Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Yalnız Türkiye'de millileştirmeler, sermaye karşıtı sol-ideolojik bir muhtevadan yani sınıf çelişkisinden ziyade; iktisadi milliyetçilikten kaynaklanmıştır. Kaldı ki, bir kısmı Lozan Antlaşması'ndan kaynaklanan dolayısıyla bir zaruret olan millileştirmeleri de doğru bulmayanlar ve yabancı sermaye yatırımlarını savunanlar da o tarihte de vardı: "Osmanlı saltanatı yabancı sermayeden belki korkabilirdi çünkü kapitülasyonlar vardı. Sermaye ile birlikte siyasi nüfuzun dahil olacağı korkusunun, bazı kalplere endişe vermesi mümkündü. …Harbi Umumi ilan edildiği vakit ne Bandırma demir yoluyla İzmir Şimendiferini yapan, ne de Aydın Şimendiferinin sahibi olan, ne İstanbul rıhtımlarına sermayesini koyan Fransızlar, İngilizler ne de diğer hususi teşebbüs sahipleri bu teşebbüslere bir zarar vermediler. Teşebbüsleri, memlekette bırakarak çekip gittiler. … Kapitülasyonların mevcut olmadığı bu devrede ise adil ve hak dairesinde yerli ve yabancıya karşı aynı muameleyi yapan, bunları aynı kanuna tabi tutan bir hükümetin yabancı sermayesinden hiçbir korkusu olamaz. Bizim için asıl tehlike bizim yabancı sermayeden korkmamız değil; yabancı sermayenin bizden korkmasıdır." Bu muhalif görüşe göre; ülkenin en harap ve yoksul döneminde millileştirme politikasının güdülmesi, dış borç ödemeleri ile birleşince; zaten kıt faktör olan sermayenin ihracına yol açmış ve yabancı sermaye yatırımlarını durdurmuştur. Ayrıca sadece mali ve fiziki sermayeden değil; iktisadi teşebbüs ve örgütlenme bilgisinden de mahrum kalıyorduk. Her ne kadar millileştirmeler, iktisadi milliyetçiliğin ürünü iseler de; İngilizlerin bizi iktisaden çökertmek için planladığı ağır borç servisi ödemelerini, kendi isteğimiz ile katlamış oluyorduk. Nitekim H. Saka'nın 1936'daki ifadesine göre yılda {6 milyon TL (dış borç servisi)+6 milyon (millileştirmeler) =} 12 milyon TL'lık sermaye ihraç ediyorduk. Eğer bu tutarı 1933 GSMH'na oranlarsak (12/1150 =) Milli Gelirin % 1'ni döviz olarak ihraç ediyorduk. Bir bakıma böylece İngilizler'in, bizi ya dış borçlanmaya başvurmaya ve kendi isteklerini kabule veya zaten ağır olan vergi yükünün artırılması ile kalkınmadan vazgeçme arasına sıkıştırma planına uygun hareket etmiş sayılırdık. Ancak Sovyet dış yardımı ile bu cendereden kurtulduk veya kurtulduğumuzu sandık ve daha sonra Batı ülkelerinin (İngiliz+Alman +Italyan) kredileri, Sovyetler ile rekabet için açıldı. Millileştirmelerin, devleti işletmeciliğe sokarak, devletçilik hareketini başlattıklarından; devletin ticari işlevler üstlenmesi ile vergi mükelleflerinin birikimlerinin/ milli sermayenin israfina yol açtığı iddiası da mevcuttu. Nitekim Maliye. Hükümetin Nazırı Cavit Bey daha 1924 yılında şöyle demektedir istirakine gelince bazı haller müstesna bazı islere izin verilebilirse de: bunu genel bir kaide derecesine çıkarıp, suistimal etmemelidir. Hükümetin sermayesi yoktur. Şirketlere vereceği para vergi namıyla halktan alınan paradır. Bu para şirketlerden evvel, memleketin tatmin edilecek sonsuz ihtiyaçları için düşünülmelidir. Bundan başka hükümetin iştiraki davet edeceği müdahaleler dolayısıyla da sermayedarlarca çoğunlukla hoş görülmez." Muhtemelen yapılması gereken; millileştirmelerde, bu imtiyaz sahibi yabancı işletmelerin; devletleştirme yerine; İş Bankası, Koç, Tatko, F .Eczacıbaşı gibi müteşebbis veya mali kurumların öncülüğünde özel sektör konsorsiyumuna bedelleri ileride kârlarından ödenmek üzere satışları/devirleri yani özelleştirilmeleri ve/veya yerli-yabancı ortaklıkların kurulması idi. Ancak toptan millileştirmeleri ve/veya devletleştirilmelerini Besim Tibuk gibi bugün de eleştirenler vardır. Dolayısıyla millileştirmelerin ekonominin doğal seyrine terkedilmesi, milli sermaye birikiminin ve milli teşebbüs arzının artışına paralel olarak; tedricen ve kendiliğinden gerçekleşmesi ve ihraç ürünlerinin ise en sona bırakılması tezi de vardır. Böylece KİGEM ve Türk-İş in özelleştirmeye karşı millileştirmeleri, karşıt-tez olarak kullanması, aslında hem geçersiz hem de yanlıştır: Zira millileştirmeler o gün için bir zaruret olsalar dahi; devletleştirme tek seçenek değildi ve millileştirmeleri Lozan'ın bir uzantısı olarak uygulayan Inönü hükümetlerinin, bu politikasına karşı zamanla siyasi bir muhalefet çizgisi de oluştu. Önce İttihatçılar (Teceddüt Fırkası: Cavit Bey, H. Cahit, Hamit Bey vb.), daha sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Karabekir, Orbay, Adıvar) nihayet Serbest Cumhuriyet Fırkası (Okyar, Ağaoğlu,Conker) bu muhalefeti sürdürdüler. Bu muhalefet çizgisi Bayar ve Menderes ikilisi ile DP'de de devam edecektir. Lozan'daki Curzon ve Ingiliz emperyalizmi, muhtemelen İnönü'yü aşırı ihtiyatlı olmaya sevk etmiş olabilir. Dolayısıyla İsmet Paşa daha sonra gerek kalkınma konusunda ve gerekse dış politikada (II. Dünya Savaşı, On iki Ada, Kıbrıs vb.) risk almaktan kaçındı. Nitekim İ.İnönü, C.Bayar'ın başvekillikten azlini şöyle gerekçelendirmektedir: "Asıl mesele Celal Bayar'ın mali ve iktisadi politikası idi. Demagojiye falan yer vererek başlamış bu politika, hiçbir esasa istinat etmiyor, devletin mali vaziyeti aslında harap oluyordu. Ticaret, milli para altüst olmuştu. Bütün bu ahvalin, hatta hükümet azasından beri gizli kalması bir senedir sürüyordu." Bu beyanlardan çıkartılacak sonuç; Tek Parti döneminde iktisadi ve mali politikalar, başvekilleri ve hükümetleri getirip götürüyordu ve maliye politikası saydam değildi.
Sayfa 110 - Maliye BakanlığıKitabı okudu
·
132 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.