Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Siz hiç ölmüş bir evde kaldınız mı? Tabakların dolaplarında öldüğü, en güzel fincanlarının, gümüş tepsilerinin, kristal bardaklarının raflarında can verdiği bir evde? Bir ev, içinde yaşayan öldüğü anda ölmez, evin ölümü daha uzun sürer. Onun ölümü illaki daha yavaş ve daha acılıdır. Açılmayan çekmeceler ve içindekiler ölür önce… Gümüş çatal bıçak takımları ve kutu kutu dantel sehpa örtüleri, rahibe işi masa örtüleri ölür. Hiç kullanılmamış olsa bile o çekmecelerde, o kutularda yaşayan örtüler, evin sahibi öldükten sonraki “göz atılmalar” sırasında büyük bir acıyla ölürler… Çekmecesiyle birlikte ölürler; çekmecenin ferforje kulbu, topuzlu anahtarı, üzerindeki camlı bölgesi, bir iki “bakılmadan” sonra ölür. Sonra yerdeki ‘hereke’ler, ‘bünyan’lar vardır sırada…Yıllarca üzerinde gezen sahibin terlik topukları delmez de ondan sonra gelenlerin “Acaba ne yapsak bunları?” bakışları, kurşuna dizmiş misali deler, öldürür onları… Masalar ölür, “Ah nasıl taşıyacağız bunları?” laflarını duyunca… Biblolar ölür, “Kime vereceğiz bunları?” sözleri üzerlerinde uçuşunca… Onca yıl yaşanan evdeki ayna sırları düşmüştür, kenarına kırılmıştır, çerçevesi solmuştur, ölmemiştir. Fakat şimdi yabancı baktığı gibi ona, oracıkta ölmüştür. Yatak bazası altındaki hurçta misafir takımları, banyodaki hasır kutuda lavanta keseleri, yıllardır el değmemiştir; ölmemişlerdir de “Ne yapacağız bunları?” diye değen ilk el, öldürür onları… Bakılmayan fotoğraflar, bakılmadıkları yerlerde yaşarlar; “Nereye koyacağız şimdi bunları?” diyen ilk kişinin ellerinde ölürler…. Tüm eşyalar iç geçirirler son nefeslerinde “En azından o gün, elbiselerle biz de gitseydik, acı çekmeden ölüp bitseydik.” diye… Aynadaki sır değildir ki bu, herkes bilir; evin ruhu şimdi, tuvalet dolabındaki tuz ruhu olsa daha değerlidir. Siz hiç ölmüş bir evde kaldınız mı? Kalmayınız… Ölmezsiniz ama ağır yaralanırsınız.
Burak Akkul
Burak Akkul
·
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.