük olamaz. Kimse beni bir yere götüremez. Bir sannyasin bulut gibi hareket eder. Tam bir özgürlük içinde. Ben kimsenin kölesi değilim." demiş. "İskender'i duymuş olmalısın; o çok tehlikeli bir adam. Eğer ona hayır dersen, bunu kabul etmez. Kafanı kestirir" demiş askerler. İskender onu görmeye gitmek zorunda kalmış. Çünkü geri dönüp askerler ona şöyle demişti: "O çok eşsiz bir adam. Sanki ışıldıyor. Etrafında bilinmeyenden kaynaklanan bir şey var. İskender, elinde kınından çıkmış kılıcıyla onu görmeye gitti. Damdamis güldü ve konuştu: "Kılıcını indir, burada bir işe yaramaz. Söylenenlere göre, İskender hayatında ilk kez bir başkasının emrini yerine getirdi. Kılıcını kınına soktu ve "Hayatımda bu kadar güzel bir adamla karşılaşmadım" dedi. Kampa geri dönünce, düşüncelerini anlattı. "Ölmeye hazır olan birini öldürmek çok zor. Onu öldürmek anlamsız. Savaşan birini öldürürsün; o zaman öldürmenin bir anlamı var. Ama ölmeye hazır olan, işte kafam burada, onu kesebilirsin diyen bir adamı öldüremezsin. İskender, bunu arkadaşlarına anlattı. B u çiçek gerçekten eşsiz. Ama kimse onu zorlayamıyor çünkü ölümden korkmuyor. Bir insan ölümden korkmadığı zaman, ona nasıl zorla bir şey yaptırabilirsiniz?" _Seni köle yapan şey kendi korkuların. Korkusuz olduğun zaman artık köle değilsin. Aslında başkalarını, onlar seni köle yapmadan köle yapmaya zorlayan güç, senin kendi içindeki korkudur. Korkusuz bir insan, ne kimseden korkar, ne de başkalarını korkutur. Korku tamamen ortadan kaybolur. *** _KALBİN YOLU_ _Cesaret anlamına gelen courage kelimesi kalp anlamına gelen Latince cor kökünden gelir, yani cesur olmak, kalple yaşamak demektir. Ve korkaklar, sadece korkaklar, kafalarıyla yaşar. Korktukları için etraflarında mantıktan oluşan bir güvenlik duvarı yaratırlar. Korkularıyla her kapı ve pencereyi kapatırlar. Kavramları, kelimeleri, teorileri ve dinbilimleriyle, bütün boşlukları kapatır ve bu kapalı kapılar arkasında gizlenirler. Kalbin yolu, cesaretin yoludur. Güvencesizlik içinde yaşamaktır; sevgi ve güven içinde yaşamaktır, bilinmeyenin içinde hareket etmektir. Geçmişi bırakıp, geleceğin yaşanmasına izin vermektir. Cesaret, tehlikeli yollarda hareket etmektir. Hayat tehlikelidir ve sadece korkaklar tehlikeden kaçınır. Ama onlar zaten ölüdür. Yaşayan bir insan, gerçekten yaşayan bir insan, her zaman bilinmeyene doğru gider. Tehlike vardır, ama o bu riski alır. _Kalp her zaman risk almaya hazırdır. Kumarbazdır. Kafa ise bir işadamıdır. Her zaman hesaplar; çok kurnazdır. Kalp hesapçı değildir. _Zihin, biriktirilmiş geçmişten başka bir şey değildir, hafızadır. Kalp ise gelecektir, kalp her zaman umuttur, kalp her zaman gelecekte bir yerdedir. Kafa geçmişi düşünür; kalp geleceği hayal eder. Geçmişte hiçbir olasılık yoktur, hepsi kullanılmıştır. Onu yaşayıp geçmişsindir, o artık tükenmiştir, ölmüştür, mezar gibidir. Gelecek tohum gibidir; o yaklaşıyor, sürekli geliyor, sürekli ulaşıyor ve yaşadığımız an ile buluşuyor. _Yussel burada mı yaşıyor?" Yussel, "Hayır" diye yanıtlar. "Öyle mi? Peki senin adın ne?" "Yussel. "Az önce burada yaşamadığını söylemedin mi?" Yussel yanıtlar: "Sen buna yaşamak mı diyorsun?" _Kalbin Sesini Dinlemek_ _Kalbini tüm varlığınla dinlersen, asla yanlış yapmazsın. Ve kalbini dinlediğin zaman, asla bölünmezsin. Kalbini dinlediğin zaman, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu düşünmeden doğru yola adım atmaya başlarsın. Yeni insanlığın sanatı, kalbinin sesini, bilinçle, dikkatle ve her şeyinle dinleme sırrından oluşacaktır. Seni nereye götürürse onu takip et. Evet, bazen seni tehlikelere götürecek; ama unutma, seni olgunlaştırmak için o tehlikeler gereklidir. Bazen seni yanlış yola sokacaktır. Ama yine unutma, o yanlış yollar, büyümenin bir parçası olacak. Birçok kere düşecek, tekrar kalkacaksın. Çünkü insan böyle güç toplar: Düşüp tekrar kalkarak. İnsan böyle bir bütün olur. Ama dışardan dayatılmış kuralları takip etme. Dayatılmış hiçbir kural doğru olamaz. Çünkü kurallar, sana hükmetmek isteyen insanlar tarafından icat edilmiştir. Evet, bazen bu dünyada, aydınlanmış büyük insanlar da yaşadı: bir Buda, bir İsa, bir Krishna, bir Muhammed. Onlar dünyaya kural koymadı. Sadece sevgilerini verdi. Ama bir süre sonra müritleri bir araya gelip, davranış kuralları oluşturmaya başladı. Usta gittikten sonra, ışık söndükten sonra, hepsi karanlıkta kalıyor ve takip etmek için, el yordamıyla bazı kurallar koyuyorlar. Çünkü görmelerine olanak sağlayan ışık artık yok. O yüzden artık kurallara bel bağlamak zorundalar. _Eğer özgün olursan, hayat gerçek bir danstır. Buda, Krishna'yı izleseydi, sadece zavallı bir varlık olurdu. Buda bir Buda'dır, Krishna bir Krishna'dır ve sen de sensin. Sen hiçbir şekilde başkalarından daha düşük değilsin. Kendine, iç sesine saygı duy ve onun izinden git. Ve unutma, ben sana her zaman doğru yola gideceğin garantisi vermiyorum. Birçok kere, birçok şey seni yanlış yola yönlendirecek çünkü doğru kapıya gelmek için, insanın önce birçok yanlış kapıyı çalması gerekir. Hayat böyle. Eğer birden doğru kapıya rastlarsan, onun doğru olduğunu anlayamazsın. O yüzden unutma, son tahlilde hiçbir çaba boşuna değildir: Her çaba, senin gelişmenin doruk noktasına ulaşmana katkı yapar. _Bazen Tanrı'ya bile karşı çıkmak güzeldir. Bu şekilde, bir omurgaya sahip olmaya başlarsın; yoksa omurgasız milyonlarca insan var. *** ZEKÂNIN YOLU _Zekâ canlılıktır, açıklıktır, incinebilirliktir, taraf tutmamaktır, herhangi bir yargıya varmadan yaşama cesaretidir. Ve neden ona cesaret diyorum? O bir cesarettir; çünkü bir yargıya göre hareket ettiğin zaman, o yargı seni korur, sonuçlar sana güven duygusu verir. Onu çok iyi biliyorsun, nasıl ulaşacağını biliyorsun, onda çok verimlisin. Yargısız hareket etmek, masumiyet içinde hareket etmektir. Hiçbir güvence yoktur; yanlış noktaya ulaşabilir, hata yapabilirsin. Adına gerçek denen şeyi keşfe çıkmaya hazır olan kişi de birçok hata yapmaya, bu riski almaya hazır olmalıdır. Yanlış yola sapabilir, ama insan böyle doğruya ulaşır. Birçok kere yanlış yola sapınca, insan yanlış yola sapmamayı öğrenir. Pek çok hata yaparak insan hatanın ne olduğunu öğrenir ve nasıl yapmayacağını görür. Hatanın ne olduğunu bilerek insan gerçeğe daha fazla yaklaşır. Bu bireysel bir keşiftir; başkalarının vardığı sonuçlara güvenemezsin. _Büyü, Bilim, Din_ _İnsan bilinci tarihinde evrimleşmiş olan ilk şey, büyüydü. Büyü, bilim ile dinin bir karışımıydı. Büyü hem zihinden, hem de zihinsizlikten birer parça barındırıyordu. Sonra büyüden felsefe gelişti. Sonra, felsefenin içinden ise bilim türedi. Büyü hem zihinsizlik, hem zihindi. Felsefe sadece zihindi. Sonra zihin artı deneycilik bilim halini aldı. Dinsellik ise bir zihinsizlik durumudur. Dinsellik ve bilim, gerçeği bulma yolunda iki yaklaşımdır. Bilim ikincil yollar üzerinden ulaşmaya çalışır; dinsellik ise doğrudan gider. Bilimm, dolaylı bir yaklaşım, dinsellik ise direkt bir yaklaşımdır. Bilimm, etrafında dönüp dururken, dinsellik gerçeğin kalbine ok gibi saplanmaya çalışır. _Var oluş, düşünceden önce gelir. O yüzden var oluş bir zihinsel durum değil, onun ötesinde bir şeydir. Olmak, özde olanı kavramanın yoludur; düşünmek değil. Bilim düşünmek demektir, felsefe düşünmek demektir, Dinbilimi düşünmek demektir. Dinsellik düşünmek demek değildir. Dinsel yaklaşım, düşünmeme yaklaşımıdır. O daha içtendir; seni gerçekliğe daha yakın kılar. Bütün engelleri devirir, zincirleri kırar; hayatın içine akmaya başlarsın. Kendinin dışardan bakan, ayrı bir şey olduğunu düşünmezsin. Kendini, izleyen bir gözlemci gibi; mesafeli, soğuk düşünmezsin. Gerçekle tanışır, kaynaşır ve bütünleşirsin. _Bilim, gizemin öldürülmesidir. Bir olgu, var oluşun sadece bir kısmı, çok küçük bir parçasıdır. Ve bilim parçalarla uğraşır. Eğer gizemi yaşamak istiyorsan başka bir kapıdan girmen gerekir, tamamen farklı bir boyuttan. Zihinin boyutu, bilimin boyutudur. Meditasyon boyutu ise mucizevi olanın, gizemli olanın boyutudur. Meditasyon her şeyi tanımsız kılar. Meditasyon seni bilinmeyenin içine, haritası çıkartılmamış yerlere götürür. Meditasyon seni hiçliğe götürüyor ama bilimde gözlenen ve gözlemci var. Bilimde çok soğuk olmak zorundasın; soğuk ve tamamen kayıtsız kalmak zorundasın. Bu umrsamazlık gizemi öldürüyor. _Gerçek_ _Gerçek, üzerinde araştırma yapılıp bulunacak bir şey değildir; gerçekle karşılaşmak gerekir, gerçekle yüzleşmek gerekir. Sevgiyi ders gibi çalışıp öğrenmeye çalışan bir kişi, tıpkı Himalayaları haritadan bakarak öğrenmeye çalışan biri gibidir. Harita dağ değildir! Eğer haritaya inanmaya başlarsan, dağı ıskalamaya devam edeceksin. Eğer harita senin için bir saplantıya dönüşürse, dağ gözünün önünde duruyor bile olsa onu göremeyeceksin. Bu böyledir. Dağ senin karşında, ama gözlerin haritalarla dolu; dağın haritaları, aynı dağın, farklı kaşifler tarafından çizilmiş haritaları. Biri dağa kuzeyden tırmanmıştır, biri doğudan. Hepsi farklı haritalar yapmıştır: Kuran, İncil, Gita; aynı gerçeğin farklı haritaları. Ama sen haritalarla o kadar dolusun ki, onların ağırlığı sırtında o kadar ağır bir yük oluşturuyor ki, bir santim bile kımıldayamıyorsun. Tam önünde duran dağı bile göremiyorsun. *** _GÜVENİN YOLU_ _Güven, en büyük zekadır. Ben güven dediğim zaman, kalbinin gözlerini kastediyorum. İnsanlar neden güvenmiyor? Çünkü kendi zekâlarına güvenmiyorlar. Korkuyorlar, aldatılmaktan korkuyorlar. Korkuyorlar; o yüzden kuşku duyuyorlar. Kuşku korkudan kaynaklanır. Kuşku, kendi zekândaki bir çeşit güvensizlikten kaynaklanıyor. Güvenebileceğinden emin olmadığından güvene kucak açamıyorsun. Güvenin, büyük zekâya, cesarete ve bütünlüğe ihtiyacı vardır. Onun derinine inmek için büyük bir kalbe gerek var. Eğer yeterince zeki değilsen, kuşku duyarak kendini korursun. Eğer zekân varsa, bilinmeyene adım atmaya hazırsın; çünkü, eğer bütün bilinen dünya yok olsa ve bilinmeyenin ortasında yalnız kalsan bile, orada yaşayabileceğini biliyorsun. Bilinmeyenin içinde kendine bir yuva kurabilirsin. Zekâna güveniyorsun. Kuşku savunmadadır; zekâ kendine her kapıyı açık tutar, çünkü o, "Ne olursa olsun, o mücadeleyi kabul ediyorum, uygun şekilde tepki verebileceğimi biliyorum." diyebilir. Sıradan zihnin böyle bir güveni yoktur. Bilgisi sıradandır. Bilmeme durumunda olmak zekâdır, farkındalıktır ve bu biriktirilemez. Yaşanan her an kaybolur, arkasında hiç bir iz bırakmaz, hiçbir varoluş izi bırakmadan yok olur. İnsan onun içinden bir kez daha saf, bir kez daha masum, bir kez daha bir çocukmuş gibi çıkar. _Hayatı anlamaya çalışma. Hayat bir problem değildir. Onu bir problem olarak ele almak yola yanlış adımla başlamaktır. O, yaşanacak, sevilecek, deneyimlenecek bir gizemdir. Aslında sürekli açıklama peşindeki bir zihin, korkmuş bir zihindir. O büyük korku yüzünden her şeyin açıklanmasını istiyor. Kendisine açıklanmadan hiçbir şeye adım atamaz. Açıklamalar sayesinde, artık o alan tanıdık gelir; artık coğrafyasını biliyordur, artık elindeki haritaya, kılavuza ve takvime göre hareket edebilir. Hiçbir zaman haritasız, rehbersiz, bilinmeyen bir bölgeye adım atmaya hazır değildir. Ama hayat böyledir ve sürekli değiştiği için, bir haritasını çıkarmak mümkün değildir. Her an, şimdiki zamandır. Güneş altında eskiden kalma hiçbir şey yoktur, sana diyorum ki, her şey yenidir. İstisnasız hareket halinde olan, inanılmaz bir dinamizmdir. Sadece değişim kalıcıdır, sadece değişim asla değişmez. Her şey değişmeye devam eder, o yüzden bir haritan olamaz; harita tamamlandığı an, çoktan geçerliliğini yitirmiştir. Harita eline geçtiği zaman, artık bir işe yaramaz, çünkü hayat yolunu değiştirmiştir. Hayat yeni bir oyuna başlamıştır. Haritalarla hayatın üstesinden gelemezsin, çünkü hayat ölçülebilir değildir. Kılavuz kitaplara danışarak hayatın üstesinden gelemezsin; çünkü bu kitaplar, ancak her şey durağan olduğu zaman geçerlidir. Hayat durağan değildir, o bir dinamizmdir, bir süreçtir. Onun bir haritasına sahip olamazsın. O, ölçülemez. O ölçülemeyen bir gizemdir. Bir açıklama bekleme. Ben buna zihnin olgunluğu diyorum: İnsanın hayata hiçbir soru sormadan baktığı ve cesaretle, korku duymadan içine atladığı zamandır. _Güven ile inanç arasında çok büyük bir fark vardır. Güven kişiseldir; inanç ise toplumsaldır. Eğer inancı bırakırsan kuşku doğar. Her inanç kuşkuyu bir yere saklanmaya zorluyor; kuşkuyu bastırıyor. Oluşturulmuş güven, inanca dönüşür. Güveni kendi içinde keşfet; onu oluşturma. _Eğer kendine güvenmiyorsan, bir başkasına ya da bir şeye nasıl güvenebilirsin? İmkansızdır. Eğer kendinden kuşku duyuyorsan nasıl güvenebilirsin? Güvenecek olan sensin ve sen kendine güvenmiyorsun; o zaman kendi güvenine nasıl güveneceksin? Akıll zekâya dönüşmeden önce, kalbin açılmış olması kesinlikle şarttır. Akıll ile zekâ arasındaki fark budur. _Yangından kaçan kör ile bacaksız dilenci masalı. Bu bir Doğu masalıdır. Konusu aklınla ve kalbinle ilgilidir. Dilencilikle bir ilgisi yoktur; seninle bir ilgisi vardır. Orman yangınıyla bir ilgisi yoktur; seninle bir ilgisi vardır, çünkü yanmakta olan sensin. Her an yanıyor, acı çekiyor, sancılar içinde sızlanıyorsun. Akıll tek başına kördür. Bacakları vardır, hızlı koşabilir, çok hızlı yol alabilir; ama kör olduğu için hangi yöne gideceğini bilemez. O yüzden sürekli tökezler, düşer, kendine zarar verir ve hayatın anlamsız olduğunu düşünür. Dünyadaki bütün entelektüeller bunu söyler: "Hayat anlamsızdır" derler. Hayat onlara anlamsız gelir. Çünkü kör akılla ışığı görmeye çalışırlar. Bu imkansızdır. İçinde gören, hisseden ama bacakları olmayan bir kalp var; o koşamaz. Olduğu yerde kalır, sürekli atar, bekler. Bir gün akıl anlayacak ve kalbinin gözlerini kullanabilecektir. Ben güven dediğim zaman, kalbinin gözlerini kastediyorum. Ve kuşku dediğim zaman, aklının bacaklarını kastediyorum. İkisi bir araya gelince yangından kurtulabilir; aklın, kalbi omuzlarının üstünde kabullenmesi gerekir. Buna mecburdur. Kalbin bacakları yoktur, sadece gözleri vardır ve aklın kalbi dinleyip, onun yönlendirmelerini izlemesi gerekir. Kalbin devreye girmesiyle akıl zekâya dönüşür. Bu bir dönüşümdür; bütünsel bir enerji dönüşümü. O zaman insan bir entelektüel değil, basbayağı bilge olur. Bilgelik kalp ile aklın buluşmasından ortaya çıkar. Kalp atışlarınla aklının üretimleri arasında uyum yaratma sanatını bir kez öğrendiğin zaman, bütün sırrı avuçlarının içine alırsın: Bütün gizemlerin kapısını açacak maymuncuğa sahip olursun. *** _MASUMİYETİN YOLU_ _Gerçek sorun cesaret sorunu değildir. Gerçek sorun, bilinenin ölmüş ve bilinmeyenin yaşayan olmasıdır. Bilinene tutunmak bir cesede tutunmaktır. Onu bırakmak için cesarete ihtiyacın yok; aslında cesede tutunmaya devam etmek için cesaret gerekir. Sadece görmen gerek. Bir şekilde başarıyorsun; gerçeği gizleyerek, yalanlar yaratarak, tutunmayı, kendini meşgul etmeyi sürdürüyorsun. İşte mesele bu: Bildiğin her şeyin geçmişe ait olduğunu, geride kaldığını net bir şekilde görmek. O, mezarlığın bir parçasıdır. Bir mezarda olmayı mı istiyorsun, yoksa canlı olmayı mı? O ölü yükünü sırtında taşımak hayatını ezer, hayatını ağırlaştırır; her an seni beklemekte olan o capcanlı, sevinç dolu varlık olmanı engeller. _Masumiyet, cesaret ve netliğin bereberliğidir. çünkü hiçbir şey masumiyetten daha net, daha şeffaf olamaz. O yüzden asıl sorun insanın kendi masumiyetini nasıl koruyacağıdır. Öğrenilecek bir şey değildir. O daha çok nefes almak gibidir; doğuştan var olan bir şey. _Geçmiş, anılar, deneyimler, beklentilerden oluşan rüşvetler vererir. Bütün bunlar bir araya gelince seni akıllı yapar, ama net olamazsın. Seni kurnaz yapar, ama zeki olamazsın. Bu dünyada başarılı olmanı sağlayabilir, ama varlığının derinliklerinde başarısız olursun. Ve en sonunda yüzleşeceğin başarısızlık karşısında, bu dünyanın bütün başarıları hiçbir şey ifade etmez. *** _Çakravartin_ _Hindistan'da eğer biri bütün dünyanın imparatoru olabilirse, ona çakravartin denir. Çakra kelimesi tekerlek anlamına gelir. Antik çağlarda Hindistan'da gereksiz savaş ve şiddeti önlemek için bir uygulama vardı. Bir at arabası, çok değerli altından bir araba, çok güçlü ve güzel atlar tarafından, bir krallıktan diğerine giderdi. Eğer diğer krallık direnmeyip arabanın geçişine izin verirse, o krallık arabanın sahibinin üstünlüğünü kabul etmiş sayılırdı. O zaman savaşmaya gerek kalmazdı. Bu şekilde araba yol alır ve insanlar nerede arabanın önünü keserse, orada savaş olurdu. Eğer arabanın önü kesilmezse, o zaman kralın üstünlüğü, herhangi bir savaş yaşanmadan ispat edilmiş olurdu: O kral bir çakravartin olurdu. Bütün kralların arzusu bir çakravartin olmaktı. Kralın bayrağını taşıyan araba yol alır ve eğer diğer kral, direnmenin anlamı olmadığını görürse, savaşın yenilgi, gereksiz şiddet ve yıkım anlamına geldiğini hissederse atı sevinçle kabul eder; başkentine giren arabayı çiçeklerle karşılar. Bunun için tabii ki Büyük İskender'den daha güçlü olmak gerekir. Eğer arabanın yolu kesilirse kitlesel bir katliam olacağı konusunda kesin bir irade gereklidir. Ancak bin yılda bir adam çakravartin seviyesine ulaşır. _Jaina mitolojisine göre, cennette Himalayalara paralel bir dağ vardır. Himalayalar sadece taş, toprak ve buzdan oluşmuştur. Himalayaların cennetteki paraleline ise Sumeru denir. Sumeru, en yüksek dağ demektir; ondan daha yüksek bir şey olamaz, ondan daha iyisi olamaz. Som altındandır. Taşlar yerine, elmaslar, yakutlar, zümrütler vardır. Bir çakravartin öldüğü zaman, adını kazıması için Sumeru dağına götürülür. Bu sadece bin yılda bir yaşanan çok nadir bir fırsattır. Var olmuş bütün yüce kişilerin isimlerinin yazıldığı katalogdur ve hatta ondan sonra gelecek yüce kişilerin isimlerinin de yer alacağı katalogtur. Bu imparator, süpermenler listesine katılıyordu. Kendisi ölürken, sırf efendileri ölüyor diye intihar etmiş olan birkaç adamını da yanında götürmek istedi; onlar imparatorlarının olmadığı bir yaşam düşünememişlerdi. Karısı, başbakanı, başkomutanı, etrafındaki bütün büyük insanlar intihar etmişti ve onunla birlikte gelmişlerdi. İmparator, bekçiden hepsini içeri sokmasını ve onların, adını dağı kazırken izlemesini istediğini söyledi. Çünkü eğer seni görecek kimse bile yoksa, içeri yalnız başına girip adını kazımakta ne keyif vardı ki? Çünkü asıl keyif, dünyanın onu görmesindeydi. Bekçi ona sen yalnız gidip gel dedi. Bu çok akıllıca bir tavsiyeydi. İmparator, "Çok iyi, yalnız gideceğim. Adımı kazıyacağım ve geri dönüp, sizleri alacağım" dedi. İmparator gidip binlerce güneş altında parlayan Sumeru Dağını gördü. Cennet, tek bir güneşe sahip olacak kadar fakir olmadığı için binlerce güneş vardır. Binlerce güneş ve Himalayalardan çok daha büyük, altından yapılma bir dağ. Bir süre için gözlerini bile açamadı; o kadar büyük bir parıltıya sahipti. Sonra adını yazacak uygun bir yer aramaya başladı. Ancak o anda, büyük bir şaşkınlığa uğradı. Hiç boş yer yoktu. Bütün dağ, kazılmış isimlerle kaplanmıştı. Gözlerine inanamadı. İlk olarak ne olduğunun farkına vardı. O ana kadar kendini bin yılda bir gelen bir süperman olarak görüyordu. Ama zaman sonsuzluktan geldiği için, binlerce yıl bile herhangi bir fark yaratmıyordu. O yüzden geçmişte çok fazla sayıda çakravartin yaşamıştı. Evrenin en büyük dağında, minnacık adını yazacak kadar boş bir yer kalmamıştı. Geri döndü ve yakın arkadaşlarını götürmemesindeki ısrarcılığında haklı olduğunu artık anlamıştı. Yanında gelenlerin bu durumu görmemiş olması iyiydi. Onlar hâlâ imparatorlarının nadir bir varlık olduğuna inanabilirdi. Bekçiyi bir kenara çekti. "Ama hiç boş yer yok" dedi. Bekçi yanıtladı: "Ben de sana bunu söylüyordum. Tek yapman gereken birkaç isim silip kendi adını yazmak. Şimdiye kadar yapılan hep bu oldu; ben hayatım boyunca böyle yapıldığını gördüm. İmparator dedi ki: "Hayır. Onlara göstermek istemiyorum. Adımı bile yazmak istemiyorum. Ne anlamı var ki? Bir gün biri gelip onu silecek." "Bütün hayatım tamamıyla anlamsızlaştı. Tek umudum buydu: Cennetteki altın dağında ismim yazılı olacaktı. İmparator "Neden gülüyorsun" diye sormuş. Bekçi yanıtlamış: " Bu çok garip çünkü bunu da atalarımdan dinledim: Sen ilk değilsin; biraz zekâya sahip olan herkes aynı şeyi yapar." *** _Ego – Sahip olmak_ _Bu koca dünyada ne elde edebilirsin? Yanında ne götürebilirsin? Adını mı, itibarını mı, saygınlığını mı? Paranı, gücünü mü; neyi? Diplomanı mı? Hiçbir şey götüremezsin. Her şeyi burada bırakmak zorundasın. İşte o anda, sahip olduğun her şeyin aslında senin olmadığını anlarsın: Sahip olma fikri temelden yanlıştı. Ve sahip olduğun o şeyler yüzünden de çürümüş durumdaydın. _Sahip oldukların, başarı, ün olmadan sen nesin? Bilmiyorsun. Sen isminsin, sen şöhretinsin, sen itibarın, sen gücünsün. Ama bunlar dışında sen kimsin? O yüzden bütün bu sahiplik, senin kimliğin oluyor. Sende varlığına ilişkin bir yanılsama yaratıyor. Ego budur. Ego gizemli bir şey değildir; çok basit bir olgudur. Kim olduğunu bilmiyorsun ve kim olduğunu bilmeden yaşamak imkansızdır. Eğer ben kim olduğumu bilmiyorsam, o zaman burada ne arıyorum? O zaman yaptığım her şey anlamını yitiriyor. İlk ve en öncelikli şey, kim olduğumu bilmem. Belki ondan sonra, doğamı doyuracak bir şeyler yapar, tatmin olur, kendimi yuvamda hissederim. Ama eğer kim olduğumu bilmiyorsam ve birçok şey yapmaya devam ediyorsam, doğamın ulaşması gereken yere nasıl ulaşacağım, nasıl oraya yöneleceğim? Sağa sola koşturup duruyorum; ama "İşte vardım; aramakta olduğum yer burasıydı" diyebileceğim hiçbir yer olmaz. Sen kim olduğunu bilmiyorsun. O yüzden onun yerine geçecek sahte bir kimliğe ihtiyaç var. O sahte kimliği sana sahip oldukların veriyor. *** _Başarı_ _Çok zengin bir adam, sonunda büyük bir iç sıkıntısına düşmüş, ki bu başarının doğal bir sonucudur. Hiçbir şey başarı kadar başarısız olamaz. Başarı, ancak eğer sen bir başarısızsan önemlidir. Bir kez başardığında, dünyanın, insanların, toplumun seni aldattığını artık bilirsin. Adamda her türlü zenginlik vardı; ama zihni huzurlu değildi. Bu huzuru aramaya başladı. Amerika'da olan da bu. Başka hiçbir yerde olmadığı kadar çok sayıda insan, Amerika'da zihinsel huzur arayışına girmiştir. Hindistan'da zihinsel huzur arayan tek bir kişiyle bile karşılaşmadım. Önce mide huzurunun icabına bakılması gerekir; zihinsel huzur çok uzaklardadır. Mideden bakılınca zihin milyonlarca kilometre uzaktadır. _Talebin olduğu yerde, arzın bulunacağı ilkesini bilen akıllı ve kurnaz insanlar, bir adım ileri gitmiştir. Artık, "Talebin oluşmasını beklemeye gerek yok; talebi yaratabilirsin." diyorlar. Reklamın özünde bulunan şey budur: talep yaratmak. Biri, bir şeyi imal etmeye, üretmeye başlamadan önce, hatta yıllar önce - üç, dört yıl öncesinden – reklam yapmaya başlar. Ürün henüz piyasaya sürülmemiştir, çünkü önce talebin insanların zihnine ulaşması gerekir. Talep bir kez oluştuktan sonra, arzın sunumu da hazır olmuş olur. _Bütün huzursuzluğun, bütün sıkıntının nedeni zihnin kendisidir. Huzur, zihin olmadığında vardır. O yüzden zihinsel huzur diye bir şey var olamaz. *** _Nasihat_ (Nasrettin Hoca) _Sadece aptallar nasihat verir ve sadece aptallar nasihat alır. Bilge insanlar, nasihat vermekte gönülsüz davranır, çünkü bilge bir adam, bu dünyada bedava olarak verilen ve hiç kimsenin almadığı yegane şeyin nasihat olduğunu bilir. Öyleyse neden uğraşsın? Bilge bir adam, önce nasihati kabul etmen için seni hazırlar. O sana sadece nasihat vermez; senin hazırlanman da gerekir. Seni hazırlamak yıllar sürebilir; önce tarlayı süreceksin ve ancak ondan sonra tohumu ekebilirsin. Sadece bir aptal, taşların, kayaların üstüne tohum atarken, aslında onları ziyan ettiğini aklına getirmez. _Bütün bu bilgeler ona nasihatte bulundu ama hiçbir şey yerine oturmadı. Sonunda, bir şey sormadığı adamın biri, kimsenin tanımadığı bir adam - hatta köyün aptalı olarak görülüyordu - bir gün yolda giderken onu durdurdu ve şöyle dedi: "Sen gereksiz yere vaktini harcıyorsun: Bu adamların hiçbiri bilge değil. Onları çok iyi tanıyorum; ama aptal olduğum için kimse bana inanmıyor. Belki sen de bana inanmayacaksın, ama tanıdığım bir bilge var. _Zihinsel huzur için kendine bu kadar işkence yaptığını görünce, sana doğru insanı göstersem iyi olur diye düşündüm. Sonuçta ben bir aptalım. Kimse benden nasihat istemez ve ben de kimseye vermem. Ama dayanamadım: Seni bu kadar üzgün ve mutsuz görünce sessizliği bozdum. Komşu köydeki şu adama git." Zengin adam hemen, içinde çok değerli elmaslar bulunan büyük bir torbayla, güzel atına binip gitti. Köye ulaştı ve adamı gördü. Bu adam, Sufilerin Nasrettin Hocasıydı. Hocaya sordu: "Zihinsel huzura ulaşmama yardımcı olabilir misin?" Hoca yanıtladı: "Yardım mı? Onu sana verebilirim." Zengin adam düşünmüş. "Çok garip, önce o aptal tavsiye etti ve ben de çaresizliğim yüzünden, denemekten bir zarar gelmez dedim ve buraya geldim. Bu adam daha büyük bir aptala benziyor. 'Onu sana verebilirim' diyor." Zengin adam konuşmuş: "Bana verebilir misin? Her türlü bilgeye gittim hepsi nasihat verdi; şunu yap, bunu yap, disiplinli yaşa, bağış yap, yoksullara yardım et, hastane aç, şunu yap, bunu yap. Bütün bunları söylediler ve aslına bakarsan ben de hepsini yaptım, ama hiçbiri işe yaramadı. Hatta daha da çok bela çıktı başıma. Şimdi sen onu vereceğini mi söylüyorsun?" Hoca cevap vermiş: "Bu iş çok kolay. Şimdi attan in." Zengin adam atından inmiş. Torbasını elinde tutuyormuş ve hoca sormuş: "Neden o torbayı kalbine bu kadar yakın tutuyorsun?" "Bunlar çok değerli elmaslar. Eğer bana huzur verebilirsen, sana bu torbayı vereceğim." Ama adam daha ne olduğunu bile anlamadan, hoca torbayı kapmış ve koşmaya başlamış. Bir an için şok geçiren zengin adam, ne yapacağını bile anlamamış. Sonra hocanın peşine düşmüş. Ama burası hocanın köyüydü; her sokağı, her kestirmeyi biliyordu ve koşuyordu. Zengin adam, hayatı boyunca hiç koşmamıştı ve çok şişmandı. Ağlıyor, hızla nefes alıp veriyor ve gözlerinden yaşlar süzülüyordu. "Dolandırıldım! Bu adam hayatım boyunca biriktirdiğim bütün emeğimi, her şeyimi aldı" diye bağırıyordu. Böyle olunca da bir kalabalık toplanmıştı ve hepsi gülüyordu. Zengin adam, "Hepiniz aptal mısınız, bu köy aptallarla mı dolu; ben mahvoldum ve sizler hırsızı yakalamaya çalışmak yerine gülüyorsunuz" demiş. Kalabalıktan sesler yükselmiş: "O bir hırsız değil, çok bilge bir adamdır." Zengin adam, "Köyümdeki o aptal kaldırılacak bu belayı başıma sardı!" diye söylenmiş. Ama bir şekilde, koşarak, terler akıtarak hocayı takip etmiş. Hoca, adamın atının hala durmakta olduğu ağacın altına gelmiş. Elinde torbayla ağacın gölgesine oturmuş ve zengin adam da ağlayarak gelmiş. Hoca "Şu torbayı al" demiş. Zengin adam torbayı alıp göğsüne bastırmış. Hoca sormuş: "Şimdi nasılsın? Bir parça huzur hissediyor musun?" Zengin adam yanıtlamış: "Evet, çok huzurlu geliyor. Çok garip bir adamsın ve garip yöntemlerin var." Hoca yanıtlamış: "Hiçbir gariplik yok; basit bir matematik. Sahip olduğun şeyi kanıksamaya başlıyorsun. Sana, onu kaybetme ihtimalinin gösterilmesi lazım; ancak o zaman ne kaybettiğinin farkına varıyorsun. Yeni hiçbir şey kazanmadın. Bu, huzursuz bir şekilde taşıdığın torbanın kendisi. Şimdi aynı torbayı kalbine bastırıyorsun ve herkes, ne kadar mutlu ve huzurlu olduğunu görüyor: mükemmel bir bilge! Evine git ve kimseyi rahatsız etme." *** _Bilinmezlik_ _Hiçbir zaman aklından çıkarma: BİLİNMEYENE GÜVEN. Bilinen zihindir; bilinmeyen zihin olamaz. Başka bir şey olabilir, ama zihin olamaz. ZİHİn hakkında kesin olan tek şey vardır: ZİHİn , biriktirilmiş bilinendir. O yüzden, örneğin, eğer yolda bir kavşağa gelirsen zihin sana, "Bu yoldan git, burası tanıdık" der; zihin işte budur. Eğer varlığını dinlersen, o tanınmadık yoldan gitmek ister: bilinmeyene. Varlık, her zaman maceraperesttir. Zihin, her zaman çok muhafazakar, çok doğrucudur. O hep izleri takip etmek, daha önce tekrar tekrar gitmiş olduğu yoldan gitmek ister: En az direncin olduğu yoldur. O yüzden her zaman bilinmeyeni dinle. Ve cesaretini toplayıp, bilinmeyene adım at. _Kaderinle gelişmek büyük cesaret ister, korkusuzluk ister. Korku dolu insanlar, bilinenin ötesine adım atamaz. Bilinen, bir çeşit rahatlık ve güvenlik verir; çünkü biliniyordur. İnsan neyle karşılaşacağının farkındadır; insan ne yapacağını bilir. İnsan neredeyse uyurken bile gerekeni yapar. Uyanık olmaya ihtiyaç yoktur; bilinenin verdiği rahatlık budur. Bilinenin sınırını aştığın anda içinde bir korku yükselir; çünkü artık cahilsin, ne yapman gerektiğini ya da neyi yapamayacağını bilmiyorsun. Artık, kendinden o kadar emin olamazsın; şimdi hatalar olabilir, yanlış yola sapabilirsin. Bu korku yüzünden insanlar bilinene tutunur ve insan bilenene bir kez tutunduğu zaman o artık ölüdür. Hayat, ancak tehlikeli yaşanır; onu yaşamanın başka bir yolu yoktur. Ancak tehlike sayesinde hayat olgunlaşmayı ve gelişmeyi sağlar. İnsanın maceraperest olması gerekir; her zaman bilinmeyen için bilineni riske atmaya hazır olmalıdır. Ve insan, özgürlüğün ve korkusuzluğun tadını alınca, asla pişmanlık duymaz; çünkü artık en üst düzeyde yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmiştir. İnsan ondan sonra yaşamının meşalesini her i k i uçtan yakmanın ne anlama geldiğini bilir. Ve o yoğunluğu tek bir an hissetmek bile, sonsuza dek sıradan yaşamaktan çok daha tatmin edicidir. ********* ********* _GÜVEN İÇİN MEDİTASYON_ ...
·
1 artı 1'leme
·
1.149 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.