Gönderi

Aslında çocuk Mustafa bu arada, ne olmak istediğini yavaş yavaş kestirmeye başlamıştı. Zaten dış görünüşüne düşkündü; şimdi giyinişine ve üstünün başının temizliğine daha da önem veriyordu. Öğrencilerin giymek zorunda oldukları şalvarlı, kuşaklı geleneksel giysi sinirine dokunmaya başlıyordu. Oysa sokaklarda caka satarak, azametli bir tavırla kılıçlarını kaldırım taşlarına vurup şakırdatarak geçen askerlerin üniforması bunlara hiç benzemiyordu. Mustafa onların sorguçlarına, güvenlerine, üstün durumlarına, yabancıların yoğun bir şekilde bulundukları bu şehirde, Türklüklerini ortaya koyuşlarına özenerek bakıyordu. En çok imrendiği, askerî rüştiyeye giden ve üniformasıyla çaka satan Ahmet isimli komşu çocuğuydu. Bu arada annesi de Selanik’e dönmüştü. Mustafa, askerî okula gitmek için ona yalvardı. Ama Zübeyde Hanım kabul etmedi. Oğlunun, Peygamber’in izinden gitmesini yürekten istemişti. Ama Mustafa bunu yapamayacaksa, hiç olmazsa babasının başaramadığı işi başarmalı, tüccar olmalıydı. Zübeyde Hanım da her ana gibi savaştan, ölümden ve her askerin başına gelen bitmez tükenmez sürgünlerden korkuyordu. Hele olur da bir de rütbe alamazsa… Ancak Mustafa’ya söz dinletmek kolay değildi. İstediğini komşu çocuğu Ahmet’in binbaşı olan babasına gizlice anlattı ve onun yardımıyla, annesine haber vermeden askerî rüştiyenin giriş sınavlarına katılmayı başardı. Sınava çok sıkı çalışmıştı. Girdi ve kazandı, böylece Zübeyde Hanım’ı bir oldubitti ile karşı karşıya bıraktı. Ama yine de okula yazılabilmesi için annesinin imzalı iznini alması gerekiyordu. Mustafa hemen aklına, babasının onun doğumunda armağan ederek, beşiğinin başucundaki duvara astığı kılıç geldi. Bunun tek anlamı olabilirdi, babası onun bir asker olmasını istemişti. Mustafa bir kahraman tavrı takınarak annesine, “Ben asker olarak doğdum, asker olarak öleceğim.” dedi.
·
52 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.