Gönderi

221 syf.
9/10 puan verdi
·
Liked
"Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır." Mustafa Kemal Atatürk "Köy Enstitülerinin kusurlarını bana verin, başarıları sizin olsun." Hasan Ali Yücel Birisi Cumhuriyetimizin kurucusu, diğeri son derece önemli bir eğitim neferimiz olan olan, ülkemizin yetiştirmiş olduğu iki büyük adamın bu sözleri ile giriş yapmak istedim. Bu sözlerdeki meslek ve kurumlara sahip çıkamamış olmamızın bizleri nasıl derin felaketlere sürüklemekte olduğunu kendi gözlemlerim ve kişisel kanaatlerim özelinde sizler ile paylaşmak istedim. Öncelikle Köy Enstitülerinden başlamak gerekirse biraz buna neden ihtiyaç duyduğumuza göz atmak isterim. Bu sebeple de Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarına gitmemiz gerekir. Cumhuriyet'in ilan edilmesi ve ilerleyen dönemlerde getirilmiş olan harf inkılabı ile birlikte, yüzde yedi civarında olan okuryazarlık oranımızı artırmak hem de çağa uygun bir alfabe ihtiyacı bir zorunluluk haline gelmişti. Ayrıca Cumhuriyet'in ilanı sırasında halkın yaklaşık yüzde sekseni köylerde yaşamaktaydı ve bu bölgelerde halk okuma yazmadan yoksundu. Bu sebeple ilan edilen cumhuriyet aslında belirli bir kitlenin hegamonyasında kaldı. Cumhuriyeti köylere sokmamız lazımdı. Bunun da yolu iki şekilde olabilirdi. Bunlardan birincisi topraksız köylüye toprak dağıtmak, ikincisi ise eğitim yoluyla olabilirdi. Köylüye toprak dağıtma kanununa birazdan değineceğim fakat öncelikle Köy Enstitülerinden bahsetmek istiyorum. 1940 yılında Köy Enstitüleri kuruldu ve hızla öğrenciler okutuldu. Bu derslerin yanında el becerilerinin geliştirilmesine yönelik çalışmalar da yaptırılıp ilgi alanlarına göre sanat veya spor alanlarında gelişim göstermelerine ağırlık verildi ve bu dönem pek çok aydınımız bu enstitüler içerisinden yetişti. Bu aydınlarımızdan bazıları şunlardır: "Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Dursun Akçam, Osman Şahin, Talip Apaydın, Behzat Ay, Mehmet Başaran, Ümit Kaftancıoğlu vb.. " onlarca değerli aydınımız bu kültürün içerisinden yetişti. Kendilerini yetiştirdikten sonra da pek çok gencimize yol gösterici oldu. Köylünün gözleri açıldı. Yaklaşık 15 bine yakın mezun verdi Köy Enstitüleri. Bu mezunlar ülkenin aydınlığını yukarı çekmek için ülkemize ivme kazandırmışken bu kurumlar "komünist yuvası" ve "kız erkek beraber okuyor" gerekçeleriyle kapatıldı. Toprak ağaları Köy halkının yavaş yavaş bilinçlendiğini görüp tedirgin olmaya başlamışlardı. Bu durum üzerine bu ağalar birleşip Adnan Menderes'i ziyaret ettiler. Bu kurumların kapatılması karşılığında aşiretlerinin oylarını kendisine vereceklerini bildirdiler. Nitekim istedikleri oldu, bu kurumlar bir daha açılmamak üzere 1954 yılında kapatıldı.Ayrıca oy ödülü olarak da o zamanki ağalardan Kinyas Kartal Van milletvekili seçildi. Toprak reformu meselesine gelecek olursak Toprak reformu, Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk döneminde başlatılan ve topraksız köylüyü topraklandırmak amacıyla gerçekleştirilmek istenen bir uygulamadır. Bu uygulamayla Doğu Anadolu bölgesindeki aşiretlerin devlet karşısında güçlerini kaybetmeleri de amaçlanmıştı.İkinci Dünya Savaşı yıllarında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün girişimleriyle ülkedeki ekonomik durgunluğun giderilmesi maksadıyla bir kez daha Toprak Reformu gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunuyla büyük toprak sahiplerinin mülklerinin bir kısmının topraksız köylüye dağıtılması düşünülmüştü. Toprak Reformu Kanunu 11 Haziran 1945 tarihinde çıkarılmıştır. Kanunun hazırlık aşamasından itibaren özellikle TBMM içindeki toprak sahibi milletvekilleri meseleye şiddetle karşı çıktılar. Çıkarılmış olan bu kanuna duyulan tepkinin sonuçlarından biri de çok partili hayata geçişin mihenk taşı olan Demokrat Parti’nin kurulmasıdır. Fuat Köprülü, Celal Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan‘ın imzaladıkları “Dörtlü Takrir” olarak adlandırılan bildiriyle DP’nin kuruluş süreci başlamıştır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu gerek DP’nin kuruluşu esnasında yaşanan muhalefet gerekse dış politikada ortaya çıkan değişiklikler nedeniyle kamuoyunda gereken ilgiyi uyandıramamıştır. Hatta Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile ilgili Meclis görüşmeleri; genel olarak topraksız köylünün toprak edinmesinden ziyade muhalefeti oluşturan isimlerin CHP’yle mevcut sistemi tartışmaya açmasına hizmet etmiştir. Çiftçiyi Topraklandırma kanunu, çiftçiyi rahatlatamamış, İkinci Dünya Savaşı yıllarında alınan ekonomik tedbirlerin de etkisiyle daha da yoksullaştırmıştı.Nitekim bunun sonucunda CHP iktidarı kaybedince, yerine bu bu atılımı gerçekleştirmek için ne yapabiliriz diye düşünmek yerine bunu bir propaganda malzemesi olarak kullanan DP iktidara geçmiştir. DP'nin iktidara geçmesi ile de hızla devletçilik ilkesinden uzaklaşıp liberalizme kaydık. Bu liberalizm ile birlikte dış devletlerden yüklü miktarda yardımlar alarak büyük ölçekli yabancı sermayelerin ülkeye girişine izin verdik. Bana göre Cumhuriyetimizin kırılış noktası tam da bu devletçilik ilkesinden vazgeçip liberalizme yönelmemiz ile aşağı doğru ivmelenerek devam etti. Kendi inancıma göre bizde demokrasi hiç bir zaman var olmamıştır. Olmayacaktır diyemem fakat bunun için mücadele vermemiz gerektiği aşikar. Biz biraz hazıra konduk diye düşünüyorum. Özgürlüğün ne demek olduğunu iyi biliyoruz bence çünkü bu uğurda çok canlar verdik fakat demokrasi konusunda henüz yeterince bir bilince sahip değiliz, çünkü bunu biz elde etmedik. Atatürk bağımsızlığımızın ödülü olarak cumhuriyet ile birlikte bunu bize kazandırdı. Bu kazanım yeterli derecede bilinçli ellerde olmadığından kaynaklı da bu eserlerin kıymetini yeterince benimseyip sahiplenemedik. Tüm bu anlattıklarım dışında kitaba dönecek olursam da, sizleri Köy Enstitülü bir yazar ile, Behzat Ay ile tanıştırmak istiyorum. Pek çoğunuz adını dahi duymadınız belki. Oysa en çok duyulması gereken isimlerden biriydi. Toplumsal gerçekçi bir yazardı çünkü, fakat birilerine fazla gerçekçi geldi belki ve bu yüzden sesini kısmaya çalıştılar onun. Yılmadı, gerçekleri en dobra haliyle açıkladı, çünkü ona göre ortada pek çok haksızlık vardı ve boyun eğmeyeceğini şu sözlerle açıklıyordu: *Haksızlığa boyun eğersen şerefini de yitirirsin. (Sayfa 139) Kitap bir ilkokul müfettişinin başından geçen trajikomik olaylardan bahsediyor. "Basri Altınay" karakterin adı, fakat bu kişi aslında malumunuz üzere "Behzat Ay." Kendi hayat hikayesini yazmış aslında Behzat Ay. Hani derler ya hayatımı yazsam roman olur. Sahiden de öyle bir hayat yaşamış yazar. Görev yaptığı bölgelerdeki sorunları korkusuzca dile getirdiği için "komünist" ilan ediliyor, "devlet düşmanı" ilan ediliyor. "Vay efendim, sen nasıl bunları dillendirirsin, seni hain!" diyorlar ona. Köylüden "emekçi" diye bahsettiği için, okumaları için öğretmenlere kitap ve dergi dağıttığı için, ülkemizin geri kalmış bir ülke olduğunu dile getirdiği için ve köylünün halinin perişan olduğunu söylemekten çekinmemesi üzerine hakkında soruşturmalar açıyorlar.Sürgüne gönderiyorlar, sürdükçe sürüyorlar, koskoca devlet, bir tane memuruyla kitap boyunca didişip duruyor. Halbuki köylü emekçi değil mi, üreten değil mi, neden korkuyorlar? Çünkü onları emekçi kabul ederlerse ortada bir emek olduğunu kabullenmek zorunda kalacaklar ve bu emeğin karşılığını da ödemek zorunda kalacaklar, bunu pekala biliyorlar, bu sebeple kulaklarının üstüne yatıyorlar. Geri kalmış olduğumuzu söylemeyi suç görmeleri ise; bunu kabul ettikleri zaman, kendilerinin foyasını çıkaracak olmalarından ileri gelmektedir. Bu sebeple günümüzde olduğu gibi bizi hep "Almanya bizi kıskanıyor," masalları ile avutuyorlar. Çünkü bu düzenden birileri kesinlikle faydalanıyorlar... Öğretmenlik mesleği kutsal bir meslektir. Atatürk'ün öğretmenlere verdiği kıymeti, o ölünce onların elinden alıp meslek onurlarını ayaklar altına almak ne devletimize, ne de milletimize yakışan bir şeydir. Bizler cehaleti ancak öğrenmekle yenebiliriz. Bu, tarih boyunca da bütün milletlerde böyle olmuştur. Bu sebeple elimizden geldiğince okumak, ve ilk adım olarak da bu kitabı okuyup, okutarak başlayabiliriz. Keyifli okumalar.
Sürgün
SürgünBehzat Ay · Tekin Yayınevi · 197521 okunma
··
4 plus 1
·
687 views
ELissa okurunun profil resmi
Çok güzel ve en önemlisi de faydalı bilgiler içeren aydınlatıcı bir inceleme olmuş kaleminize sağlık..
UFUK okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Elissa Hanım, beğenmenize sevindim 🙏
Düşüncenin Gücü okurunun profil resmi
Elbette köylüye öyle bir söz hakkı verilmez, ama köylümüz, halkımız bu kanuna karşı çıkan partiyi destekleyip iktidara getirir.
UFUK okurunun profil resmi
Biz köylüyü eğitemedik, bu bizim en büyük sorunumuz, ben maalesef hala gariban taraftayım. Chp, iktidarının son dönemlerinde halktan kopmuş maalesef, bu da bir gerçek. Bir enerji yüklemesi yapıp, yeniden silkelenme gerçekleştirebilselerdi ve yapmak istediklerini halka doğru anlatabilselerdi iş bu neticelere varmazdı. Nitekim onlar iktidarı kaybettikten sonra freni boşalan kamyon gibi yokuş aşağı yuvarlandık.
1 next answer
Düşüncenin Gücü okurunun profil resmi
Toprak reformuna milletvekillerinin karşı çıkışını anlamak mümkün. Sonuçta onlar ağaların koruyanı, ya halka, köylüye ne demeli , kendi yararına olan bir olayı bile sahiplenmekten aciz. Kendi çıkarını savunanlara kominist damgasını vurmayı marifet sayan bir halk. Halbuki onun komünizm diye dışladığı sistemde insan gibi yaşama şansı var, bu da ayrı bir konu. Çok güzel bir inceleme olmuş. Kalemine, yüreğine sağlık olsun. Teşekkürler 🙏🏻
UFUK okurunun profil resmi
Toprak reformuna toprak sahibi milletvekilleri karşı çıktı, köylünün söz hakkı hiçbir zaman olmadı. Atatürk'ün "Köylü milletin efendisidir," sözü bu topraklarda hiçbir zaman vücut bulmadı maalesef.Komünist damgası vuranlar da ağa ve onun eşi dostu oldu, halkı da bu şekilde galeyana getirdiler her daim. Ağalar, paşalar, şeyhler, dervişler bu toplumun kanayan yarası oldu her zaman. Teşekkürler.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.