Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Gözlerine, gözbebeklerine derin derin baktım, gökyüzü mavi geceleğini giymesine az vakitler kala, güneş ufukta tüm kızıllığı ile dünyaya elveda derken. Sıkı sıkı tutunduğu o papatyanın gövdesinden düşüp solmamak, hep güçlü ve sağlam kalmak için direnen bir tomurcuk bir yaprak, papatyanın ta kendisidir o. Akıta akıta kuruttuğu gözyaşlarından geriye sadece düşünceleri kalmıştı ona, herşeyi her durumu düşünen zihni kalmıştı. Düşüncelerine sığınıyor, kalbinin en ücra köşelerinde hüküm süren hislerine sığınıyor,hayata bakan o şirin gözlerinin penceresinden seyrediyordu herşeyi, gözlerinden süzülen ışık zihnini ve kalbini aydınlatıyor, gözyaşı yerine zihni ve kalbine sığınıyordu. Kimi zamanlar pencerelerini kapatıp hiçbir şeyi görmek istemiyordu. Saklanmak , kaçmak, uzaklara gidip, gözden ırak bir yerde yaşamak,nemli topraklarda yeşermek filizlenmek rüzgar ile sevişmek istiyordu. Hep gizliyordu yalnızlığını,kimi zaman sükunetinenin dehlizine ,kimi zaman şiirlerinin cümle sonlarına,kimi zaman makyajının arkasına,kimi zaman yağmurların arasına,kimi zaman gecenin mavi örtüsüne. Hep gizliyordu yalnızlığını kimliksiz dünyanın kimliksiz insanlarından. Oysa bir sevebilse asırlara meydan okuyacak bir dev Okyanus gibi sevecekti. Sevgisi denizlerden taşıp kıyılara ulaşacaktı. Dağların bağrından kopup heyelan gibi dökülecekti yollara. Fakat hep saklıyordu varsada sevgisi. Göstermiyor korkuyor, minik bir kedi gibi ürküyordu gün yüzüne çıkarmaktan. Kimi zaman bir kitabın kokusuna saklıyor kimi zaman tenindeki en çukurlara ,kimi zaman saç diplerine, kimi zaman solgun tebessümlere,kimi zaman gamzelerine,kimi zaman kahvesinin köpüğüne, saklıyordu işte, sevgisini hep gizliyordu... Büyük hayalleri yoktu mesela onun,hani böyle devasa istekler, şiddetli arzulu şeyler, yoktu göremezdiniz onda. O sadece bir tutam nefes alacak kadar huzur,bir çay kaşığı huzur verecek kadar keyif,bir pençe dinginlik,bir su bardağı sakinlik ve bir ömür sevip sevilmek istiyordu. Ha birde özgür olmak rahat hissetmek. Sevmezdi mesela o baskıları, kaçardı hep baskıdan, Ön yargılar kapısını zorlayan bir düşman askerî gibiydi geçit vermezdi. Bacasından tüten şey ise keşfedilmeyi bekleyen o yalnız ruhunun şöminede cayır cayır yanan kimsesizliğinin dumanıydı... Hiçbir zaman hiçbir şeyi umursamaz, kafasının dikine giden,bir yere ait hissetmeyen, yalnızlığı canına tak etmiş ve içi köpüren dili benide keşfedin diye bağıran, anın keyfini yaşamayı isteyen , kimi zaman polensiz ağaçlara çiçeklere konan,kimi zaman sömürürcesine mor menekşelere yapışan,kimi zaman güneşin doğuşuna ve batışına kayıtsız kalan, zamanı kapı dışarda bırakan,akrep ve yelkovanı kahvenin dibindeki tortusuna hapseden biriydi. O tanrı dağlarındaki efsaneleşmiş mitolojik kadın kahramanlarının günümüze yansıyan bir silüetiydi. Onu anlatan kitaplar henüz yazılmamış,onu tarif eden kalemler henüz üretilmemişti. O yapraklardan çiçeklerden böceklerden denizden ve gökyüzünden oluşma mor ve beyaz kapağı olan okunması antik diller kadar zor olan bir kitap gibiydi. Magmalardan fışkıran lavların soğuyan taşları arasında kalmış, En yüksek ağaçların en uç yaprakları arasında ki damarlardan yaşayan,bir karıncanın kalbinde umuda yolculuk eden, Okyanusların en derinlerindeki bir kayanın en içinde yaşayan, rüzgarların kirpiklerinde durmadan uçuşan,alplerin buzulları altında gizli kalmış, terkedilmiş öğreti evlerinin yazı tahtalarında sıkışıp kalmış tebeşir tozu gibiydi, keşfedilmemiş ve asla keşfedilemeyecek bir roman bir kitaptı o. Onu keşfe zaman yetmezdi ,onu ancak yaşamalıydı.. Yüzünün kırışmış hatlarında , akların düştüğü saçının diplerinde, nasırlaşmış ayakları ve ellerinde, derin derin çektiği neresinde derin bir hüzün vardı,derin bir iç çekiş derin bir yalnızlık vardı. Yalnızlığı yalnız olmasından ötürü sevince bürünüyor gözeneklerden çıkıp gamzelerinde bir tebessüm oluyordu , herşeye inat hayata bakan bir tebessüm.. Yazılmış bütün aşk sevgi nefret intikam hüzün sevinç memleket özlem Sevde ve yalnızlık şiirlerinin hep son üç noktasıydı. Cümlelerin öznesi ve eylemiydi ta kendisi. Özne olarak başlayıp dolaylı yollardan geçerek eyleme dönüşüyor ve yine herşey kendisinde biten bir üç noktaydı. O, akarsuların toplandığı ve döküldüğü koca bir denizdi. Sitem ettiğinde kıyıdaki kayaları aşındıran hırçın bir dalgaydı. Gündüzleri yemyeşil bahçelerde polenlerin üstünde uyuyan bir arı, geceleri uyumayan yüreğiyle diliyle yeryüzünden gökkubbeye kadar ikisi arasında mekik dokuyup nidalar atan , sözcüleri bir bebek gibi zamansız ağlayan,evreni aydınlatan bir ateş böceğiydi...
66 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.