Gönderi

Kapitalizmde “Yersiz- Yurtsuzlaşma” ve “Metalaşma” nasıl oluşuyor?
Enerjik olarak ve kararlı bir biçimde iktidar, mülk, şan ve başka değerler peşinde koşan biri arrivist (sonradan görme,ne oldum delisi) değildir. Kişi şayet mesleği ya da mevkisi gereği etkin bir biçimde öne çıkardığı ve temsil ettiği bir şeyin içkin değerine göre düşünüyorsa, ona arrivist demek doğru olmaz. Arrivistin özlemlerinin nihai amacı değerli bir şeyi edinmek değil, başkalarından daha saygın olmaktır. O bir “şeyi” sürekli yaptığı kıyaslamalar sonucu ortaya çıkan ezici aşağılık duygusunu alt etmek için sadece bir vesile olarak kullanır. Eğer bu türden bir değer deneyimi bütün topluma hakim olursa, “serbest rekabet sistemi” o toplumun ruhu haline gelir. Kıyaslama belli adetleri ve yaşam biçimleri ile birlikte sınıflar ya da “zümreler” gibi özgür alanları da açtığında bu sistem en saf biçimini almış olur. XIII. yüzyıl yıl öncesinde yaşayan bir Orta çağ köylüsü kendisini feodal efendisiyle kıyaslamazdı; aynı şekilde bir zanaatkar da kendisini bir şövalyeyle kıyaslamazdı. Köylü kendisini olsa olsa daha zengin daha saygın bir başka köylüyle kıyaslardı ve herkes aynı şekilde kendisine ait olduğu alanı sınırları içinde görürdü. Her grubun hayatta kendine özgü bir görevi, nesnel bir amaç birliği vardı. Dolayısıyla her türlü kıyaslama kesin olarak sınırları çizilmiş bir referans çerçevesinin içinde yapılabilirdi. Bir kıyaslama olacaksa, bu referans çerçeveleri kendi bütünlükleri içinde birbirleriyle kıyaslanabilirdi ancak. İşte bu yüzden böylesi dönemlerde, herkesin Tanrı ve doğa tarafından kendisine verilmiş bir “yeri” ve yerine getirilmesi gereken kişisel görevleri olduğu fikri hâkimdir. Kişinin değer bilinci ve özlemleri hiçbir zaman bu alanı dışına çıkmaz. Kraldan celladına, fahişesine kadar herkes kendisini yeri doldurulamaz biri olarak görmesi anlamında “soylu”dur. Oysa “serbest rekabet sisteminde” hayatın yüklediği görevler ve bu görevlerin değerine ilişkin nosyonlar temel değildir; bunlar ancak herkesin herkesi geçme arzusunun tali türevleridir. Hiçbir “yer” bu evrensel kovalamaca içinde gelip geçici bir nokta olmasının ötesine geçemez. Özlemler içkin olarak sınırsızdır; çünkü artık herhangi bir tikel nesne ya da niteliğe bağlı değildir. Nesneler değişim için amaçlanan ve parasal değerlerine göre tanımlanan “metalar” haline gelmiştir. Zamanın ilerleyişi “ilerleme” olarak yorumlanır ve özgür bir “ilerleme arzusu” bu düşünce biçimi ile birlikte gelişir. Eskiden belli bir nitel değer birimine “sahip olmak” ya da onunla kendini “tatmin etmek” büyük ya da küçük bir fenomenal deneyim birimi oluşturan her türlü ekonomik motivasyonun amaçlandığı son noktaydı. Bir değişim aracı olarak para yalnızca geçici bir amaçtı. Ama şimdi nihai amaç parasal değerin niceliğidir ve artık metanın niteliği bir “geçici amaç” haline gelmiştir. Eskiden meta→ para→ meta olan hareket tarzı artık para→meta→ para olmuştur (Karl Marx). Kuşkusuz hala nitel değerlerden tatmin olabiliyoruz; ama bu tatmin -ve aslında bunun olabilirliği- artık daha ilk elden meta değer birimleri olarak tanınan nesnelerle sınırlıdır.
Sayfa 40 - Alfa,2.basım
·
29 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.