Gönderi

Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken bir yandan da onlarla sobbet ediyor, "Nerelisin?", "Kaç kardeş siniz?" gibi sorular soruyordu. Gözleri bir ara, saçının ortası kırmızı olan bir delikanlıya takıldı. Delikanlıyı yanına çağırdı ve merakla sordu: "Adın ne senin evladım?" Delikanlı, hazır ol durumuna geçti ve komutanın sorusunu bir solukta yanıtladı: "Hasan, komutanım." Sonra da, komutanın "Nerelisin?" sorusunu aynı çeviklikle yanıtladı: "Yozgatlıyım, komutanım. Yozgat'ın Sorgun kazasındanım." Üsteğmen Faruk şimdi de kafasını kurcalayan sorusunu sordu: "Peki evladım, bu kafanın hali ne?" "Saçlarının ortası neden böyle kırmızı boyalı?" Hasan duraksamadan yanıt verdi: "Cepheye gitmek için evden ayrılmadan önce anam saçıma kına yaktı komutanım." dedi. "Neden yaktığını da bilmiyorum." Üsteğmen daha fazla üstelemedi. "Peki, gidebilirsin Kınalı Hasan." dedi. Onun o gün ağzından çıkan "Kınalı Hasan" sözü, Hasan'ın o günden sonraki adı oldu. Arkadaşları ona "Hasan" yerine "Kınalı Hasan" demekle kalmıyorlar, saçlarının ortasındaki kınasına takılıyorlar, onun kınalı saçını, zaman zaman yoğunluğunu artırdıkları şakalarının konusu yapıyorlardı. Kınalı Hasan, sevecen tutumu ve cephedeki cesur atılımlarıyla kısa sürede tüm arkadaşlarının sevgisini kazandı. Bir gün memleketine mektup göndermek isteyince, arkadaşlarından yardım istedi. "Anama, babama burada iyi olduğumu ve ellerinden öpmek istediğimi bildirmek istiyorum; ama okumam yazmam yok, mektup yazamıyorum." dedi. "Bana biriniz olsun yardım eder mi acaba?" Bir değil, birçok arkadaşı yardımına geldi Kınalı Hasan'ın. "Sen söyle, yazalım mektubunu." dediler. Kınalı Hasan, söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, öteki arkadaşları ise mektubu yazanın sağından solundan başlarını uzatarak söylenenleri doğru yazıp yazmadığını denetliyorlardı. "Sevgili anacığım, babacığım" diye başlıyordu Kınalı Hasan'ın mektubu ve "Hasretle ellerinizden öperim; ben burada çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin." diye devam ediyor, kız kardeşinin, kendinden bir küçük erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını soruyor, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini söyledikten sonra, "Biz burada var oldukça, bilesiniz ki düş- man bir adım bile ilerleyemeyecektir." tümcesiyle bitiriyordu. Mektubunu yazmayı bitiren Kınalı Hasan, tam zarfi kapatırken birden durdu ve "İki üç satır daha ekleyeceğim." diyerek mektubunun sonuna şunları yazdırdı: "Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın, ama burada komutanlarım da arkadaşlarım da benimle hep dalga geçtiler. Cepheye gitme sırası yakında inşallah kardeşim Ahmet'e de gelecek. Onu gönderirken sakın kına yakma saçına. Burada onunla da dalga geçmesinler. Bir kez daha ellerinden öperim, sevgili anacığım." Gelibolu'da savaş giderek şiddetleniyordu. İngilizler kesin sonuç almak için tüm güçleriyle Gelibolu'ya başlamışlardı. Gelibolu cephesini savunan erlerimiz, önceleri teker teker, sonraları beşer beşer, onar onar şehit oluyorlardı. Onlara destek olmak için giden yedek güçler de yeterli olmuyor, onların sayıları da giderek azalıyordu. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Hasan'ın komutanı bu durum karşısında çaresizliğinden ve hırsından yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü, henüz sıcak temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişlerdi cepheye. Genç erlerini, süngü ve mermilerin insan bedenini orak gibi biçtiği bu cepheye göndermek zorunda kalmamak için Tanrı'ya dua ediyordu. yüklenmeye Komutanlarının bu düşünceli ve sıkıntılı durumunu gören, cephenin düşmekte olduğunu bilen Kınalı Hasan ve arkadaşları, komutanlarına gittiler. Ondan, kendilerini cepheye göndermesini istediler. Erlerinin, yalvarırcasına birkaç kez yineleyerek bildirdikleri bu istekleri karşısında komutanları daha fazla direnemedi ve ölüme gönderdiğini bile bile onların bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Kınalı Hasan ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye, hayır, bile bile ölüme gidiyorlardı. O gün güle oynaya Gelibolu cephesinden ölümle buluşacakları yere koşan Kınalı Hasan'ın bölüğünden tek kişi bile geri dönmedi. Gidenlerin tümü şehit olmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Kınalı Hasan'a, anne ve babasından mektup geldi. Onun yerine komutanı aldı mektubu ve buruk bir ifadeyle okumaya başladı (bu mektubun aslı Çanakkale Kabatepe Müzesi'nde sergilenmektedir). Gelibolu cephesine gitmeden önce onun arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna, aile adına babası yanıt veriyordu: "Oğlum Hasan, nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim." dedikten sonra şöyle devam ediyordu mektup: "Öküzü sattık. Parasının yarısını sana gönderiyoruz, yarısını da yakında cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Zaten artık Zabire'ye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da. Siz sakın bizi merak etmeyin, bizi düşünmeyin." Babası mektupta, köydeki herkesten, akrabalarından haberler verdikten sonra, "Şimdi sana ananın da söyleyeceği bir şey var." diyerek sözü ona bırakıyordu. Mektubun bundan sonraki bölümü, Kınalı Hasan'ın anasının ağzından yazılmıştı. Şöyle diyordu anası: "Oğlum Hasan, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler. Kardeşime de kına yakma, demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle, seninle dalga geçmesinler. Bizde üç şeye kına yakarlar: 1) Gelinlik kıza, gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye, 2) Kurbanlık koça, Allah'a kurban olsun diye, 3) Askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye. Gözlerinden öper, selam ederim. Allah'a emanet olun." Hasan'ın komutanı mektubu okurken çevresindeki herkes hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
·
84 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.