'Halk bunu anlamaz' lafı , beni öteden beri müthiş kızdırmıştır.
Bu da ne demektir? Halk adına konuşma, çoğunluğun sözcülüğünü
yapma hakkı kime verilmiş ki? 'Halk'ın neyi kavrayıp kavramadığını,
neye ihtiyacı olduğunu, neyi reddettiğini kim bilebilir
ki? Yoksa halkın gerçek merakları , düşünceleri , özlemleri, umutları
ve hayal kırıklıkları üzerinde fikir sahibi olmak amacıyla herhangi
bir zamanda, bizzat halka gidip, hiç değilse mütevazı, ama
dürüst bir soruşturma yapan birileri mi var? Ben halkımın bir parçasıyım.
Aynı topraklar üzerinde yurttaşlarımla birlikte yaşadım
ve onlarla -yaşımla orantılı olarak- aynı tarihsel deneyimleri edindim,
aynı hayat süreçlerini gözlemledim ve yansıttım. Şimdi de
burada, Batı'da bile, halkımın bir evlad.ı olarak yaşıyorum . Onun
küçük bir damlası , u facık bir parçasıyım; kökleri kültürel ve tarihsel
geleneklerin derinliklerinde yatan düşüncelerini dile getirmeyi
umuyorum.
Film çeviren bir insanın, kendisini ilgilendiren ve heyecanlandıran
şeylerin başkalarına da ilginç geleceğinden doğal olarak hiç kuşkusu
yoktur. Bu düşüncenin doğal sonucu olarak da seyirciden
olumlu bir tepki alacağını varsayarak seyircisine 'yağ çekmeyi', şirinlik yapmayı aklının ucundan bile geçirmez. Seyircisini gerçekten sayan
bir sanatçı, onun kendisinden daha aptal olmadığını da bilir.
Ancak, başka bir insanla konuşabilmenin asgari koşulu her iki taraf
için de anlaşılır, ortak bir dildir. Bir zamanlar Goethe, "Zekice düşünülmüş
bir cevap almanın şartı, zekice soru yöneltmekten geçer,"
demişti. Sanatçıyla seyirci arasında gerçek bir iletişim de ancak iki
taraf da aynı kavrayış düzeyine sahipse gerçekleşir. En azından her
iki tarafın da, sanatçının yapıtında hedeflediği amaçların aynı şekilde
bilincinde olması gerekir.