Gönderi

236 syf.
·
Not rated
·
Read in 6 days
Doğru, o henüz 17 yaşında!
Fuhuş, yüzyıllardır yaşamaya devam eden, başlangıcı ilk imparatorluklardan bugüne dek; farklı biçimlerde, farklı insanların aynı ağlarda benzer amaçlarla bir araya gelmesinden türemiş bir olgudur. Toplum içinde, dile getirilmesi dahi etik dışı bir tabu olarak görülen, halının altına itildiğinde kimseye bir zararı olmayacağı iddia edilen bir dünyadır. Kölelik ve cariyeliğin, kadın alım satımının yoğun olduğu Tanzimat öncesi ve sonrası dönemlerinde, bu dünya fazlasıyla romanların konularına yansımış, edebiyatın uçsuz bucaksız fikir yığınları içinde yazarlar tarafından kendine yer bulmuştur. Fahişelik mesleği, dönem içi yazarların ortak görüşünce yoldan çıkan kadınların kaderlerinde yatan bir çıkmaz sokak olarak görülür. Yani onlara göre kadın; evinin işlerini bilmeyen, başında bir otoritesi olmadan sokaklarda tek başına gezip tozan, süslenmeyi ve öz bakımı sevip aynı zamanda paraya düşkün bir tutum içindeyse fahişe ruhludur ve bu yolda olmayı hak etmiştir. Dinin emirlerine son derece aykırı yaşam süren ve kaderlerini bu yolda tayin etmiş bu insanlar için değişim söz konusu değildir. Bir ahlaksız öyle doğmuş, yaşamış ve ölmeye ahlaksız olarak mecburdur. Fahişelerin hayatına dair kaleme alınmış ve içinde dikkatimi çeken farklı yanlarıyla okudukça şaşırdığım bir kitap oldu Henüz 17 Yaşında. Ahmet Mithat'ın çok yönlü yazarlık tutumuna zaten öncesinde okuduğum romanları ile aşinaydım ancak bu eserinin konusunu gördüğümde şaşırmadan edemedim. Toplumun çirkin bir yüzü olarak görülen fuhuşun arka perdesinde yatan trajediyi gün yüzüne çıkarmayı, kimi kadınların zevku sefa sebebiyle değil zorunluluktan bu dünyanın içinde bulunduğunu göstermeyi amaçlayarak kaleme alınmış, dönemine nazaran oldukça ilginç bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Ki ele aldığı noktalar itibarıyla birtakım eleştirileri de beraberinde getirdiği muhakkaktır. Bir fahişenin insanı soyup soğana çevirecek karakterinden nasıl olur da bir melek çıkar savından tutun da karakterlerin inandırıcı bir gerçekçiliği olmamasına kadar türlü eleştiriler doğar. Ancak Ahmet Mithat tüm bu söylenenlere rağmen inandığı düşüncelerini diretmekte ve yazım sürecinde içeriğine çokça Batı yazarlarından örnekler ekleyerek kimi bilim insanlarının araştırmalarını bu düşüncelerine delil olarak sunar. Bu roman fikri bana şu alıntıyı anımsattı: Olanı gördüler, sebebini değil. Herhangi çirkin bir durumla karşı karşıya kaldığımızda genellikle ön yargılarımız bizden önce harekete geçmeye başlar. Birini yargılamak, bizde olmayan bu etik dışı unsurun bir başkasında olduğunu görerek bundan keyif almak ve halimize şükretmek daha kolay gelir. Fuhuş gibi bir mekanizmanın kadınları yerden yere vurduğunu hesaba katacak olursak, kadın aslında her toplumda herhangi doğal bir durumuyla bile hedef gösterilecek bir varlık olarak yaşamıştır. Asırlarca türlü işkenceler görmesi sırf bedensel yetersizliğine, analık içgüdüsüne yorulmuştur. Basit bir konudaki becerisi takdir değil ezilmeye hatta lanetli kadın yaftalamasına layık görülmüştür. Bunca sözle kanları yoğrulan bu varlıklar, asırlarca bu kanı taşıyarak atalarının kaderinden bir nebze olsun taşımamışlar mıdır? Tanzimat bize taşıdıkları bu kanın aynı kan olduğunu gösterir. Toplumun hâlâ aynı okları fırlattığını, hedefinin hep en masum ve güçsüz olanları vurduğunu, yıkılması gereken tabuları din gibi güçlere sabitleyerek çok daha sağlam bir şekilde inşa ettiklerini gösterir niteliktedir. Tüm bunlara rağmen bir yazarın bu kadınların içlerinde yatan ezilmişliği, yıkım ve çaresizliği; bir gün yüzlerine açılacak bir kapıyla bu cehennemden kurtulacaklarına dair taşıdıkları umudu anlatması nasıl eleştirilere maruz kalabilir anlamış değilim. Anlaşılan yazarların mizaç ve inançları söz konusu olduğunda, içine ahlak ve din gibi oluşumlar katıldığında, her ne alanda olursa edebiyat da dahil yeni fikirleri kabullenmekte zor bir tutum sergiliyorlar. Zira eski ile yeni fikirlerin kavgasını edebiyat dünyası çokça yaşamıştır. Değinilmesi gereken bir diğer noktaysa fuhuşun tarihçesine dair karakterlerin yaptıkları sohbetlerdir. Bu konuya dair detaylı bir araştırma yapmamış olsam da tahminime göre Roma İmparatorluğu'na değin uzanan bir geçmişi olduğudur. İnsan ticaretinin çok eski dönemlere denk geldiğini hesaba katacak olursak fuhuşun da bununla birlikte ilerleyen bir varyasyonu olduğunu söylemek mümkün olabilir. Ana karakterimiz fuhuşun Osmanlı topraklarında yetişen bir durum olmadığını ileri sürerek bunun Batı medeniyetlerinden gelme bir bela olduğunu, Türk toplumunda bu gibi çirkinliklerin hoş karşılanmayacağını, ancak başka milletler aracılığıyla himayesine girdiğini ileri sürer. Ahmet Mithat, Batıya olan hayranlığın arasına fuhuş çirkinliğini atfederek araya bir sınır çizilmesi gerektiğini özellikle belirtir. Buradan anlaşılıyor ki Tanzimat yazarları özlerini kaybetmemeye dayalı bir tutum içinden çıkamıyorlar ve birlikte yaşadıkları topluluğa bu mesajı vermekten geri adım atmıyorlar. Eğer kendimize dair aslolanı kaybedersek bizden geriye ne verebiliriz ileriye? Şüphesiz ki bu soruyu onlar da kendilerine sormuş olmalılar ki savundukları her anlayışta bir parça öz meselesine değinmeden eserlerini sonlandırmıyorlar. Yazarın yalnızca olanı değil sebebini de görme çabasını takdir ederek kitabı sonlandırmış bulunuyorum. Aydın bir insan, ayak sürüdüğü topraklara sırtını çeviremez ancak bu toprakların olur olmadık yerde yeşermesine ya da kurumasına da izin vermez. Bu kuraklık özellikle aydın olmaya istekli bir insanda meyletmiyorsa ancak o zaman halk ona aydın sıfatını yakıştırır. Bir şair ya da yazar olmanın temel koşullarından biri bulunduğu durumu bambaşka evrenlerde görüp yorumlayabilme becerisi olsa gerek. Hem konusu hem dili hem de üslubu itibarıyla bu başarıya imza atanların sayısı arttıkça, hakkında konuşmamız ve düşünmemiz gereken daha çok mesele olacağını söyleyebiliriz.
Henüz 17 Yaşında
Henüz 17 YaşındaAhmet Mithat Efendi · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20206 okunma
41 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.