Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

144 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Yazar Virginia Woolf’un eserlerinden yola çıkarak bir kurgu yaratmıştır. Woolf bir grup öğrenciye yazarlık dersi vermektedir, orada sunduğu önerileri aşağıda derledim. “Bir roman yazarının en temel tutkusu, olabildiğince bilinci dışına çıkarmaktır.” Mantıklı düşünmeyi bırakın yani. Bir trans haline girin ve sadece yazın. “Öğrencilerinin üretkenliklerini baltalayacak her türlü duygusal tuzağa karşı onlara cesaret aşılamak zorundaydı. Kavga etmeye hazır olmalıydılar, özellikle de kadınlar. Yavaşça, gayet ciddi bir ses tonuyla, öldürmeye bile hazır olmaları gerektiğini söylüyordu.” Öldürmek mi? diye düşünebilirsiniz, öğrencileri de öyle düşündü. “Acımasız ve zararlı bir yaratık olan Evdeki Melek'i öldürmeye hazır olmalısınız. Bu melek, benliğinden vazgeçmiş, herkesin ihtiyacını kendininkilerin önüne koyan, kendi işinin ehemmiyetsizliğine inanan fedakâr bakıcıdır.” (s.17) Bir başka durum da yazarak değerlendirilmesi gereken zamanları kaybetmemek. İnsanın aklına sürekli bir fikir gelir ve önemli olan o an direkt yazıp kalıcılaştırmaktır. Bunun için de yanımızda sürekli not defteri tutmamız gerektiğini söyler. Aklımıza geldiği an yazmaya başlamalıyız. Bu arada sadece aklımıza geldiği an değil, genel olarak sürekli yazmalıyız. Aklımıza hiçbir şey gelmese bile. “Aklımıza bir şey gelmiyorsa nasıl yazacağız ki?” diye düşünür öğrenciler haklı olarak. Woolf da der ki; “Sadece yazın... Saçmalayabildiğiniz kadar saçmalayın. Aptal olun, duygusal olun, Shelley’yi taklit edin. İçinizden gelen her ses kulak verin, dizginleri anlık arzulara bırakın. Dilbilgisi kurallarını, edebi ön kabulleri ve söz dizimine dayalı kuralları boş verin. Kırın, dökün, devirin. Kendi keşfiniz olsun, olmasın, her türlü kelimeyi kullanın. Nazım veya nesir biçiminde ya da aklınıza gelen abuk sabuk, anlamsız sözlerle oluşturduğunuz gelişigüzel metinlerle öfkelenin, sevin, alay edin. Ta ki yazmayı öğrenene kadar...” (s.19) Bir başka öneri tabii ki günlük tutmak ve düzenli yazmak. “İçinizden geldiği gibi yazın. Her gün veya gün aşırı yazabilirsiniz. Önemli olan istikrarı korumaktır.” Tek bir doğrunun olmadığına ve herkesin kendine özel bir ritminin olduğuna inanıyor Woolf. “Ben bazen bir oturuşta sayfalar dolusu yazıp sonra günler boyu tek bir kelime dahi yazamıyor, sonra yeniden büyük bir tutku ile yazmaya başlıyorum. Ben bu şekilde üretiyordum. Siz de zamanla kendi ritminizi bulacak ve onu sürdüreceksiniz.” Mükemmellik anlayışına da karşı çıkar. Özellikle yazarlığın başındaysak hiç umursamamalıyız, sadece taslak fikir oluşturmaya bakmalıyız. “Özellikle öğrenme aşamasında yazmayı çok ciddiye almamalısınız. Her kelimenin mükemmel olması zorunluluğuna inanmak yazdıklarınızı iyileştirmez, onları felce uğratır. Birkaç taslak yazın ve onları mümkün olduğunca serbest bırakın. Kendi sınırlarını kendileri çizsinler. Yazdıklarınızı asla sansürlemeyin.” “Bu notların asıl amacı, bir yazar olarak gözlem gücünüzü arttırmak, kulağınızı hassaslaştırmak ve zihninizi yazmak için hazırlamaktır.” (s.21) “Kendinize kötü yazma hakkı tanıyın.” Modern yazarları böyle lüks ortamlarda, kendiyle inzivaya çekilmiş, büyük evlerde, sanatla haşır neşir olan odalarda görürüz ya; ya da bize öyle lanse edilir. Biraz geçmişte bu tam tersidir. Neyse Woolf bu anlayışa da karşı çıkar. Kendisi ilk yazmaya başladığında küçük, dağınık, rutubetli bir kiler odasındadır. “İşinize yaradığı müddetçe çalıştığınız yerin nasıl olduğu mühim değildir.” “Tek ihtiyacınız yalnız kalmayı başarmak ve üretkenliğinizi pekiştirecek rahatlığı sağlamak.” Tabii şu da var; ne kadar küçük, kullanışsız, kötü kokulu olsa da çalışma alanımızda bize ilham verecek şeyler olmalı. Bu ufak bir obje, bir resim, yazı veya bir çiçek de olabilir. “Çalışma alanınızın yalnızca size ait olduğunu hissetmeniz için ilham verecek resimler veya alıntılar kullanabilirsiniz.” Her ne kadar çalışma alanı dezavantajlığından bahsetmiş olsak da eğer elimizde normal koşullarda bir oda varsa bizim kim olduğumuz odamızdan bellidir der Woolf. Karakterimiz odamızdır. Biriktirdiğimiz objeler kişiliğimizdir. Peki siz nasıl birisiniz? Eğer yakınımızda varsa mutlaka bir yazarın evine gitmemiz gerektiğini önerir (müzeye çevrilenler var). İstanbul’da olan bazı yazar evleri: Sait Faik Abasıyanık Müzesi, Burgazada Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi, Heybeliada Reşat Nuri Güntekin Müzesi, Büyükada Aşiyan Müzesi, Tevfik Fikret, Bebek Yahya Kemal Müzesi, Beyazıt Ahmet Hamdi Tanpınar Müzesi, Fatih Orhan Kemal Müzesi, Cihangir Kemal Tahir,Kadıköy Diğer illerde olanlar; Rıfat Ilgaz Kültür ve Sanat Evi, Kastamonu Ziya Gökalp Müzesi, Diyarbakır Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi, Diyarbakır Necati Cumalı, İzmir Bir iş yapmak için birilerinin önerilene ihtiyaç duyarız ya hep. Bir kalıba girmek isteriz. Korkarız biraz da hata yapmaktan, denemekten. Sonra bir başkası gibi oluruz, kendimiz olmayız. Başkasının kopyasıyızdır çünkü. Bu da orijinalliği, yeniliği, farklılığı, özgünlüğü alır elimizden. Böyle olmamalıyız işte. Başkalarını da dinlemeli ama kendimize göre olanı bulmalıyız. Ya da uyarlamalıyız bir başkasını. “Başkalarının iyi yazmaya dair fikirlerini benimseyip ona göre yazmak en alçakça ihanettir. Kendiniz olmak her şeyden daha mühimdir.” (s.42) He şu da var ki size karşı gelen, özgüveninizi düşürmeye çalışan, aşağılayan, küçümseyen insanlar çıkacak. Mutlaka çıkacak çünkü insanoğlu sevmez kendinden iyi olanı. Bir şeyler deneyeni. Evde oturup düzenli hayat yaşamayanı sevmez. Monotonluk sever. “Kimse sonunda ne olacağını, neyin ayakta kalacağını bilemez. Öyleyse neden kendinizi başkalarının düşüncelerine göre kısıtlayasınız?” (s.41) “Yazarlara işlerini geliştirmek hususunda yardımcı olmayacaksa eleştirilerin ne yararı var ki?” (s.43) Eleştiriyle hakaretin aynı şey olmadığını da hatırlatmak isterim. İlk başta yazmaya başlarken kuralları falan umursamayın dedik ama iş yayımlamaya gelince değişiyor. O zaman tüm kurallara, yönergelere dikkat etmek gerekiyor. “Yazı hakkında öğrendiğiniz her kuralı not edin.” diyor Woolf ve arından özgünlüğünü konuşturuyor; Kuralı çiğneyin. Büyük harf kullanmayın, zamansız ve mekânsız yazın. Deneysel yazma çalışmaları öneriyor bize. Alın bilinen bir hikâyeyi değiştirin. Farklı yöntemlerle. Hangi yöntem daha çok hoşunuza gitti? Bir de olmaz olmaz yürüyüş var tabii. Ünlü düşünürlerin birçoğu yürümeye bayılırdı. Bunlardan biri de Woolf. Yürüdükçe beyin harekete geçiyor diyor –ki bilimsel olarak beynin yakın yerleri o an çalışıyor- gözlem diyor, kendinizi dinlemek, düşünmek. İlla bir şey çıkar ortaya. Woolf’un sevdiği bir oyun varmış, bence çok ilgi çekici ve yaratıcı. Gördüğü insanlara hayat uydururmuş. Görünüşünden, oturuşundan, yürüyüşünden, duruşundan onun nasıl biri olduğunu hayal edermiş. Alın size karakter oluşumu. İyi bir yazar olmak için önemli etkenlerden biri de okumak. Woolf da çok okurmuş. Hatta babası bir gün hakkında “Vaktinin hatırı sayılır bir bölümünü kitaplara ayırıyor, zamanla gerçek bir yazar olacak.” demiş. Ne kadar duygusal değil mi? Woolf da bize okumamızı önerir ama kitap önermez. Önermeyi de yanlış sayar. Herkesin damak tadı aynı mı ki sevdiği tür aynı olsun, der ve kendi zevkimizi kendimizin bulmasını ister. Bunun için de tabii her türden okumak gerekir. Sadece “iyi” kitaplar okuyun, anlayışı vardır ya; Woolf buna karşı çıkar. Özellikle kötü kitaplar okuyun der. Neden kötü olduklarını anlayın ki siz yapmayın. Neyin doğru olduğunu öyle anlayın. Bir yazarın iyi olabilmesi için mutlaka bir otobiyografisini yazması gerek, der aynı zamanda. Önce kendini tanımalı, kendini bilmeli ki insan bir başka karakter oluşturabilsin. Otobiyografinin kuzeni olarak da deneme türünü görür. Hem de tehlikeli bulur. “Çünkü deneme, omurgası fikirlerden oluşan bir türdür.” der. Fikir sağlam olmadıkça yazmak da çok tehlikeli kaçacaktır. Bunun için de çok iyi bir gözlem, tutku ve inanç gerekmektedir. Metafor kullanımına da dikkat etmemiz gerektiği söylenir. Bir yazıyı sıkıcılıktan kurtaran şeydir metafor. En sevdiğiniz kitabı hatırlayın. Okumaya nasıl karar verdiniz? Okurken neler hissettiniz? Bunların hepsini yazmamızı ister Woolf. “Kitabın ruhunuza hitap eden yanı neydi?” Bir başka şaşıracağınız şey: Otuz yaşına gelmeden hiçbir şey yayımlamayın. Çok karşı çıkılacak bir düşünce değil mi? Bunun nedeni olarak da daha fikirlerimizin tam oturmadığını söyler. Yayımladığımız her şey geleceğimize bir tehdit oluşturur aynı zamanda. Bir de daha genç olduğumuz için çevreden çok etkileniriz ve onların kuklası olabiliriz bir zaman sonra. Bir bakmışız istediğimiz için değil de istedikleri için yazıyoruz. He tabii hiç yazmayın demiyor. Tersine yazın, biriktirin ama yayımlamayın. Gözlemden bahsetmiştik. 7 gün boyunca her gün dışarı çıkın ve gördüklerinizi not alın der Woolf. Aileniz içinde geçen komik bir anıyı not alın. Eleştirileri not alın. Bir konuda en fazla ne kadar yazı yazabilirsiniz? Aynı konuda 20 tane farklı şey yazın diyor yazarımız. Hangisi daha güzel? Kendi sınırlarınızı ve hayal gücünüzü zorlayın. Bir de unutmadan sıkılmamanız gerektiğini hatırlayın. Çünkü yazdığınız bir yazıyı sürekli okumanız gerekecek. Özellikle sesli. Sonra tekrar düzenle ve tekrar oku. Alıntılarla birlikte olabildiğince anlatmaya çalıştım kitabı. Eğer önerilerini faydalı bulduysanız kitabı da edinin mutlaka çünkü yazmadığım daha çok şey var...
Virginia Woolf'tan Yazarlık Dersleri
Virginia Woolf'tan Yazarlık DersleriDanell Jones · Timaş Yayınları · 2020333 okunma
·
153 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.