Gönderi

Bil ki; tembelliğin baskın olduğu kişi için mücâhede ve riyâzetle uğraşmak, nefis terbiyesi ile meşgul olmak ve ahlâkı güzelleştirmek için gayret göstermek ağır gelir. Onun nefsi kusurlu, eksik ve pisliğe bulaştığı için, bu mücâdeleyi vermesine müsamaha göstermez. O kişi ahlâkın değişmeyeceğini, insanın doğasının değişmesinin mümkün olmadığını zanneder. Bu iddiada bulunan kişi iddiasını ispat etmek için iki delil getirir. Birincisi: İnsanın fiziği nasıl ki zâhirî sûret ise, onun ahlâkı da bâtınî sûrettir. Zâhirî olan fizik değiştirilemez. Mesela boyu kısa olan kişi kendisini uzun boylu; uzun boylu olan da kendini kısa boylu yapamaz. Yine görünüşü çirkin olan biri de kendisini güzel yapamaz. İşte bâtını çirkin olan kişinin de durumu böyledir. İkincisi: Bazıları şöyle demiştir: ‘Güzel ahlâk şehveti ve öfkeyi boyunduruğu altına almıştır.’ Oysa biz uzun gayretler sonucu tecrübe ettik ve öğrendik ki bu, insanın doğası ve mizacının gereğidir ve kesinlikle Âdemoğlundan ayrılmaz. Bunu değiştirmeye çalışmak faydasız bir iş ve zaman kaybından başka bir şey değildir. Çünkü istenilen şey kalbin peşin lezzetlere karşı olan meylini kesmektir ki, bu da olanaksız bir durumdur. Biz onların bu iddialarına şöyle cevap veririz: Eğer ahlâk, değişimi kabul etmemiş olsaydı, o zaman tavsiyeler, öğütler ve eğitim vermek bâtıl olurdu. O zaman Allah Rasûlü (s.a.v) neden: “Ahlâkınızı güzelleştirin.” buyurdu? Hayvanların huylarının değiştirilmesi mümkün iken, Âdemoğlu için bu nasıl düşünülemez? Mesela vahşi olan doğan kuşu ehlileştirilebiliyor. Obur olan köpek terbiye ediliyor ve avını yemiyor. At serkeşlikten uysallığa çevrilebiliyor. Bunların hepsi ahlâkın değişeceğini gösterir. Bu meseleyi vuzûha kavuşturma bağlamında şöyle deriz: Mevcudat ikiye ayrılmıştır. Birincisi: Usûl ve fürû bakımından Âdemoğlunun hiçbir dahli ve seçim hakkı olmadan yaratılan şeylerdir. Mesela gökyüzü, yıldızlar, insanların iç ve dış organları, diğer canlıların organları gibi. Yani özetle: Varlığı ve kemâli sona ermiş, tam ve kâmil bir şekilde bulunan eşyadır. İkincisi: Henüz varlığı tamamlanmamış, şart ve imkânlar oluştuğu takdirde, kemâli kabul eden şeylerdir. Bu şart da bazen kulun ihtiyarı ile irtibatlıdır. Mesela hurma çekirdeğine bakalım. Bu çekirdek ne elma ne de hurmadır. Ancak bu çekirdek terbiye edildiği takdirde hurma olma istidadında yaratılmıştır. Aslî olarak o, terbiye edilse bile elmaya dönüşemez. Bir çekirdek bile ihtiyarı ile bazı hâllere dönüşmeyi kabul ediyorsa, insanın da terbiyeyi kabul etmesi gerekir. Öfke ve şehvet de böyledir. Şayet biz onların hiçbir izi kalmayacak şekilde tamamen ikisini yok etmeyi istesek buna güç yetiremeyiz. Ancak biz öfke ve şehveti terbiye ve ıslah etmeyi mücâhede ve riyâzet yoluyla istesek, buna gücümüz yeter. Zaten bize emredilen de budur. Ayrıca böyle yapmamız kurtuluşumuz ve Allah’a kavuşmamızın sebebidir.
·
33 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.