Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

limonlu dondurma
İşte böyle kuzum, anlayacağın şu ömrümde pek çok şeye göğüs gerdim. Hani diyor ya Ahmet Arif; aç kaldım, susuz kaldım. Parasız kaldım. Annem, babam, seninle de tanıştırdığım küçük kız kardeşim, üniversite arkadaşlarım, bir masada gülüp eğlendiklerim; benim de figüranlığını yaptığım, kimi zaman ana karakterlerinden olduğum onlarca güzel insanın filmi devam etmemek üzere bitti, hepsi bir bir veda bile edemeden kapısını çarpıp çıktılar şu dünyanın. Her birinde “ Bu sefer dayanamayacağım, nasıl yaşanır böyle hayat?” dedim kendi kendime. Dayandım, dayandım kuzum ve Nilgün Marmara sanarak kendimi, iki adımlık yerkürenin tüm arka sokaklarını görerek yaşadım bu hayatı. Evvela bizzat kendime, ardından herkese ve her şeye meydan okuyarak, dünyanın yüzüne “Ben hala buradayım!” demek inadına yaşadım. Fakat güzel kızım, bu sene daha bir acı esecek sanki kalp donduran fırtınası. Günden güne eskidiğimden midir nedir, kalbim dayanmıyor artık bu soğuklara. Çok, çok keskinleşti; kanımı donduruyor, yüreğimi titretiyor esen rüzgâr. Bir şu kafe var ısındığım, bir de benim fakirhane. Gerçi bir de... Yok yok, uzun sap seyyar ısıtıcımın da ilk halinden eser yok. Öyle sinsi bir soğuk ki, sazımın telleri arasına dahi girmeye başladı insafsız. Şu kor yüreğimden zaten artık zar zor çıkan türküleri yakayım diyorum, onda da köz ediveriyor hepsini. Sen de bilirsin, dayanabileceğimi düşündüğüm, sıcak durmaya inandığım zamanlarda da pek sık konuşurduk bunları; her sabah çekiverirdim üzerime umuttan zırhımı, hiçbir şey baş tutamazdı benimle. Fakat şimdi ne bir parka ne bir kaban fayda sağlamıyor ki! Dayanma gücümün azalması bir yana, bahsettiğim gibi bu sene ayrı bir soğuk hâkim sanki gökyüzüne. Katlin faili şu zamlar olacak ki, havayı ısıtmamak uğruna ant içmişler sanki gözünü sevdiklerim... Öyle işte benim kalbi güzel kızım… N’apalım, yine de bu tahtaları çürümüş takaya bakarak bembeyaz yelkenlerini suya indirme hemen sen. Ben artık kabullendim o güzel günleri göremeyeceğimi. lakin siz asla kaybetmeyin ümidinizi! Ben nasıl yetiştirdiysem, siz de öyle yetiştirin sizden küçükleri. Bulundukları küçük koylardan alın okyanusları gösterin onlara. Savaşın kızım, nasıl savaşılırsa düşmanla kanın son damlasına kadar; işte bu soğukla ruhunuzun, umudunuzun son damlasına kadar öyle savaşın! Hem sen de seversin Nazım’ı. Hiç unutma; her şeye rağmen umudumuz var bizim, umutsuz yaşanmıyor. Rastlaştığımız pek güzel oldu, sıkmamışımdır sizi umarım, gel yanıma güzel kız, söyle bakalım adın ne senin? Hayat… Anasına bak kızını al demişler. Annenden de böyle bir isim beklenirdi zaten. Adın gibi, annen gibi hep hayat dolu ol kızım! Haydi, güzel bakın kendinize, bana uğramayı da unutmayın sakın! Anne kız ihtiyara el salladılar ve kapıya doğru yöneldiler. Kadının kalbine ihtiyarın sözlerinden vücut bulmuş bir hüzün, yüzüne ise eski günleri yâd etmekten doğan bir tebessüm yayılırken minik kızın aklı çoktan soru işaretleriyle dolmuştu. Anne, o adam kim? Akrabamız mı oluyor? Çok tatlı birisi ama dediklerini anlamadım ben, hava neden bu sene daha soğukmuş? Kalp donduran rüzgâr da ne ki zaten? Geçen yıl kar sadece bir kez yağmıştı, bu yıl geçen yıldan da sıcak! Baksana kısa kolluyla duruyorum ben, sen hava soğukken böyle durmama izin vermezsin ki benim. Kadın küçük kızın soruları karşısında onun bu merakını anlayan, sakin bir tavırla gülümsedi. Bekle bakalım, sokağa çıkalım anlatacağım hepsini sana. Kadın; kafenin renklerle, kaliteli bir zevkle ve bol miktarda huzurla düzenlenmiş ortamından dış dünyaya adım attığında, çıktığı çöl yolculuğunda kısa süreliğine yemyeşil palmiyelerle dolu bir vahada konaklamanın ardından yola devam etmenin gerginliğine benzer bir gerginlikle, yüzüne çarpan acı gerçeklere; griyle, karmaşayla, egzoz dumanları ve bağırış çağırışla inşa edilmiş caddeye alıştıktan sonra başladılar konuşmaya. Konuşmaları sık sık dükkânlarının, tezgâhlarının önünde çığırtkanlık yapan satıcılar ve işportacıların sesleriyle bölünüyordu. Akrabamız değil ama birçok akrabamızdan daha yakındır, çok severim ben Faruk Amcanı. Ortaokuldayken Türkçe öğretmenimdi. Neredeyse her teneffüste yanındaydım, her gün sevdiği şiirleri okumam için bir kâğıda yazıp bana verir, tarihte adı geçen önemli insanların hayatlarını anlatırdı. Ayrıca her gördüğümde kitap okur, konuşurken yazar veya şairlerden alıntılar yapar. Aklındakileri olduğu gibi değil, hikayeleştirerek anlatmayı çok sever; ben de ne anlatırsa anlatsın onu dinlemeyi çok severim. Taptaze sebzeler meyveler! Daha bugün indirdik kamyonlardan! E ne anlatıyordu yani? Bahsettiği soğuklar dereceyle ölçülen soğuklar değil. Hani biz seninle okul ihtiyaçlarını almaya çıktık; okul başlıyor; hem yaz, hem de yaz tatili bitiyor ya. İşte tam yetişkinlerin tatilden dönüp işe başladıkları zamanlardan kalp donduran fırtınası diye bahseder. Çocuğunuzun tüm okul ihtiyaçları burada! Her tür uygun fiyatlı kırtasiye malzemesi! Soğuk derken de kalbimizdeki soğuğu anlatıyor. Faruk Amcana göre bizi asıl hasta eden soğuklar dereceyle değil, gözlerimizle ölçülen, kalbimizde hissettiğimiz soğuklar. Güldüğün zamanlarda yanakların kıpkırmızı elma gibi oldu derim ya ben, işte bu yüzden, kalbin o kadar ısınıyor ki sıcaklığı ve kırmızılığı yüzüne vuruyor. İlkokul, ortaokul, lise için formalar! Sonra hani insanlar ağladıklarında da yüzleri kızarıyor, akıcı konuşamıyorlar; o zamanlarda da tam tersine kalpleri çok üşüdüğü için soğuktan kızarıyorlar, kalpleri titrediği için kelimeleri de titriyor, kesik kesik konuşuyorlar. İkisinde de sakinleşince kalbimiz normal ısısına dönüyor. Okuldayken her gün onun umuttan zırhı olduğumuzu, bizimle birlikteyken kalbini ısıttığımızı söylerdi bizlere. Anladııım. Çok güzelmiş. Ben çok gülüyorum, kalbim çok sıcak demek ki. E ama mesela senin iş arkadaşın Kamil Amcanın kalbi donmuş mu o zaman? Hiçbir şeye gülmüyor o, heykel gibi çok donuk. Anne; diğer büyükler de az gülüyorlar, çocuklardan daha mı çok üşüyor kalpleri? Hanımlar beyler, kelepir mallar bunlar, gümrükten kurtarıldılar! Hem neden son seneler daha soğukmuş ki öncekilerden? Herkes mutsuz muymuş? Nasıl anlatsam… Söylediklerin doğru, çocukların kalbi büyüklerden daha sıcak olur. Sonra büyüdükçe bazı gerçeklerle tanışırlar, bazen de kötü şeyler yaşar veya yaparlar, giderek soğur kalpleri; hatta bazıları o derece soğuk ve mutsuzdurlar ki çevrelerindeki insanların kalplerini de soğuturlar. Faruk Amcan son zamanlarda insanların daha mutsuz olduklarını düşünüyor. Ne değişmiş son zamanlarda? Kalplerimiz soğumasa büyüyemiyor muymuşuz ki? Bir de kendi kalplerinin soğuduğunu bilmiyor mu büyükler, neden tekrar ısıtmıyorlar? Abilerim; bir gül alın, yengeyi mutlu edin! Zam demişti Faruk Amca, pahalı gibi bir şeydi o galiba. Neden büyükleri mutsuz eden bir şey var? Her yerde öyle mi acaba? Sen seni üzen bir şey olduğunda bana söyle, konuşup halledelim diyorsun. Büyükler pahalı şeyleri, onları üzen konuları birileriyle konuşup düzeltemiyorlar mı? Hem neden son zamanlarda daha pahalı olmuş bir şeyler? Düşündüğümden de çabuk algılıyorsun. Aslında belki de büyümek demek biraz da kalbinin soğuması demek. O yüzden gözlerinden umut ışığı, yüzünden gülümsemesi düşmeyen büyüklere hiç büyümemiş, çocuk ruhlu diyorlar. Her çeşit ikinci el malzeme burada, lütfen içeri buyurun! Diğer soruna gelince; büyükler hem farkında soğuduklarının, hem de değiller. Ya da farkına vardıklarında artık durumu değiştirmenin çok geç olduğunu kabul ediyorlar kendilerince. Vee sonraki soru; büyükler de konuşuyorlar aslında, sen de görüyorsun hatta. Akşamları televizyona çıkan amcalar var ya, nasıl büyükleri mutlu edebileceklerini konuşuyorlar birbirleriyle. Bu süpürgeyi başka yerde bulamazsınız! Amerika’ dan yeni getirildi, son teknoloji! Konuşan amcalar mı… Sürekli kızgın kızgın bağırıp başkalarına kötü şeyler söyleyenleri mi diyorsun? Alman malı bunlar! İzleyemiyorum ki ben onları, hep yarısında sinirlenip kapatıyor babam. Hatta geçen hafta sen evde yoktun, babamla televizyon izliyorduk. Kalabalık bir yerde toplanmışlar, meclis miydi neydi, biri diğerine su şişesi fırlatıyordu. Bir peçete alır mısın ablam? E ama onlar hepimizden daha asık suratlı, kendileri mutsuzken nasıl mutlu edecekler ki büyükleri? Bir de, sana da çocuğum demişti Faruk amca, hem sen hep gülümseyerek çıkarsın evden, kahkaha atarsın sürekli, senin de kalbin sıcaktır hala değil mi? Anne, ben büyümesem olmaz mı? Dondurmacııı… Sen beni eve saklarsın, hiç çıkmazsam belki büyümem, bulup üşütemezler beni. Ben gülmeyi çok seviyorum, mutsuz olmak istemiyorum. Zaten büyükler neden hala üşümeye devam ediyorlar, kendi kalplerini yeniden ısıtmak için bir şeyler yapmıyorlar anlamadım. Kalbini ısıtmak isteyenler bir araya toplansa yine de bir işe yaramaz mı acaba? İlk başta anlıyordum ama sen de şimdi Faruk amca gibi konuşuyorsun. Anlamaman çok normal birtanem. Halis muhlis Maraş dondurması bunlar! Şimdi bunları konuşmaya hiç gerek yok, vakti gelince kendin de öğreneceksin zaten. Hayat, haydi bugünkü yemeğe sen karar ver. Köfte mi yiyelim mantı mı? Veya geçen hafta gittiğimiz lokantaya da gidebiliriz. Limonlu, çilekli, çikolatalı! Köfte yesek olur mu? Babam köfteleri yapar sen de patates kızartırsın. Topu 9 lira! Tamamdır, o zaman kırtasiyeden sonra markete uğrayıp kıyma alalım. Limonlu dondurma da alalım mı gitmeden? Ben çok seviyorum limonlu dondurma. Hem bak oradaki abi de sıcak kalpli, çocuklara şaka yapıp onlar gibi gülüyor. Olur tabii, gel gidelim dondurmacı abinin yanına.
·
96 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.