Balıkçı Ve Oğlu
Günümüzün en çok okunan yazarlarından olan Zülfü Livaneli; hem siyasetçi, hem şarkıcı, hem senarist, hem yazar olması dolayısıyla çok yönlü bir kişidir. Bu durum romanlarına ekstra duyarlılık olarak yansımaktadır.
Balıkçı ve oğlu sade bir dille yazılmış, akıcı, bazı yerlerinde gereksiz ayrıntıların verildiğini düşündüğüm ama ilgiyle okuduğum bir kitap.
Kitabın konusu; düzensiz göçmenlerin deniz yoluyla ülkelerini terkederken yaşadıkları ve bizim bunlardan nasıl etkilendiğimiz, çevremize verdiğimiz zarar ve bundan dolayı yaşanan çevre kirliliği, insanın kendiyle ve toplumla ilgili sorunları, gel-gitleri, umutsuzluklarıdır.
Kitabın zamanı, Aylan Bebeğin 2015 yılında kıyıya vurmuş bedeninin bulunmasından sonrası. Yine denizde bir bebek, bu defa bebeğin ismi Samir. Afganlı bir bebek. Balıkçı Mustafa'nın yunus balıkları sayesinde bu bebeği kurtarması ve onu kendi oğlu yerine koyarak sahiplenmesi anlatılır. Bu olay anlatılırken Ege Denizi'nin kirliliğinden, balık çiftliklerinin çevreye ve balıklara verdiği zarardan, denizlerin zararlısı olan yok edeici zehirleri ile bilinen ve toplatılan balon balıklarından, aynı şekilde doğaya verdiği zararı bilinen siyanürle altın aramalarından, ormanların yok edilmesinden söz edilir.
Mesude ve Mustafa'nın hayatı anlatılır romanda. Nasıl evlendikleri, oğulları Deniz'i nasıl kaybettikleri, pişmanlıkları, umutları, kavgaları, ailelerinin durumu en ince ayrıntısına kadar anlatılır. Bazen konunun çok uzadığı hissine kapılıyor insan.
Beni etkileyen yer, Afganistanlı Zilha'nın çocuğunu vermesiydi. Ülkesine döndüğünde başına ne geleceğini biliyor olması dolayısıyla çocuğunu burada koruyucu aileye bırakması, bir nevi çocuğu kurtarma çabasıydı. Samir yaşamak için hem denizden, hem ülkesinden kurtarıldı.
#alıntı
"Demek ki buraların ormanını kesip pıtrak gibi yazlık siteler yapan, otel diken, denizi dolduran, tepelerde maden arayan, dağları yaralayan şehirliler, denizimizi de elimizden alıyor diye düşündüler."
(sayfa:16)
"Babalarının, dedelerinin köyü korumak gibi bir dertleri olmamıştı hiç. Çünkü eski zamanlarda kimse ağaçlarına, havalarına, denizlerine zarar vermiyordu. Akıllarına bile gelmezdi böyle bir şey ."
(sayfa:16)
"Seni dinlerim ama kendi kararlarımı kendim alırım der gibiydi."
(sayfa: 52)
"Raziye, bana babam karıştı da ne oldu diye düşünüyordu. Belki de kız haklı, gönlünün sevdiğine gitsin."
(sayfa: 52)
"Kendisini kayığın dibinde havasızlıktan çırpına çırpına, kuyruğunu çarpa çarpa can veren balıklara benzetiyordu. İnsanı boğan su o canlıyı yaşatıyor, kendisini yaşatan hava o canlıyı boğuyordu."
(sayfa: 97)
"Başkalarına mutluluk getirmek çocuk, onlara felaket getirmişti."
(sayfa: 97)
"Başkasının felaketinin, kendi mutlulukları anlamına gelmesinin tuhaf hüznüne kapıldı ikisi de."
(sayfa: 124)
Her konuda diğergamlılığımızın ve duyarlılığımızın artması dileğiyle...