Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

108 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 saatte okudu
"BEN ARTIK YAŞAMA KATLANAMIYORUM"/ YA SİZ ?
"Ben artık yaşama katlanamıyorum. Yapamam" Kitabın orta sayflarında geçen bu cümle aslında kitap hakkında , karakterlerin iç dünyası hakkında ,okuyucunun şu anki hali hakkında yeterince bilgi verir nitelikteydi. Yazara katılmakla beraber sanırım yaşamın da bizlere katlanamadığını belirtmem gerekiyor. Son zamanlarda nitelikli ve etkileyici eserler bulmakta zorlanan biri olarak eserin kitap açlığımı dindirdiğini söylemeliyim. Kitabın henüz ilk sayfalarında Rus romanları esintisi görebilmek mümkün. Ve açıkçası son zaman yazar ve şairleri çalakalem bulmama rağmen yazarın keskin bir fark ile bu kategoriden sıyrılması beni sevindirdi. Yazarın dilinin ağdalı olmamış olması okuyucu tarafından kitabın anlaşılmasını oldukça kolay kılacaktır. Bununla birlikte karakterlerin bilinmez dünyasından da kopamayacak bir okuyucu kitlesi olacağı su götürmez bir gerçek. Tabi kaliteli eserlerin kaliteli okuyucu kitlesini bulmakta oldukça zorlandıklarını göz önüne aldığımızda bu eserin de tozlu raflarda kalma ihtimalinin yüksek olduğunu saptamak zor değil. Öyleki yazarların unutulmuşluğu, yazarların değersizleştirilmesi ve çoğu kez anlaşılmadıkları üzerine kitaptaki vurguların güzelliği oldukça önemli olsa gerek. Sahiden de öyle değil midir? Kaliteli eserlerin okuyucu ile buluşmaması ve popüler kültürün azizliğine uğraması zaman içerisinde aslında kitapla beraber yazarın da tozlu raflarda yerini almasına sebep olur. Son birkaç yıldır hemen hemen herkesin yazarlık vasfına büründüğünü zannetmesi de edebiyat açısından artık kitapların bir çöp yığınına dönüşmesinden başka nedir ki? Nerede kalmıştım.... Yazarın kalitesinden.... Evet, yazarın her cümlesinde kalite kokusunu alabilmek mümkün. Cemal Kaya'nın kendi içerisindeki ikilemleri, çıkmaz sokalarındaki o sakin koşuşturmacaları, herkesin hayatına gözlemci olarak bakarken kendi hayatına yabancılaşmasını, günlerine anlam ararkenki anlamsızlığını, aydınlatmak gayesiyle uyandığı her sabahı karanlığa mahkum edişini ama aynı zamanda bunlara rağmen elinden kayıp gitmeyen o dinginliğine şahit olmak büyük bir zevkti. Karakterin "kötü bir insan olmamak için elimden geldiğince çaba gösterdim" dedikten sonra " dünya böyle berbat olduğu sürece kötümser olmak da kaçınılmaz olacak" deyişi aslında içten içe her birimizin kötüye evrilişini çok güzel anlatıyor. Kötü olmamak için çabalarken bile aslında çabanın kötü olduğunu göremiyor oluşumuz değil miydi Dostoyevski'ye "İnsana saygımı korumak için insanlardan uzak duruyorum." cümlesini söylettiren. Belki de doğamızdaki kötülüğü def etmek yerine onunla barışmayı tercih etmeliydik. Zira yazarın da deyimiyle " kaç iyinin içinden canavar çıktığını düşünürsek, bir iyinin içinden sıradan bir insanın çıkmasından da pek etkilenmeye gerek yoktur." Cemal Kaya'nın yalnızlığına dönecek olursak Dostoyevski'den hayli etkilendiği de seçenekler arasında. Yalnızlığı da tartışılır tabi. "Kaçtığı kendi miydi yoksa gerçekten insanların içerisindeki kendi miydi? "diye sorguladıktan çok kısa bir süre sonra karakterimizin olaya " insanlardan uzak durabilmeyi başarmakta güzel bir tadın var olduğunu öğrenmiştim ben." şeklinde açıklama yapmasıyla öğreniyoruz ki insana yine en çok zararı bir insan veriyor. Karakterimizin insanlardan bir o kadar uzak durmayı isteyip aynı zamanda "Herkes yaşamayı biliyor. Bir ben bilmiyorum." diye serzenişte bulunması da kendi hapsettiği dünyada yaşamına son vermesinden kaynaklı olsa gerek. Öte yandan herkesin yaşadığını bildiğini düşünmemekle birlikte herkesin herkesi taklit ederek takvimleri devirdiğini söylemem gerekiyor. Yaşamayı bilen birine henüz rastlayamadı insanoğlu. Bu konuda yazar da bana hak veriyor olsa gerek ki "her birimiz köşemize sinmiş,öylece yaşayıp gdiyoruz. Acıyı da yaşamı da tahayyül etmekle yetiniyoruz.Hiçbirine gerçekten dokunamıyoruz." diye ekliyordu. Umarım bir gün gerçekten "öyle" bir yaşam yaşamıyor oluruz her birimiz. Kitapta yer alan ve ikinci okuyuşumda farkına vardığım toplumsal cinsiyet ekseninde kadın konusu da gizliden gizliye ama bir o kadar etkileyici bir şekilde işlenmişti. Bir diğer karakter olan Arzu'nun sevgilisi tarafından şantaja uğraması da aslında toplumumuzda oldukça fazla olan siber zorbalık türlerinden belki de en önemlisi. Kadınların uğradığı her türlü haksızlıktan sonra bir de güven duygularının bu yollarla zedelenmesi içler acısı. Okuduğumda ara ara aklıma Didem Madak'ın " kadınım ben şiirlerden çok küfürlerde geçti adım" deyişi geldi. Sahiden de kadın artık toplumun her kesiminin mezesi durumundan ibaret olmaya başladı. Ve yazarın Arzu'yu, Arzu gibi nice kadınımızı unutmaması da bir o kadar gönül hoşluğu yarattı. Toplumsal cinsiyet ekseni demişken sadece Arzu ile sınırlı kalmayan yazarımız Yasemin'e de ayrı bir parantez açmış. Toplumda baskı ve şiddet ile unutturulmak istenen o kadar çok kavram var ki ve toplum o kadar güçlü ki bazen duvarları aşmaya çalışırken duvarların altında dahi kalınabiliyor. Yasemin de bunlardan biri. Toplumun eşcinsel bireylere yönelik sansüründen oldukça zede almış ve içindeki umudu yavaştan yavaştan kaybetmeye başlayan biri. Aslında çoğu kez toplumdaki yabancılardan ziyade en yakınımızdakikilerin bakışları bizleri yaralar. Yasemin' de de aile faktörüne değinen yazar bunun betimlemesine muazzam bir şekilde değinmiş. Cemal Kaya- Arzu- Yasemin üçgeninde çarpık ve klasik aşk ilişkilerinden ziyade insan ilişkilerindeki hassasiyete, saygıya, arzuların terk edilişine, sevginin peşinden sürüklenemk yerine sevgiyi sürükleme çabasına değinen yazar, yer yer okuyucu ile sohpet ederken yer yer okuyucuya yorum yapma fırsatı dahi sunmamış. Belki de daha çok bilinç akışı tekniği ile okuyucunun kendi ile yüzleşmesini diledi. Belki okuyucu kitapta hiç yer bile almadı. Belki okuyucu yazarın ta kendidir. İnsanının sevilme ve değer görme ihtiyacına yönelik olarak "İnsanların tümü böyleydi. İçlerinde en ufak bir ölüm isteği bile varsa bunun tek nedeni,ölünce anlaşılacakları yönündeki bu arzuydu. İnsanın anlaşılacağı günü göremeyeceği bir gün olması ne acı!" diyordu. İşte okuyucunun kitabın başrolü olduğu alıntılardan... İnsan ölünce anlaşılmak umuduyla mı ölmek arzusundaydı yoksa var olmak umuduyla mı ölmek arzusundaydı ? diye sorguladığım uzun bir andı. Sanırım cevabı göreceli. Belki de ölüm bunların hiçbirinin cevabı değildir. Kitapta sevgi esintilerinin tatlılığından dem vurulduğu zamanlarda herkesin bir an satırlara dalıp gideceğinden şüphem yok. Bizdeki sevginin yansımasını kitapta çırılçıplak göstermeyi tercih eden yazarımızın başarılı olmadığını söylemek haksızlık olur. Sahiden de her birimiz "buna her ne derseniz deyin, bir insanla herhangi bir bağa sahipsem, onun mutluluğu için yapamayacağım bir iş yoktur." deriz ilişkilerimizde. Evet, en büyük hatayı da burada yapıyoruz. Biri için kendimizden en üst düzeyde ödün verip yok oluşumuza zeminler hazırlıyoruz. Sonra da hasta insanların hasta ettiği birer insan oluveriyoruz. Halbuki yazar ne güzel açıklamış formülü "Bir kimse ayrılığı ve sevilen kişiden yoksun olmayı göğüslemeyi başardığında, bunları olgunlukla karşıladığında, sevilen kişiyi özgür bıraktığını sanar ancak asıl özgür bıraktığı, bunun farkında olmasa da kendisidir. " Üstüne söylenecek bir söz var mıdır, sanmam. Kalemine sağlık. Her bir satırından sonra düşüncelerime mani olamamama vesile olduğu için
Varol Mengüverdi
Varol Mengüverdi
'ye... Yeni bir kitapta kendisiyle konuşmak biliyorum ki beni mutlu edecektir.
Kuşku
KuşkuVarol Mengüverdi · Luna Yayınları · 20226 okunma
··
74 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.