Gönderi

İran Masalları Hakkında-2 | Kubilayhan Yalçın..
Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik: Kalenderîler adlı çalışmasında şöyle diyor: * “Hacı Bektaş-ı Veli’nin tıpkı Barak Baba gibi, yarı çıplak, saçı sakalı, kaşları kazınmış, ama uzun ve gür bıyıkları olan bir Haydari şeyhi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Hiç şüphesiz bu portre, klasik Bektaşi ikonografisinde iyice yer etmiş bulunan… …cübbeli, sakallı, bıyıklı, başı taçlı Hacı Bektaş-ı Veli tipinden çok farklıdır. Bu yüzden günümüz Alevi-Bektaşiler’inin, hayallerinde iyice yer etmiş bu resmin yerine ‘yarı çıplak, saçı sakalı, kaşları kazınmış, ama uzun ve gür bıyıkları olan’ bir Kalenderi Hacı Bektaş’ı koymaları, muhakkak ki kabulü zor bir değişimdir. Ama Alevi-Bektaşi kesiminin çok muteber tuttuğu, hatta yarı mukaddes bir nitelik atfettiği Velayetnâme’nin tasvir ettiği tarihi Hacı Bektaş-ı Veli budur.” * Ortadoğu ya da İslam coğrafyasının ilk “Hippi” ya da “Çiçek Çocukları” olarak da tanımlayabileceğimiz Kalenderiler, onuncu yüzyılda İran’da (Horasan) ortaya çıkmış, yaşadıkları toplum düzenini umursamayan ve Budizm, Zerdüştlük, Maniheizm izleri taşıyan bir tasavvuf hareketidir. Saçlarını kaşlarını kazıyan, kulaklarına küpe cinsel organlarına halka takan, bedenlerini hayvan postlarıyla kapatan ve uçları kıvrık uzun sopalar taşıyan Kalenderiler, önceleri aralarında bazı farklılıklara sahip dağınık topluluklarken, on üçüncü yüzyılda İranlı sufi Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî etrafında derli toplu bir doktrine kavuşup, teşkilatlanıyorlar. Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî öncesinde Barak Baba, Baba Tâhir-i Uryân, Derviş-i Ahû-pûş gibi kanaat önderlerinin öne çıktığını görüyoruz. * Bu noktada Barak Baba ismine biraz odaklanalım. Barak, eski Türkçe “çok tüylü köpek” ya da “kutsal köpek” anlamlarına geliyor. Mesela Oğuz Kağan destanlarında yer altı mağaralarında yaşayan köpek başlı, insan gövdeli İt-baraklar var. (Küçük bir not: İngilizce bark kelimesi “havlamak, bağırmak” gibi anlamlara geliyor. Köpek anlamına gelen eski Türkçe barak ile İngilizce bark arasındaki fonetik ilişki dikkat çekici.) * Mutluluğa, erdeme, dünyevi haz ve nimetlerden el ayak çekerek ulaşılabileceğini iddia eden; Makedon kralı Büyük İskender’in dile benden ne dilersen jestine, “Gölge etme başka ihsan istemem” diye karşılık veren ve sanıldığının aksine fıçı değil ölülerin gömüldüğü büyükçe bir küp içinde yaşayan Diyojen’in “Kinizm”i (Köpeksilik, Köpeksi felsefe) ile “Barak Baba” adı ve kişiliği arasında felsefi bir kan bağı var. Genel olarak inançları gereği sık seyahat eden, mal mülk edinmeyen, yine inançları gereği dilencilik yapan, kamusal alandan uzak mağara ve benzeri yerlerde yaşayıp “hayvani nefislerini” terbiye etmeye çalışan dervişler topluluğu olan Kalenderilik, deyiş yerindeyse Doğulu bir Kinizmdir. Ya da Kinizm, Batılı bir Kalenderilik… * Kalender kelimesinin, Sanskritçe “nizam dışı, düzeni bozan” anlamlarına gelen kalandara’dan geldiği konusunda bir görüş birliği var. TDK’nın Türkçe Sözlüğü’ne göre Farsça kalender “Gösterişsiz, sade yaşamaktan yana olan, alçak gönüllü kimse” ya da “Özensiz giyinmiş, kılıksız kimse” gibi anlamlara geliyor. Bu tanımların hepsi “abdal” olarak da anılan bu dervişlerin genel imajına uyuyor. Gündelik hayatta da mülayim, alçak gönüllü biraz da keyfine düşkün kişiler için kullanılan “kalender meşrep” ifadesi buradan gelir. Kalenderiliğin homojen bir hareket olmadığını, giyimde kuşamda, ritüellerde benzer motiflere sahip olsalar da, detaylarda birbirlerinden çok farklı yaşam pratiklerine sahip derviş topluluklarının, genel olarak bu adla anıldığını tekrar vurgulayalım. * Kalenderilik’te tenasüh (ruh göçü, reenkarnasyon) ve hulul inancına rastlıyoruz. Hulul, Tanrı’nın evren ve insanla bütünleşmesi, onların şekline bürünmesi demek. Mesela Otman Baba “kendisinin bu âleme binlerce yıldır gelip gitmekte olduğunu” söylüyor, müritleri de Otman Baba’nın Sırr-ı Yezdan yani Tanrı’nın insan biçimi almış hali olduğunu iddia ediyor. * Kalenderiliğin bu “üryanlığı” (çıplaklığı) ve çârdarb denen saç sakal, bıyık kesme adeti ardında ise Hz. Âdem var. Kalenderîler’e göre Âdem cennetten çıktığında çıplaktı ve vücudunda hiç kıl yoktu. Kıllar bitki misali daha sonra türedi. İnsanoğlu bu dünyaya nasıl geldiyse öteki tarafa da öyle gitmeliydi. Dolayısıyla vücudun sonradan çıkan bu kıllardan temizlenmesi gerekliydi. * “Cemalperestlik” (Güzel sever) olarak tanımlanan dinsel-estetik bir yaklaşıma sahip Kalenderilik’te, güzel erkek yüzünün Tanrı’nın nurunu yansıttığını savunan çevrelere rastlıyoruz. Bu bakış açısından ötürü “livataya” (sodomi ve/veya eşcinselliğe) sıcak yaklaşan derviş toplulukları olduğu gibi bunun tam aksini savunanlar da var. * Bazı Batılı seyyahların anlattıklarına göre bu yarı çıplak dervişler, ellerini birbirinin omuzuna koyup, daire şeklinde, kendilerinden geçene kadar dans ederlermiş. Dans sonunda aşkına düştükleri kişi adına bıçaklarını çıkarıp vücutlarına yaprak, çiçek ya da yaralı kalp figürleri çizerlermiş.2 Halk arasında “faça atmak” tabir edilen ve zamanında bazı Arabesk şarkıcılarının konserlerinde sık rastlanılan bu davranış biçiminin kökleri yine bu “marjinal sufilik” içinde aranabilir… Aşağıdaki görselde kolunu kesen bir derviş tasvir ediliyor. * Ahmet Yaşar Ocak Kalenderîler çalışmasında, halk arasında bu dervişlerin keramet sahibi oldukları ve gelecekten haber verdikleri inancının yaygın olduğunu belirtiyor. Kitabın Kalenderiler ve Folklor bölümünden aktarıyorum: * “Türk folkloru da dâhil olmak üzere, genelde İslam dünyasının folklorunda Kalenderiler kadar iz bırakmış başka tasavvuf zümreleri az bulunur… [Kalenderiliğin] halk arasında teşekkül eden hikaye ve masallara yansıdığını görmekteyiz. Bunların en başında hiç şüphesiz ki dünyaca tanınmış masal koleksiyonu Binbir Gece Masalları gelir. Bu ünlü koleksiyonda yer alan bazı masallarda, Kalenderiler’den bahsedildiğini görmek hiç de şaşırtıcı değildir. Ayrıca pek çok Türk masalında da rastlanan ‘kapı kapı dilenen, ayağında demir çarık elinde demir asa, diyar diyar dolaşıp karşılaştıkları insanlara gelecekten haber veren1, çocuğu olmayan padişah ve vezirlere, karı kocalara verdikleri elmalarla onları çocuk sahibi yapan’ derviş tipleri, hep bu Kalenderi dervişlerinin hatıralarından başka bir şey değildir.” * (Yeri gelmişken: Yukarıda ifade edilen “demir çarıklı derviş” figürü Empedokles’in Tunç sandaletlerinden Sinderella’nın cam ayakkabısına kadar uzanan bir konu. Yunan mitolojisinde tunç ya da demir sandalet/ayakkabı motifi, müneccim rahiplere, büyücülere, yer altı dünyasına girmelerine izin veren Hekate’nin bir simgesi ya da işaretiydi. Bu tunç sandalet simgesi zaman içinde masal kahramanlarının cam ayakkabılarına dönüşüyor.) * Ahmet Yaşar Ocak masallar dışında dilimizde yaşayan bazı atasözü ve deyişlerde de Kalenderi mirasının yaşadığını söylüyor. Mesela “Abdala malum olur” sözündeki abdal kelimesi Kalenderi dervişi demek ve bu deyiş, onların geleceği bilme, kehanet kabiliyetlerine yapılan bir gönderme. Ocak, dervişlerin “kanaatkârlıklarını” vurgulayan şu sözleri de kitabına eklemiş: Bir kaşıkla dokuz abdal doyar ya da Dokuz abdal bir kilimde uyur, iki padişah bir iklime sığmaz… * Kalenderîler’den alıntıladığımız bu son atasözünün başka bir versiyonu da İran Masalları (KaraKarga Yayınları) kitabının sloganında karşımıza çıkıyor: “On derviş bir kilimde uyurken, iki padişah bir dünyaya sığmaz.” * Kalenderiler, kitabın sloganına uygun bir şekilde, daha ilk sayfalarda, Sabuncunun Oğlu masalında karşımıza çıkıyor. Editör Başak Tan İran Masalları’na yazdığı önsözde “Çölün Yaşlı Adamı inancı, İran’da hala devam eden bir mit olarak Sabuncunun Oğlu hikâyesinin popülerliğini açıklamaktadır” diyor. Peki kimdir bu Çölün Yaşlı Adamı? Görünüşe göre bir Kalenderi dervişidir. * Masala göz atalım… * Pazarda çok rağbet görmeyen siyah renkli, daha çok oduna benzeyen sabunlar satan Abdullah ve on yaşındaki oğlu Ahmed sefalet içinde yaşamaktadırlar. Ahmed gün gelip babasının daha çok sabun satıp bir parça bellerini doğrultabileceklerini ummaktadır ama temas halinde cildi fena halde yakan bu ürün bekledikleri sonucu vermekten çok uzaktır. * Ahmed ve babasının makûs talihini değiştirecek olaylar zinciri, bir aslanın, pazar yerinde kralın kızına saldırmasıyla başlar. Cesur Ahmed bir demirciden kaptığı ucu kızgın bir demir parçasını aslanın suratına vurur ve hayvanı kaçırır. Prenses bu cesur davranışı ödülsüz bırakmaz ve Ahmed’e bir kese altın verir. Bu arada, prensesin peçesi ardına gizlediği güzelliği görme şansına erişen Ahmed kıza hayran olur. * Hazıra dağ dayanmaz elbet; bir kese altın bittiği gibi baba ve oğlun sefaleti nükseder. Zamanında Yahudi bir seyyar satıcı onlara başkentte ticaret yapmanın daha kazançlı olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine çölü aşıp başkente gidip şanslarını bir de burada denemeye karar verirler. Fakat yol uzun, çöl de tehlikelidir. Baba ve oğul “Büyük bir şehrin kalbinde ölmektense çölde ölmek daha iyidir” motto’suyla yola çıkar. * Çöl koşullarının yarattığı fiziksel baskılar ve haydutların eline düşme korkusuyla bir süre yol alırlar. Tuz Gölü’ne yaklaştıklarında küçük bir Nuh Tufanı kopar ve baba oğul fena halde ıslanıp yollarını kaybeder. Tam o esnada halk arasında Çölün Yaşlı Adamı lakaplı efsanevi bir figür karşılarına çıkar: * “Ahmed kumların üzerinde yatan yaşlı bir derviş görmüş. Omuzlarına bir leopar derisi asılıymış; yanında keskin çiviler saplanmış uzun bir baston ve içinde sadakalar topladığı balkabağı kabuğundan bir kâse varmış.” Aşağıdaki resimde “Kralın Coğrafyacısı” ünvanlı Fransız coğrafyacı, gezgin Nicolas de Nicolay’ın (1517-1583) Camii dervişi çizimi görülüyor. Camii’ler de Haydariler gibi Kalenderiyye içerisindeki topluluklardan biri. Dervişin sırtındaki aslan ya da leopar postuna dikkat. * KAYNAK: kalemkahveklavye.com/iran-masallari-... *
Kubilayhan Yalçın
Kubilayhan Yalçın
İran Masalları
İran Masalları
İran Masalları
İran Masalları
İran Masalları 2
İran Masalları 2
Periler Şahının Kızı
Periler Şahının Kızı
İran Masalları
İran Masalları
·
115 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.