Gönderi

"Ama asıl haz, maddesel malları değil, canlı varlıkları mülkiyet altına almaktan doğar. Ataerkil toplumlarda en fakir adam bile, en azından karısının, çocuklarının ve hayvanlarının mülkiyetini elinde tutar, kendisini onların mutlak efendisi olarak görürdü. Olabildiğince çok çocuk doğurulması, insan mülkiyetine sahip olmanın ve çalışmak zorunda olmadan "sermaye birikimi" yaratmanın tek yoluydu. Bütün yükü kadının taşıması gerektiği düşünülecek olursa, ataerkil toplumlarda çocuk dünyaya getirme olayının, belirli bir aşamadan sonra kadının sömürülmesine yol açtığını rahatlıkla ileri sürebiliriz. Anneler ise kendi açılarından, küçük oldukları sürece, çocukları üzerinde egemenlik kurmaya çalışarak, bir denge arayışı içine girmişlerdi. Böylece ortaya garip bir kısır döngü çıkmaktaydı. Sömürülen kadın, çocuklarını sömürmekte, büyüyen çocuklar ise babaları ile birlikte bu kez yine kadına egemen olmaktaydılar. İnsanlara sahip olmak arzusu, ataerkil toplumlarda altı-yedi yüzyıl sürmüştür. Ama bu türlü eğilimler, günümüzde de tam olarak ortadan kalkmış değildir. Fakir ülkelerde ve zengin ülkelerin alt tabakalarında böylesi durumlara sık sık rastlanıyor. Kadınların, çocukların ve gençliğin özgürleşme yolunda attığı adımlar ise, yaşam düzeyinin yükselmesini sağlamış ve sağlamaktadır. Burada akla, Kişilerdeki bu, insanlara sahip olma yolundaki ataerkil eğilim aşıldığında, endüstrileşmiş ülkelerdeki ortalama insanların mal-mülk kazanma, biriktirme ve bunu artırma arzuları ne olacak?" sorusu geliyor. Bunun cevabı, "Sahip olma alanının genişlemesi gerekir," biçiminde olacaktır. Kişinin ilgi alanı gelişip değiştikçe ve bunlar dostlarına, sağlığına, yaşam arkadaşına, gezilere, sanat yapıtlarına, Tanrı'ya ve kendi benliğine doğru yönelip, yayıldıkça, o dar boyutlu mal-mülk tutkusu da aşılmış olacaktır."
Sayfa 97 - Say YayınlarıKitabı okudu
·
38 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.