Gönderi

256 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Fotoğrafın Ötesi’ne Dair..!
Fotoğrafın Ötesi’ne Dair Ahmet Mücahit Danışmaz Samimi bir sohbet sonrası kucağıma tutuşturulan diş kirasının içindeki en yeni kitaptı Fotoğrafın Ötesi. Kitabı alıp ismine ilk baktığımda, galiba içerisinde fotoğraflar var ve bunları yazarın gözüyle okuyacağız, diye düşündüm. Ancak kitabı bir solukta okuyup hakkında bu yazıyı yazmadan önce tam tersi bir sonuçla karşılaşacağımdan habersizdim. Meğer elimdeki bir “fotoğraf analizi” değil, fotoğrafa bakma usulüymüş. Güzel yanılgı. Dursun Çiçek’i sosyal medyadan, o devasa kütüphanesiyle tanımıştım. Belki de tanımamıştım. Fotoğrafın Ötesi’ni okuduktan sonra en azından şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Evet arkadaşlar, Dursun Çiçek o kitapları okumuş. İsterseniz gelin, gözümüzü yazarın işaret ettiği yöne, Fotoğrafın Ötesi’ne çevirelim. Kitabın ana başlıklarını şöyle sıralayabilirim: Modernite nedir, müteâl olanla ilişkisi, tanrı tanımlayan mıdır yoksa tanımlanan mı, tabiat ve modern ilişkisi, fotoğrafın modernitedeki konumu ve işlevi, bir Müslümanın fotoğraf makinesi kullanma imkânı, deklanşöre basan kimsenin keyfiyeti, insanın yeni metafiziği, ilh. Aydınlanmayla beraber tanrıyı tribüne çeken zihniyet aslında tanrıyı da tanımlamış oldu. Tanrının tanımlayıcılığını elinden alanlar, tanımladıklarını da boş bırakacak değillerdi. Hani denir ya “adamlar tanrıyı tanımladı, insana neler yapmaz.” Tanrının doldurduğu yerleri artık modern insan dolduracaktı. İnsanı, tabiatı, dünyayı, fiziği, metafiziği velhasıl kayda değer her şeyi yeniden inşa edeceklerdi. Ettiler de. Buradaki sorun, kulluk yapmaya geldiği dünyada tanrılık yapmaya kalkışan insanın haddi aştığını anlayamamasıydı. Bu süreçten sonra dünya iki kutba ayrıldı. Hayata modern gözüyle bakanlar ve modern gözüyle bakmayanlar. Tam olarak kavganın başladığı yer de burasıydı. “Modern gözüyle bakanlar ‘ilerici, çağdaş’ diye tanımlanırken modern gözüyle bakmayan, hâlâ aşkın olana inanan, onunla bağlantılı yaşayanlar “gerici, yobaz” diye tanımlandılar.” Şimdi fotoğrafın bu kavgadaki konumuna geliyoruz. Müslümanların fotoğraf makinesini kullanma meselesine. Kullanacak mıyız, kullanmayacak mıyız? Kullanacağız elbette. Ne diyor Dursun Çiçek: "Tekniği araçsallaştıramayan bir dünya görüşü, bir görme biçimine sahip değil demektir." Biz onu şöyle bir teşbihle ifade edelim: Kılıç gibi düşünebiliriz. Hazreti Ali de tutabilir Kel Ali de. Hazreti Ali tutarsa, Zülfikar olur. Metafizik kavramının başına gelen Hitler Almanya’sındaki bir mazlumun başına gelmemiştir. (Aklıma neden Yahudiler geldi acaba? Belki de gösterilenlerden veya gösterilmeyenlerden dolayı.) Dursun Çiçek modern dünyanın yeni kavramlarını şöyle ifade ediyor: “Modern dünyada dijitalleşme ve sanallaşma Modernite'nin "yeni metafizik" alanı haline geldi.” Bir bakıma riya yaparak zahidleşmek. “Geç modern süreçte ne olduğunuz değil, nasıl göründüğünüz ve algıladığınız önemlidir. Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak problemi yoktur. İmaj hakikatten daha gerçektir. Nitekim bu bağlamda, bazı sosyologlar, içinde yaşadığımız yüzyıla ‘gösteri toplumu’ adını vermişlerdir. Barthes, yaşadığımız zamanlar için Göstergeler İmparatorluğu der.” Bunun yansımaları olarak “merkeze alınan insan, modern süreçte makineleşirken insanın tahakkümü altına almaya çalıştığı eşya akıllılaştı.” “Bir gösteri toplumunda yaşadığını bilen insan için aslolan nasıl göründüğüdür” diyor Dursun Çiçek. Çok doğru. Burada olan masum hayalleriyle beraber görüntüye, sanala aldanan erkek ve kadınlara oluyor. Dursun Çiçek’in bu konudaki ironisi kayda değer: “Sosyal medyadaki profil fotoğrafları üzerinden birbirini tanıyan insanlar bir süre sonra yüz yüze bir araya geldiklerinde başka insanla karşı karşıya oldukları hissini yaşıyorlar. Hatta bazıları içinden "kahrolsun photoshop" bile diyordur.” Sabah akşam görüntü için yaşayan insanların samimiyetine nasıl güveneceğiz sorusu geliyor insanın aklına. Modern süreç bizden samimiyeti de aldı. Eskiden fotoğraflar neden çekilirdi, şimdi neden? “Fotoğraf bir hatıra unsuru olmaktan çok bir gösteri unsurudur bugün. Gizlemekten ve saklamaktan ziyade sergilemek ön plandadır.” Bir şeyin çoğalması, her zaman ulaşılır hale gelmesi de sıradanlaşmayı beraberinde getiriyor. Sahiden özel olarak çıkarttığınız kaç fotoğraf var? Yoksa paylaştıktan sonra değerini yitiriyor mu? Evlerin kalabalıklaştığı, insanların yalnızlaştığı bir çağda yaşıyoruz. İnsanı etkileyen modernizm, yaşadığımız mekânı bakir mi bırakacak sandık acaba? “İnsanın görüntüleşmesi, zorunlu olarak mekânı da görüntüleştirdi. Evin içindeki eşyalar bile ihtiyaca göre değil, imaj ve gösteri kaygısıyla alınmaya, yerleştirilmeye ve kullanılma-ma-ya başladı.” Burada boyutu küçülüp eşyaları fazla ve riyakâr hale gelen evler meselesini de ele almamız, üzerine bir de eşyalar arasında kaybolan insanları eklememiz gerekiyor. Öleceğini bilen, dünyadaki konumunun farkında olan, sonrası için hazırlanan bir insan için hayat, “dokunaklı bir şarkı değil.” Bunu biliyorum. Din günü, dünyada günler geçirmenin beyhude olmadığını bize öğreten gündür, demişti İsmet Özel. “İdeal mekânı cennet olan bir insanın zihniyet dünyasıyla ideal mekanını bu dünyada cennet oluşturmak olarak belirleyen bir insanın zihniyet dünyası birbirine benzemez.” Bunun farkını bu insanların yaşlılığa bakış açısında bile görürüz: “Bedenin yaşlanması modern insan için yolun sonu iken, geleneksel insan için yeni bir yolun başlangıcı hatta zaafı değil, olgunluk ve kemal mertebesidir.” Kitapta “Neyi görmemiz gerektiğini belirleyen aynı zamanda neyi görmememiz gerektiğini de belirleyen değil midir?” sorusuna benzer sorularla sık sık karşılaşıyoruz. Türk sinemasına hiç bu gözle bakmış mıydınız mesela? Dursun Çiçek bakmış ve şunları söylüyor: “Türkiye'ye sinemanın ve fotoğrafın hangi amaçlarla ve hangi taşıyıcı unsurlar tarafından sokulduğu malumdur. Bunun için özellikle çekilen ilk filmlere, bu filmlerdeki fotoğraf karelerine çok dikkatli bakmak gerekir. Ötelenen nedir ve sunulan hangisidir; bu anlaşıldığında kastımız daha da iyi anlaşılacaktır. Unutmayalım ki amacı olmayan, araç olanı aldığında araç olan tarafından belirlenir ve tanımlanır.” Türk modernleşmesini tekrar gözden geçirmekte fayda var. Modernleşmeye başlayan sinemamızda neden hocalar alay konusuyken öğretmenler baş tacıdır. Hiç mi iyi hoca yok veya öğretmenler hep mi mükemmel? Ya da neden hoca- öğretmen ayrımına gidildi? Hasılı “çelik ve betonlarla tahrip edilmiş şehirlerin kenarlarına serpiştirilen hobi bahçelerinde tabiat fikrini elde etmeye çalışmak” imkân dahilinde midir, siz ne dersiniz? Zamanında bu yazı Ocak 2022'de Muhit Dergisinde yayınlanmıştı. Burada kalsın :)
Fotoğrafın Ötesi
Fotoğrafın ÖtesiDursun Çiçek · Muhit Kitap · 202123 okunma
··
653 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.