Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

180 syf.
·
Puan vermedi
·
5 günde okudu
Edebiyatın belki de o aristokrat bir uğraşı olduğu yıllardan bu yana -modernizm etkisiyle belki de- soylu bir uğraş olduğuna inanılır. Realist hatta narüralist yazarlar sokağın pisliğini edebiyata yansıtana kadar, kirli işler -yani hayatın kendisi- edebiyat içinde yer almazdı. Ancak gelişen zaman değişen insan, hayatın kendisini de edebiyata almak zorunda kaldı. Stendal’ın da dediği gibi edebiyat elinde bir aynayla dolaşmaktı. Ancak bu sansürlü ayna çok filtreliydi. Edebiyat her zaman sıkıcı olmak zorunda değil. Kitap karakterleri bizden çok da farklı değil. Bu yüzden neden içerisinde mahallenin abisinden, ailenin yengesinden, bakkalın kendisinden duyduğumuz lakırdılar olmasın? Başar Başarır, bir dil oyuncusu her şeyden önce. Yazdığı öyküler de aslında bizden olanı yine bize veriyor. Atasözlerimiz, deyimlerimiz, jargonlarımız, argo hatta sinkaflı küfürler… Kendisi bir romancıysam neden kendi dilimi oluşturmayayım diyerek deyim bile üretiyor. Okuması her açıdan keyifli bir yazar. Gülmece unsuru ile bizim halkımızın kopmaz bir bağı olduğu kesin. Sonuçta hepimiz gülmedik mi ağlanacak halimize? İşte Başar Başarır, öykülerinde ve romanlarında bizi ağlanacak hallere güldürüyor. Kahramanları da bizden aslında; kimsesiz yalnız çocuklar, aldatılan kadınlar, andropoza giren orta yaş beyefendiler, kandırılanlar, yalan söylenilenler, kabul edenler, baş kaldıranlar. Siz. Ben. Hiç tanımayıp çok iyi bildiklerimiz. Ne olursa olsun, edebiyata getirdiği bu yaratıcı ve üretici eserleri gülümseyerek, eğlenerek, düşünerek ve keyifle okudum. Daha nicelerine. ‘’Zaten kadınlar yatmak için öncelikle bir sebep ararmış, erkeklerse sadece bir yer.’’ İlk öykümüz Seher adını aldığı bir kadının aldatılma serüveniyle beraber kader ortağı Gülten’e verip veriştirmesiyle başlıyor. Bırakın aldatmayı insanların sehpaya ayaklarına çarptıktan sonra verdikleri tepkiler bile birbirinden başka. Seher salmış artık ruhunu çok da umurunda görünmüyor öykü boyunca. Dalga geçer gibi bir hali var ama yaşamaya mecali yok, anlıyoruz bunu son satılarda. Abdurrahman Çelebi’nin çatısına bir seher vakti uçmasıyla. '‘Özgürlük hoşuma gidiyor. İnsanlar yükseklikten korkmaz. İçlerinde kabaran aşağıya atlama arzusundan korkar.’' ‘’Hızlanıp yavaşlaması ancak onu unutmamızla ya da düşünmemenizle olur zamanın.’’ Zaman mevhumunun izafiliğini sorgulayarak başlıyor bir diğer öykü. KimseSİZ çocuk. Z çocuk. Annesiyle müzeye giden ve orada zaman geçiren bir çocuk üzerinden çocuğun iç ses konuşmaları ile yalnızlığını ve kimsesizliğini vurguluyor aslında. Cırt cırtlı ayakkabıyı giymeyi bıraktığı anda bağcıklarla beraber hayatın da bağlanamadığını hiç bu kadar vurucu düşünmemiştim. Sadece bu cırt cırt mevzusu bile beni fena halde afallattı. Benim de cırt cırtlı ayakkabılarım vardı. Hayat daha kolayken. Yazar ısınma turu misali aralara çocuk tekerlemeleri sokarak kendi diline ısınmamızı sağlıyor. ‘’Balta nerede…?’’ Sadece müzedeki görevli adama söyletilen ‘’İster git bankaya koy, ister git faizini al’’ o an karaktere uymayan ani ve yersiz bir söylemdi. Bu öyküde yazarın yazın dilinde bir problem olduğunu düşünüyorum. Sanki çeviri hatta kötü bir çeviri havası veren iki kelime var. ‘Korkarım’ diyor bir karakter sayfa 32’de. Bir başka yerde ise ‘İçki Evi’ demeyi tercih etmişler. Kitaba adını veren öykü Teklifinizle İlgilenmiyorum, orta yaş krizinin biraz ilerisinde belki de andropoza merdiven dayamış Reha Bey’in içindeki şeytanları ile ete kemiğe bürünmüş bir vaziyette karşı karşıya gelmesi ile işleniyor. Yaşamı boyunca karısını çok seven onunla doğum kiloları alan ama her kadın gibi doğum kilolarını veremeyen bir baba. Belki de doğumdan yirmi yıl sonra ilk defa yüz kilodan aşağı düşüyor ama bu sefer de trenin kaçtığını görüyor herhalde. Başlıyor şeytanıyla konuşmaya daha doğrusu Eytan’ı ile. Öyküyü açıkçası kurgusal bağlamda zayıf buldum çünkü içerisinde yaratmaya çalıştığı gerilimi çok kolay sezdiriyor. Eğer bu kadar kolay sezdirecekse keşke hiç gerilim yaratmasaydı, dedim. ‘’Hiç yaramazlık yapmıyorum aşkım adeta bir ceset kadar usluyum.’’ Fotofiniş öyküsü, tek başına bir Türk filmi adeta o seksenler dönemi mahalle delikanlılığı, mahalleye gelen yabancı adam, onun ikinci karısı, aileye sonradan katılan güzel genç kız ve ona ulaşamadığı için her köşe başında laf çıkartan mahalle delikanlıları. Elbette herkesten daha ciddi aşık olan Cenk. Bir yere kadar aşırı Türk filmi tadında geçen öykü bir yerde kırılmayla yine yazarın üslubuyla buluşuyor. Şehirler arası yolculuklar esnasında gülmeden edemedim aşkın yolsuzluğu karşısında. O mahalle delikanlılarının aslında ne kadar ezberden yaşadıklarını yazar ‘’Galiba o yaşta henüz Allah’a inanmıyorduk da dinimize fena halde bağlıydık.’’ sözleri ile görüyoruz. Distolcüler öyküsü en az Fotofiniş kadar iyi olan bir öykü. Gündüz veya Gündüz gibi para kazanmak için yollar arayan insanların nasıl bir anda ideolojik bir baskının içinde olduğunu aktaran harika bir öyküydü. Tek başına bir film olur. Anam Ateş Babam Kor yazarın farklı edebi türleri öyküde birleştirdiği bir öykü. Adeta bir masal okuyorsunuz ancak dili itibari ile seciler kullanılmış bu yanıyla destanı andırıyor. En son öykü Hangi Şeyler, yazarın artık günah çıkardığı ve bence var olan kaotik dünyadan ne kadar sıkıldığını biz okurlarına belki de kendisine aktardığı bir öykü denemesi. Zamane terimler bombardımanı. Anlamsız birleşmeler odağı. Tıpkı bugün gibi. Tıpkı dün gibi. Tıpkı yarın gibi. Daha nicelerine.
Teklifinizle İlgilenmiyorum
Teklifinizle İlgilenmiyorumBaşar Başarır · Can Yayınları · 201341 okunma
·
102 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.