Bir dönem kitabı Güz Sancısı. Çoğu zaman ülke tarihimizin kara lekesi diye anılan 6-7 Eylül olaylarına giden süreci bize çok basit bir şekilde gündelik hayatın içinden anlatan Yılmaz Karakoyunlu kitap boyunca bizi İstanbul’da yaşayan bir grup farklı milletten ve inançtan insanın birbiriyle olan ilişkilerine, geçmişlerine, gelecek umutlarına, kaygılarına, korkularına, pişmanlıklarına, hatalarına, geç kalınmışlıklarına, keşkelerine, iyikilerine, aşklarına, ayrılıklarına ortak ediyor. Sona gelirken bir anda ne oldu ya şimdi diyorsunuz çünkü 1955 yılında bu kıyıma maruz kalan insanlar da muhtemelen böyle düşünmüştür zaten, yani dünün aynısı bir güne uyanıp bir anda komşunuz dükkan camlarınızı kırıp malınızı, evinizin kapısını açıp eşyalarınızı talan ederken, sokak aralarında kadınlarınız saldırıya uğrarken, elinde sopalarla vatandaşı olduğunuz ülkeden sizi göndereceğine yeminler eden insanlar bağırıp çağırırken, ibadethaneleriniz yakılırken nasıl düşünebilirsiniz ki başka?
Kitaba başlarken babaannesi tarafından fahişelik yaptırılan Ester ile Konyalı tıp öğrencisi Behçet’in imkansız aşkını okuyacağım galiba diyorsunuz ama işler hiç de öyle değil. İkisi dışında kitapta karakter çok, hepsi de birlikte kavgasız kaygısız mutlu mesut yaşıyor ama bir yerlerde birileri ellerini ovuşturarak kan dökmenin yollarını arıyor. Sona doğru artık kötüler ortaya çıkıyor ve kitap boyunca tanıştığımız herkes bu kötülükle yüzleşiyor.
Kitabın bir de senaryosunun Nilgün Öneş ve Etyen Mahçupyan’a, yönetmenliğinin ise Tomris Giritlioğlu’na emanet edildiği 2008 yapımı filmi var. İzlemek isterseniz YouTube’da mevcut.
Yakın zamanda kaybettiğimiz Yılmaz Karakoyunlu’ya rahmetle…