Gönderi

256 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 3 days
“Hiçbir ütopya, toplumun bütün bireylerine sonsuza dek tatmin sağlayamaz. Maddi şartları iyileşen insanlık, gözünü daha yükseklere diker, bir zamanlar rüyasında bile göremeyeceği güç ve mülke burun kıvırmaya başlar. Dış dünya onlara her şeyi sunmuş olsa olsa bile, insanların akıllarındaki sorular ve kalplerindeki özlem susmak bilmez.” Aslında insanlık tarihi bir özlem ile bir gerçeklik arasında salınıp durur. Ütopya ve distopya. Ütopya her zaman bir özlemdir, her zaman bir düştür. Oysa gerçeklik çok ama çok daha başkadır ve distopyaya daha yakındır. Baktığımız zaman acısız, işkencesiz, “kötülük”süz bir yaşam tüm “aklıselim” insanların dileğidir. Bu bir hayal olmaktan öte tek tanrılı dinler söz konusu olduğunda bir ödüldür. “Cennet” bir ütopyadır ve sonsuz mutluluğu huzuru çalışmamayı vaat eder. Ama hiç birimiz sonsuz kavramını biliyor değiliz ve hiç birimiz cennetin yapısı ve işleyişi hakkında bilgi sahibi değiliz. Var olup olmaması ise başka bir tartışmanın konusu. Ve hatta teolojik felsefenin bir büyük kısmı bu konu üzerine kafa yormuştur. Ütopya insanlık için hava kadar su kadar vazgeçilmez bir gerçektir aslında. Oysa Mussolini: "Sürekli barış ne mümkün ne de faydalıdır, sadece savaş insanın enerjisini en yüksek gerilimde tutar” der. Çünkü ütopya bir ilerlemeyi gerektirmez. O bir dinginlik bir vazgeçme anıdır. İnsan doğası ise saldırgandır, bencildir, tanrı olmak ister, doğanın efendisi olmak ister. Bu doğadan vazgeçmeden bir ütopya yaratılanaz. Ve ilerleme denilen şey her ne ise onu da elde edemeyiz. Zamanla değişen algımızla birlikte ihtiyaçlar da değişiyor ve belki de “kötülük” problemi bize mülkiyetin ilerleme istencimizin ve rahat etme kavramının bir mirası. Hoş kabileden ulusa evrilirken bu tür parametreler hem itici hem sınırlayıcı güç olmuştu. Ve evet bu tür bir yaşam enerjisi bizim gibi olanla bir arada bulunmaya ve diğerini yok etmeye götürdü. Libidal bir ilkel süreci yönetmek o kadar kolay değil. Ahlak, toplumsal kurallar, dinsel kurallar, hukuk kuralları hep bu yaşam enerjisini kontrol altına alıp törpüleyip toplumsal bir birliktelik için yaratılmıştır. Ve elbette insanlar bu yapının başına bir hüküm veren getirmek konusunda hep bir leviathan yaratmak konusunda ısrarlıdırlar. Bir hiyerarşi yaratılır bunu adı ister krallık olsun ister cumhuriyet olsun hiç değişmez bir hükümdar istenir ve beklenir. “Bize Hükümdar dediniz; bu ismin ne kadar ironik olduğunu hiç fark etmediniz.” Aslında bize hükmeden leviathan bizden mütevellit bir yapı. Ve “Keşke insanlar beni diktatör olarak görmeyi bırakıp, başkalarının tasarladığı kolonyal bir politikayı uygulamaya çalışan sıradan biri kamu görevlisi olduğumu anlasalar.” İşte diktatöryal yapı. Olaylara, kıyıma, yokluğa, zenginliğe, savaşa ve barışa karar veren bir tek insan değildir. Şartlar, varolma istenci, zengin olma beklentisi ve daha çok sahip olma isteğiyle donanmış insan doğasının bizzat kendisi bu yapıyı oluşturur. Buradaki itici güç sahip olma ve sonsuza kadar rahat yaşama isteğidir. Bunun için bir araya gelinir bunun için örgütlenilir ve bunun için sömürü düzeneği kurulur. Bu güç dengesi demektir yani artı değer ile coğrafi zenginlik ile oluşturulan bir güç dengesi. Kim güçlü ise sömüren o’dur. Kitap bir distopya ile ütopya arasında salınıyor. Tıpkı hayatın kendisi gibi. Gücü elinde bulunduranlar ise bu sefer dünyalı değil. Bir başka uzaydan gelmiş ve bilgiyi bizden daha iyi kullanabilen başka bir halk. Tohumlama yapmak için gelmişler belki de bir deney. Dünyanın potansiyelini görüp faydalanmaya gelmişler. Tıpkı Amerika’yı ve Afrika’yı sömüren beyaz adam gibi. Gelmişler ve istediklerini alacaklar. Bizim kadim geleneklerimizi bizden öğrenip; “kötülük” yapmadan yavaşça hiç hissettirmeden ve hissetmemize izin vermeden alacaklar. Çıkan çatlak seslerin yok olmasını sabırla bekleyecekler. Bunu da bir memur tayin edip yapacaklar. Toplumun tüm kurgusal genetiğini yavaşca acele etmeden ve ilah olarak yapacaklar. İnsanlığın yanında olduğunu belirterek ona yol gösteren refaha ulaştıran olarak. Ütopyayı bizzat oluşturarak savaşları, zulmü, hastalığı, bitirerek ve gerçek anlamda kıyameti kopararak. Kıyamet yani dünyanın bizim bildiğimiz dünyanın sonunu bize yaşatarak istediklerini akacaklar. Yeni bambaşka bir gerçeklik. İnsan olmayan insanlarla kurulu bir geleceğe hoş geldiniz. Distopya ve ütopya bu iki kavramın gerçek sınırını belirleyen nedir hiç düşündünüz mü? Peki gerçek “kötülük” ne bunu hiç düşündünüz mü?
Çocukluğun Sonu
Çocukluğun SonuArthur C. Clarke · İthaki Yayınları · 20213,468 okunma
·
1 plus 1
·
427 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.