Bir Amerikan Trajedisi
Frank; 29 yaşında evlenmiş, kendince erken yaşta baba olmuş, istemediği bir işte çalışan, beklentilerinden ve hayallerinden vazgeçmiş bir adam.
April; Frank’ın büyüsüne kapılmış, sakin bir hayat yaşayabileceğine kanaat getirip, küçük bir kasabaya yerleşmeyi kabul eden, aslında içten içe hayatı sorgulayan ve farklılıklar arayan bir kadın.
Bir partide tanışan April ve Frank evlenmeye karar verirler. Şehrin biraz dışında ‘Bağımsızlık Konutları’ adı verilen yerleşim yerinde yaşarlar. Frank, babasının yıllarca çalıştığı Knox şirketinin pazarlama bölümünde çalışmakta ve pek memnun olmasa da, hayatın getirdiği zorunluluklardan dolayı her sabah trenle işine gelip gider. April ise; evde iki çocuğu ile ilgilenen, aynı zamanda, amatör bir tiyatro kulübünde rol almaktadır. Bulundukları çevrede farklı gözüken çifte, bu farklılıklarından dolayı herkes tarafından saygı duyulmaktadır. Normal seyrinde devam eden hayatları, April ve grubunun sergiledikleri bir tiyatro oyununun kötü geçmesiyle farklı bir yola sürüklenmeye başlar. Hiç beklemedikleri bir anda hayatı ve birbirlerini sorgulamaya başlarlar.
Frank ve April geçmişlerinde sindirdikleri yaşamlarından dolayı, birlikte kurdukları hayatlarında da birer tiyatro oyuncusu gibilerdir. April’in hüsranla sonuçlanan tiyatro oyunu deneyimini yaşamasalardı, belki de gerçek hayatlarının içindeki karşılıklı oyunlarına devam edeceklerdi. Fakat hayatta; kartlar er ya da geç açılır. Eşi’nin, 29 yaşında son bulan hayallerini gerçekleştirmek için Fransa’ya yerleşme teklifini sunan April’in, asıl amacı kendi zincirlerini koparmak arzusu olabilir miydi? Peki ya Frank’ın bunu kabul etmesindeki amacı kendi özgürlüğü müydü?
Karmaşık gibi gözükmese de; insanı düşüncelere yönlendiren birçok olgu var kitapta. Anlaşır gibi gözüken iki karakterin 3. bir bebek haberiyle değişen fikirleri siz okuyucuları da derin bir karmaşaya sürüklüyor ve ben olsaydım ne yapardım (?) sorusuyla burun buruna getiriyor. Dönüp geriye baktığınızda yaşanan her şeyin geçmişten bir izle örtüştüğünü görüyorsunuz. Sona yaklaşmışken başa dönmek gibi.
Yazar bir röportajında; ‘’İlle de aranacak olursa, sanıyorum oldukça basit bir teması var eserlerimin: İnsanların çoğu kaçınılmaz bir şekilde yalnızdır ve bu onların trajedisidir’’ demiş. Kitabın son sayfasını çevirip, kapağa ulaştığınızda bunu fazlasıyla düşünmeye başlıyorsunuz.
Yazar, büyük bir hayal kırıklığına yol açan bir evliliğin trajedisini bize sunarken; aslında kapılar arkasındaki yalnızlıkları, gösterişli evlerin kapılarından büyük bir gülümsemeyle çıkan bireylerin çevrelerini değil de; aslında alenen kendilerini kandırdıklarını gerçekten ustaca bir kurguyla bize sunmuş. Hayallerle gerçekler arasındaki o ince çizgiyi görmek isteyen ve aslında günümüzde hala hepimizi saran o sıkışmışlığın, bugün bile hala var olduğunu görmek adına herkesin okuması gereken bir kitap.
Keyifli okumalar..