Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bugünü Yaşama Arzusu
#Schopenhauer *Yazar #Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker... Nihal olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi.( Schopenhauer ) "Doğar doğmaz ölmeye başlarız." diyen Stoacılarla ve "Benim olduğum yerde ölüm yok, ölümün olduğu yerde de ben. O halde ölümden neden kor- kayım ki?" mantığını yürüten Epikuros'la aynı fikirdeydi. # Cinsel birleşmedeki esrime hali. İşte bu! Her şeyin gerçek özü ve nüvesi bu, varoluşun amacı ve hedefi. # Yetenek başkalarının ulaşamadığı hedefi vuran nişancı gibidir; dâhi ise başkalarının göremediği bir hedefi vuran bir nişancı. Küçükken öğrenilen şey en iyi öğrenilendir. Arthur Schopenhauer ilk öğrendiği dersleri hiç unutmadı. # Dünyaya bakış açımızın sağlam temelleri ve derinlik veya sığlığı çocukluk yıllarında oluşur. Bu görüş daha sonra özenle düzeltilir ve mükemmel hale getirilir, ama özde değişmeden kalır. *Anne sevgisinden yoksun büyüyen çocuklar, kendilerini sevmek, diğerlerinin onları seveceğine inanmak veya başkalarını sevmek için gerekli olan temel güven duygusunu geliştiremezler. Yetişkin hayatlarında yabancılaşırlar, içlerine kapanırlar ve başkalarıyla genellikle düşmanca ilişkiler kurarlar. # Eğer hayata küçük ayrıntılarıyla bakacak olursak ne kadar gülünç görünür. Mikroskopta görülen bir su damlası gibidir, tek hücrelilerle kaynayan tek bir damla. Telaşla koşuşturup birbirle- riyle mücadele etmelerine nasıl güleriz. İster bu su damlasında isterse insan hayatının küçük süresi içinde olsun bu korkunç etkinlikler komik bir etki yaratıyor. # Her şey dinin yanında: vahiy, kehanetler, hükümetin koruması, en yüksek değer ve tanınmışlık ... ve hepsinden öte, doktrinlerini çocukluğun körpe çağında zihne kazıma, dolayısıyla neredeyse doğuştan gelen fikirler gibi görülmelerini sağlama şek- lindeki paha biçilmez ayrıcalık. # Sonsuz uzayda etrafında bir düzine daha küçük kürenin döndüğü, yuvarlak, ortası sıcak, üzerindeki küflü tabakanın canlı ve bilinçli varlıklar ürettiği soğuk sert bir kabukla kaplı sayısız aydınlık küre -bu ... gerçek dünya. * "Ne zaman bir başkasına uzansam, kendim eksiliyorum. Yetişkinlikte arkadaşım olmadı, olmasını da istemiyorum. Benim ilgisiz bir annenin ve sonunda kendi hayatına son veren mutsuz bir babanın çocuğu oldugumu hatırlarsın. Açıkça söylemek gerekirse, bana vere. bilecek ilginç bir şeyi olan biriyle hiç karşılaşmadım. Ve bunun nedeni benim aramamış olmam değil. Ne zaman birisiyle arkadaş olmaya çalışsam, yalnızca perişan bedbahtlar, sınırlı zekâya sahip kişiler, kötü kalpler ve kötü eğilimler bulduğunu söyleyen Schopenhauer'la aynı deneyimi yaşadım. Yaşayan insanlardan söz ediyorum -geçmişin büyük düşünürlerinden değil." Schopenhauer biraz arkadaş canlısı tavır ve biraz sıcaklıkla insanları, tıpkı şekillendireceğimiz balmumunu ısıtma- mız gerektiği gibi yönlendirebileceğimizi söyler." Schopenhauer'in dediği gibi başkalarının senden daha fazla acı çektiğini öğrenmek zevk verir." *İnsanın özdeki varlığının sonunda belirsiz, ruh gibi evrensel bir yaşam gücüyle yeniden birleşeceği fikri beni hiç rahatlatmıyor. Bilinçlilik hali sürmeyecekse bundan nasıl bir avuntu çıkarabilirim ki? Aynı şekilde, vücut moleküllerimin uzaya dağılıp en sonunda da DNA'mın başka bir hayat biçiminin bir parçası olacağını bilmek de beni pek rahatlatmıyor. *"Ölüm her zaman orada, bütün bu endişelerin ufku. Sokrates çok açık bir şekilde söylemiştir, 'iyi yaşamayı öğrenmek için kişinin iyi ölmeyi öğrenmesi gerekir. Ya da Seneca, 'Ondan vazgeçmeye istekli ve hazır olanlar dışında kimse hayatın gerçek tadını alamaz.' " # En büyük bilgelik şu andan zevk almayı hayatın en büyük amacı kılmaktır, çünkü tek gerçek budur, başka her şey düşünce oyunudur. Ama bunun en büyük budalalılığımız oldu- ğunu da söyleyebiliriz, çünkü yalnızca kısa bir süre için var olan ve bir rüya gibi kaybolan içinde bulunduğumuz bu an asla ciddi bir çabaya değmez. * Nietzsche bir keresinde bir inek ile insan arasındaki en büyük farkın ineğin nasıl var olacağını, geleceğin korkularını ve geçmişin yükünü taşımadan, içinde bulunduğu mutlu anda herhangi bir kaygı -yani korku-duymaksızın nasıl yaşayacağını bilmesi olduğunu yazmıştır/Ama biz talihsiz insanlar geçmiş ve gele- ceğin o kadar etkisi altındayızdır ki, şu anda kısaca geziniriz. Çocuklu- ğumuzun altın günlerini neden hep özlemle anarız, biliyor musunuz? Nietzsche bunun nedenini, o günlerin kaygısız günler, en küçük bir kaygının olmadığı günler, ağır, acı veren anılarla, geçmişin çöpleriyle yere çökmeden önceki günler olmasına bağlar. Marjinal bir noktayı daha belirteyim: Nietzsche'den alıntı yaptım, ama bu düşüncesi orijinal değil-burada da, başka çoğu yerde olduğu gibi Schopenhauer'ın çalışmalarını yağmalamış. * Kierkegaard 'çifte umutsuzluk' yaşayan bazı insanları anlatır, şöyle ki, umutsuzdurlar, ama umutsuz olduklarını fark edemeyecek kadar kendilerini aldatırlar. Demek istediğim şu: acılarımın çoğu arzularımla hareket etmemin sonucu ortaya çıkar ve sonra bu bir anlık tatminle mutlu olurum, kısa süre sonra bu tatmin can sıkıntısına dönüşür, der- ken bir arzu daha ortaya çıkar. Schopenhauer bunun evrensel insan durumu olduğunu düşünmüş istemek, anlık tatmin, can sıkıntısı, daha fazla şey istemek. #* Belki oğluna alternatiflerin olmadığını, her evet için bir hayır olması gerektiğini öğretiyordu. (Gerçekten de yıllar sonra Arthur, "Her şey olmaya kalkan insan hiçbir şey olamaz diyecekti.) Arthur izlenimlerinin çoğunu seyahat günlüğüne anne babasının istediği gibi, gittikleri ülkenin diliyle kaydetmişti. Dil yeteneği dahi- ceydi; on beş yaşındaki Arthur Almanca, Fransızca ve İngilizce'yi çok akıcı kullanıyordu ve İtalyanca ve Ispanyolca'sı da işe yarardı. Nihaye- tinde, bir düzine modern ve antik dilde ustalaşacaktı. Kütüphanesine giden ziyaretçilerin fark ettiği gibi kitapların kenarlarına her kitabın kendi dilinde not alma alışkanlığı vardı. Arthur'un hiçbir zaman dindar bir dönemi olmadı; inancı yoktu, ama gençken inanma isteği, hiçbir şekilde gözlenmeyen bir varlık olmanın dehşetinden kaçma isteği vardı. Tanrının varlığına inanıyordu, ama bu inancı Avrupa uygarlığının dehşetini ergenlik çağında görmesiyle kötü bir şekilde sınandı. On sekiz yaşında, "Bu dünya Tanrı tarafından yara- tıldı, öyle mi? Hayır, şeytan tarafından yaratılmış olmalı!" diye yazdı. # İnsanların çoğu hayatlarının sonunda geriye dönüp baktıklarında molalarda yaşadıklarını görürler. Takdir etmeden ve zevk almadan yanlarından geçip giden şeyin aslında hayatlan olduğunu gördüklerinde şaşırırlar. Ve böylece umutlarla kandırı- Jan insan ölümün kollarına koşar. * Julius üzgün bir şekilde başını salladı. İçinde bulunduğu anın tadını gerçekten çıkarmadığı, o anı gerçekten yaşamadığı, kendi kendine hiç, "İşte an bu an, gün bugün -istediğim bu! O eski güzel günler bunlar, hemen şu an. Bu anda kalayım, burada kök salayım." demediği dog- ruydu. Hayır, her zaman hayatın en lezzetli kısmını daha bulmadığına inanmış, hep geleceğe -daha yaşlı, daha akıllı, daha büyük, daha zengin olacağı zamanlara- imrenmişti. Ve sonra kıyamet kopmuştu, tersine dönüş, geleceğin ani ve felaketi andıran biçimde yerilmesi, eskiye özlem başlamıştı. Insanın ne kadar bağlantısı varsa hayatın o kadar yük olacağını ve insanın bu bağlantılardan ayrılırken o kadar büyük acı çekeceğini söylemiştim. Schopenhauer ve Budizm insanın kendini bağlantılarından ayırması gerektiğini söyler ve..." Spinoza, Latince bir deyişi kullanmayı çok seviyordu: sub specie aeternitatis, 'sonsuzluk yönünden' anlamına gelir, Rahatsızlık verici gündelik olayların sonsuzluk yönün- den bakıldığında daha az rahatsız edici hale geldiğini ifade etmektedir. # Üstün, nadir bulunan zekâya sahip insanlar yalnızca yararlı olan bir işe girmeye zorlandıklarında en güzel resimlerle süslenip sonra da mutfak kabı olarak kullanılan değerli bir vazoya benzer. # İnsanın somut olarak yaşadığı hayatın yanı sıra her zaman soyut olarak ikinci bir hayat yaşaması dikkate değer ve önem- lidir... sakince enine boyuna düşünme alanında, önceden onu tamamen ele geçiren ve yoğun bir şekilde etkileyen şeyler soğuk, renksiz ve uzak görünür: o yalnızca bir seyirci ve gözlemcidir. * "Bir keresinde öğretmenim insanın başkası tarafından rahatsız edilemeyeceğini söylemişti. Kişinin sükûnetini ancak kendisi bozabilir." * Dün ve yarın yok. Geçmiş hatıralar, gelecek özlemler yalnızca memnuniyetsizlik yaratır. Zihinsel sükuûnete giden yol şu anı gözlemekte ve farkındalığımızdan oluşan nehirde rahatsız edilmeden akıp gitmesine izin vermekte yatar." Arthur annesine doktora tezinin bir kopyasını ver. diğinde ikisinin arasında çok sık alıntılanan bir konuşma geçti. Tezi, "Yeter Neden Ilkesinin Dörtlü Kökü Üzerine" adlı nedensellik ilkelerini anlatan harika bir tezdi. Başlığa bakan Johanna şöyle bir yorumda bulundu: "Dörtlü kök mű? Eczacılıkla ilgili bir kitap olmalı bu."¹ Arthur: "Senin yazdıkların artık ortalıkta kalmadığı zamanlarda bile okunacaktır bu." Johanna: "Evet, senin yazılarının bütün kopyaları satılmadığı için hālā kitapçılarda olacak." # Pek çok erkek güzel bir yüzle baştan çıkar... Doğa, kadınları bütün güzelliklerini bir anda sergilemeye... ve "heyecan" yaratmaya teşvik eder... ama doğa (kadınların) bitmek bilmez masraflar, çocuk sevgisi, inatçılık, dik başlılık, yaşlanmak ve birkaç yıldan sonra çirkinleşmek, aldatma, kocasını boynuzlamak, kapris, garip meraklar, histeri krizleri, cehennem ve şeytan gibi pek çok kötülüğü içinde barındırdığını gizler. Bu yüzden evliliği gençlikte alınan ve yaşlılıkta ödenen bir borç olarak görüyorum...! # Büyük acılar daha önemsizlerinin hissedilmesini engeller ve tersine, büyük acıların yokluğunda en küçük dertler ve sıkıntılar bile bize büyük acı verir. "Schopenhauer çok çekici bir kadının kaderinin, çok çekici bir erkeğinki gibi yalıtılmış bir hayat yaşamak olduğunu söyler. Diğerlerinin kıskançlıkla kör olduklarını ve bu üstün kişiye kızdıklarını işaret eder. Bu nedenle, bu insanların aynı cinsiyet- ten yakın arkadaşları hiç olmaz." Schopenhauer gibi olabildiğince az şey dilemek ve çok şey öğrenmek istiyorum." # Hiçbir şey onu telaşlandırıp heyecanlandıramaz artık. Bizi dünyaya bağlayan ve bizi (kaygı, yakıcı arzu, öfke ve korku dolu olan bizi) sürekli acı içinde ileri geri sürükleyen binlerce istenç bağı: o hepsini kesip paramparça etti. Gülümseyerek geriye, şu anda oyunun sonuna gelmiş bir satranç oyuncusu gibi kayıtsızca önünde duran bu dünyanın düşsel görüntüler geçidine bakıyor. # Çiçek yanıt verdi: Seni aptal! Görülmek için mi açtığımı sanı yorsun? Kendi zevkim için açılıyorum, başkaları için değil, çünkü hoşuma gidiyor. Aldığım zevk var olmaktan ve açmaktan ibaret. *bilinçdışımızın çoğu farkında olmadığımız bederi artketleriyle açıklanır. *Platon aşkın sevenin içinde olduğunu söyler, sevilenin değil." *hayattaki amacım olabildiğince az şey istemek ve olabildiğince fazla şey bilmek. *Yillar ince kendimi halkın fikrine bağlanıp kalmaktan kurtardım. Insanların mutlusunun hiçbir şeyi yalnızlık kadar istemeyen kişi olduğuna sıkı siya inanıyorum. Tanrısal Schopenhauer, Nietzsche ve Kant'tan söz edryorum. Onların bakış açısına ve benim bakış açıma göre, iç zen- zliği olan insan dışarıdan, zenginliğinin -yani entelektüel yetilerinin- adını çıkarmasını sağlayan boş zamanlar şeklindeki olumsuz armağan şında hiçbir şey istemez. *Kendinden bu kadar tatminka: olmak, başkalarından bu kadar az şey istemek, hiçbir zaman başkalan. nın varlığını özlememek-kulağa çok yalnız geliyor Philip." "Tam tersine." dedi Philip, "geçmişte başkalarının arkadaşlığını iste. diğimde, vermeyecekleri, aslında veremeyecekleri bir şeyi istediğimde -asıl yalnızlık oydu. O zaman yalnızlığı çok iyi biliyordum. Kimseye ihtiyaç duymamak hiçbir zaman yalnızlık değildir. Benim aradığım şey bahşedilen yalnızlık." * "Hepimizin kaçınılmaz bir mutsuzlukla dolu bir varoluşu yaşa- maya mahkûm olduğumuzu aklımdan hiç çıkarmamaya çalışıyorum lacakları önceden bilsek hiçbirimizin seçmeyeceği bir varoluştur bu. Bu bakımdan hepimiz, Schopenhauer'in dediği gibi aynı acıyı çeken yoldaşlarız ve hayattaki komşularımızdan hoşgörü ve sevgi gereksinimi duyarız." # Gençliğimizdeki neşelilik ve karamsarlığa kapılmama hali, kısmen hayat tepesine tırmanıyor ve tepenin öteki tarafındaki ölümü görmüyor olduğumuz gerçeğine dayanır. Ne zaman insanların arasına çıksam daha az insan olarak gen dönüyorum." (Thomasa à Kempis') "Vücuttaki hücrelerin öldüğü ve düzenli aralıklarla yerine yenileri. nin geldiği uzun zamandır biliniyor. Birkaç yıl öncesine kadar yalnızca beyin hücrelerinin insanın bütün hayatı boyunca varlığını sürdürdüğü sanılıyordu -kuşkusuz kadınlarda da yumurta hücrelerinin. Ama araş- tırmalar artık gösteriyor ki, sinir hücreleri de ölüyor ve yeni nöronlar sürekli olarak üretiliyor, benim serebral korteksimin, zihnimin mima- risini oluşturan hücreler de buna dahil. Sanırım içimdeki hiçbir hücre- nin on beş yıl önce adımı taşıyan insanınkiyle aynı olmadığını söylemek yanlış olmaz. "Hayatın içinde yaşamaya çalıştığımda huzursuz oluyorum. Hayatın dışında kal- mak, hiçbir şey istememek ve hiçbir şey beklememek, kendimi yüksek düşünceyle meşgul etmek -huzura giden tek yol, benim yolum bu. # Seks, çerçöpüyle izinsiz içeri girmekte, devlet adamlarının müzakerelerine ve alimlerin araştırmalarına müdahale etmekte tereddüt etmez. Her gün en değerli ilişkileri mahveder. Daha önce onurlu ve dimdik olan insanların vicdanını çalar. # Yaşam sevgisinin yanında seks kendini bütün güdüler içinde en güçlü ve en aktif olanı şeklinde gösterir ve durmadan insanlığın daha genç kesiminin gücünün ve düşüncelerinin yarısını talep eder. Neredeyse bütün insani çabaların nihai hedefidir. En önemli ilişkiler üzerinde olumsuz bir etkisi vardır, en ciddi meşguliyetleri bozar ve bazen en büyük insan zihinlerini bir süre için şaşırtır... Seks gerçekten bütün hareketlerin ve davranışların görünmez noktasıdır ve üzerine örtülen bütün örtülere rağmen her yerde başını uzatır. Savaşların kaynağıdır ve huzurun amacıdır... tükenmek bilmez zeka kaynağı, butün taşlamala- rın anahtarı, bütün gizemli imaların, bütün söylenmemiş tekliflerin ve bütün kaçamak bakışların anlamıdır; gencin ve bazen de yaşlının medi tasyonudur, bakire olmayanın her an düşündüğü şeydir ve bakirenin bütün iradesine karşı sürekli tekrarlanan hayalidir. # Bütün bunları düşünürsek şöyle söyleyebiliriz: bütün bu gürültü patırtı neden? Bütün bu aciliyet, şamata, acı ve gayret neden? Bu yalnızca her Jackin kendi Jill'ini bulma meselesi. Neden böyle önemsiz bir şey bu kadar önemli bir rol oynuyor ve insanın hayatında sürekli rahatsızlık ve karmaşa yaratıyor?! Arthur'un kendi sorusuna yanıtı, evrim psikolojisi ve psikanaliz alanlarında söylenecek sözlerden 150 yıl önce verilmişti. Bize gerçek- ten rehberlik eden şeyin aslında bizim değil, türlerimizin gereksinimi olduğunu söyler. "Bütün aşk hikâyesinin gerçek sonu, ilgili taraflar bunun farkında olmasa da, yaratılacak olan çocuktur." diye sözlerine devam eder. "Insan yalnızca kendi zevkini artırmaya çalıştığını sanır- ken aslında burada insana rehberlik eden şey gerçekte türlerde en iyi olan şeye yönelten içgüdüdür."3 Cinsel eş seçimini idare eden ilkeleri ayrıntılarıyla tartışır ("her insan kendisinde olmayanı sever"), ama aslında seçimin türlerin deha- sıyla yapıldığını vurgular. "Insan, türlerin ruhunun elindedir, onun tarafından yönetilir ve artık kendisine ait değildir... çünkü nihai olarak kendi çıkarlarını değil, henüz dünyaya gelmemiş üçüncü bir kişinin çıkarlarını düşünür. "Schopenhauer Seksin gücünün karşı konulamaz olduğunu tekrar tekrar vurgu- lar. "Çünkü mantık melekesinin bütün itirazlarına rağmen, kendisini amaçlarını koşulsuz olarak takip etmeye zorlayan, böceklerin içgüdü. süne yakın bir dürtünün etkisi altındadır... Ondan vazgeçemez. Ve mantığın bu konuyla ilgisi yoktur. Sıklıkla insan, mantığının kendisine uzak durmasını söylediği kişiyi arzular, ama mantığın gücü cinsel tur- kunun gücü karşısında etkisizdir. Latin dramacı Terentius'tan alıntı yapar: "Mantıkla beslenmeyen şey mantıkla yönetilemez Üç büyük düşünce devriminin insanın merkeziyetçiliği fikrini tehdit ettiği sık sık belirtilmektedir. Birincisi Copernicus, dünyanın bütün yıldızların etrafında döndüğu bir merkez olmadığını göstermiş. tir. Sonra Darwin, hayat zincirinde bizim merkez olmadığımızı, diğer bütün yaratıklar gibi başka yaşam biçimlerinden meydana geldiğimizi göstermiştir. Üçüncü olarak da Freud, bizim kendi evimizin efendisi olmadığımızı davranışlarımızın büyük çoğunluğunun bilincimizin dışındaki güçler tarafından yönetildiğini göstermiştir. Freud'un bilin- meyen yardımcı devrimcisinin, onun doğumundan çok önce derin biyolojik güçler tarafından idare edildiğimizi ve sonra kendimizi hare- ketlerimizi bilinçli olarak seçtiğimiz şeklinde kandırdığımızı öne süren Arthur Schopenhauer olduğuna hiç kuşku yoktur. # Sırrım konusunda sessizliğimi korursam benim esirim olur; eğer ağzımdan kaçınırsam ben onun esiri olurum. Sessizlik ağa- cında huzur meyveleri yetişir. # Eğer dalaverecilerin oyuncağı ve soytanıların maskarası olmak istemiyorsak, ilk kural içine kapanık ve ulaşılmaz olmaktır. - Eğer felsefeye karşı samimi bir arzunuz varsa ilk andan itibaren alaycı kahkahalara hazırlanın. Unutmayın, eğer ısrarlıysanız o insanlar daha sonra size hayran olacaktır... Unutmayın, eğer bir başkasının zevki için dikkatinizi dışarıya çevirecek olursanız hayatınızın düzenini alt üst etti- ğinizden emin olabilirsiniz. (Epiktetos) # Soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi donmamak için hep birlikte ısın- mak üzere bir araya toplanır. Ama kısa süre sonra oklarının birbirleri üzerindeki etkilerini görüp yeniden ayrılırlar. Isınma gereksinimi onları bir kez daha bir araya getirdiğinde okları yine kendilerine engel olur ve iki kötü arasında gidip gelirler, ta ki birbirlerine katlanabilecekleri uygun mesafeyi bulana kadar. Bunun gibi, insanların hayatlarının boş- luğundan ve tekdüzeliğinden kaynaklanan toplum gereksinimi onları bir araya getirir, ama nahoş ve tiksinti verici özellikleri onları bir kez daha birbirinden ayırır.2 * Başka bir deyişle ancak hayatta kalmak için gerekli olduğunda yakınlığa katlan ve mümkün olduğunda da kaç. Çoğu çağdaş psikoterapist sosyal açıdan böyle aşırı derecede kaçınmacı bir bakış açısına hiç tereddüt etmeden terapiyi tavsiye ederdi Gerçekten de psikoterapi uygulamalarının büyük bir bölümü böyle bireylerarası bakış açılarına seslenir -yalnızca sosyal kaçınmacılık değil, her renkte ve tonda uyum- suz sosyal davranış da bunlara dahildir: otizm, sosyal kaçırıma, sosyal fobi, şizoid kişilik, antisosyal kişilik, narsist kişilik, sevme yetersizligi, kendini aşırı büyük görme, kendini gizleme Schopenhauer buna katılır mıydı? Diğer insanlara karşı duygula- rını uyumsuz olarak görüyor muydu? Pek sayılmaz. Tutumları özüne o kadar yakındı ki, o kadar derine işlemişti ki, onları engel olarak görmüyordu. Tam tersine, insansevmezliğini ve yalıtılmışlığını bir erdem olarak görüyordu. Örneğin kirpi meselinin sonundaki bağımsız bölüme bakalım: "Fakat iç ısısı yeterince fazla olanlar sıkıntı ve kızgınlık yaratmaya veya hissetmemek için toplumdan kaçacaktır."(S) * Arthur'un entelektüel eşiti olarak gördugu bir on dokuzuncu yuz- yıl insanı Goethe sonunda Arhur'un aklına saygı duymaya başladı. Arthur'un üniversiteye hazırlandığı dönemde Johanna'nın partilerine katılan Goethe bu genç adamı bilerek görmezden geliyordu. Daha sonra Johanna Arthur'un üniversite başvurusu için destek mektubu istediğinde Goethe Yunanca profesörü olan eski bir dostuna yazdığı notta ustaca suya sabuna dokunmamayı başardı: "Genç Schopenhauer halihazırda mesleğini ve çalışmalarını birkaç kere değiştirmiş durumda. Hangi disiplinde ne kadar şey başardığını, benimle olan dostluğun yüzünden ona birkaç dakikanı ayırırsan kendin görebilirsin." Ama birkaç yıl sonra Goethe, Arthur'un doktora tezini okudu- ğunda yirmi altı yaşındaki bu gençten o kadar etkilendi ki, Arthur'un Weimar'da kalışları sırasında düzenli olarak uşağını gönderip uzun özel tartışmalar için onu çağırtmaya başladı. Goethe renkler kuramı üzerindeki çok emek verdiği çalışmasını birisinin eleştirmesini isti- yordu. Schopenhauer bu konuda çok fazla şey bilmemesine rağmen, Goethe nadir bulunan Allah vergisi zekasının onu değerli bir tartışmacı yapacağını düşünüyordu. Istediğinden de fazlasını buldu. Başta büyük onur duyan Schopenhauer, Goethe'nin onayının tadını çıkarıp Berlin'deki profesörüne şunları yazdı: "Dostunuz, büyük Goet- he'miz iyi, kaygılardan uzak, dost canlısı: Tanrıya şükürler olsun." Ama birkaç hafta sonra aralarında bir uyuşmazlık çıktı. Arthur, Gothe'nin görme gücüyle ilgili ilginç gözlemlerde bulunduğu, ama birkaç önemli noktada hata yaptığı ve kapsamlı bir renk kuramı ortaya koymada başa. rısız olduğu şeklinde görüş bildirdi. Profesyonel yazılarını bir kenara bırakan Arthur, kendini, kendi renk kuramını geliştirmeye adadı ve Goethe'ninkinden birkaç şekilde farklılaşan kuramı 1816'da yayım- landı. Schopenhauer'ın kibri sonunda arkadaşlıklarını bozdu. Goethe, günlüğünde Arthur Schopenhauer'la olan ilişkisinin sona erişini şöyle anlatıyor: "Pek çok şeyi uyumlu bir biçimde tartıştık; ama sonunda kesin bir ayrılık kaçınılmaz oldu, tıpkı birlikte uzun süre yol alan iki arkadaşın el sıkışıp birinin kuzeye diğerinin güneye gitmek istemesiyle ayrılması ve kısa süre sonra birbirini gözden kaybetmesi gibi."! Arthur böyle dışlandığı için incinmiş ve öfkeliydi, ama Goethe'nin zekasına gösterdiği saygıyı içselleştirerek onun adına hayatı boyunca değer verdi ve çalışmalarından alıntılar yaptı. Arthur'un dahi insanlar ile yetenekli insanlar arasındaki fark konu- sunda söyleyecek çok şeyi vardı. Yetenekli insanların başkalarının vura- madığı hedefi vurmaları, dahi insanların ise başkalarının göremediği hedefi vurmaları şeklindeki yorumuna ek olarak, yetenekli insanların çağın gerekleriyle var olduklarına ve bu gereksinimlerini tatmin ede bildiklerini, ama çalışmalarının kısa süre içinde solduğunu ve sonraki kuşaklarda yok olup gittiğine işaret ediyordu. (Annesinin eserlerini mi kastediyordu?) "Ama bir dahi kendi çağında gezegenlerin yolunu aydınlatan bir kuyrukluyıldız gibi parlar... Kültürün normal seyriyle el ele gitmez: tam tersine, çalışmalarını önündeki yolun çok ilerisin savurur." Bu açıdan bakıldığında kirpi meselinin bir yonu, gerçek değere sahip insanların, özellikle dahilerin başkalarının sıcaklığına ihtiyaç duymadıgıdır. Ama kirpi meselinin karanlık bir yönü daha vardır: türdeşlerimiz olan yaratıklar nahoş ve tiksinti vericidir, bu yüzden onlardan kaçın- mak gerekir Bu insansevmez bakış açısı Schopenhauer'ın horgöru ve alaycılık dolu olan bütün yazılarında görülür. "On the Doctrine of the Indestructibility of Our True Nature by Death" (Gerçek Doğamızın Ölümle Yok Edilemezliği Doktrini Üzerine) adlı kavrayış dolu maka- lesindeki şu bölümün başlangıcına bakın: "Eğer gündelik ilişkilerde her şeyi bilmek isteyen, ama hiçbir şey öğrenmeyecek olan çok sayıda insandan biri bize ölümden sonraki hayatın sürekliliğini sorsa verilecek en uygun ve her şeyin ötesinde en doğru cevap şu olurdu: 'Ölümden sonra doğumdan önce neysen o olacaksın.' Makale hiçliğin iki türünün olanaksızlığı hakkında etkileyici ve büyüleyici çözümlemelerle devam ediyor ve tamamı, ölümün doğasını düşünen herkese kavrayış kazandırıyor. Ama neden söze gereksiz bir aşağılamayla başlıyor "her şeyi bilmek isteyen, ama hiçbir şey öğren- meyecek olan çok sayıda insandan biri?" Neden şaşırtıcı düşüncelerini küçük sövgülerle kirletiyor? Bu uyumsuz birliktelik Schopenhauer'ın yazılarında sık rastlanan bir durumdur. Bu kadar zeki, ama sosyal açıdan bu kadar özürlü, bu kadar önsezili, ama bu kadar kör bir düşü- nürle karşılaşmak ne kadar rahatsız edici. Schopenhauer sosyalleşme ve sohbetle geçirilen zamanlar için dövünür yazılarında. "Iki ayaklı hayvanların sıradan sohbetleri kadar kısır ve sıkıcı bir sohbeti sürdürmektense hiç konuşmamak daha iyi .(S) Bütün hayatı boyunca "gerçek bir insan" aradığından, ama "sefil bedbahtlar, sınırlı zekalılar, kötü kalpliler ve kötü huylular"ı dışında kimseyi bulamadığından yakınıyor. (Her zaman bu tür yergilerden ayırdığı Goethe hariç.) Özyaşamöyküsüne ilişkin bir notta şöyle diyor: İnsanlarla kurulan neredeyse bütün bağlar bir kirlenme, bir pislenmedir. Ait olmadığı- mız acınası yaratıklarla dolu bir dünyaya indik. Daha iyi olan az sayıda insana saygı duymalı ve değer vermeliyiz; gerisine talimat vermek için dünyaya geldik, onlarla arkadaş olmak için değil."2 Yazılarını dikkatle gözden geçirirsek bir insansevmezin manifes tosunu çıkarmak mümkün olur: ona göre yaşamamız gereken insan davranışları kuralları. Arthur'un manifestosuna bağlı kalarak çağdaş bir terapi grubunda nasıl başarılı olunacağını bir düşünün! + "Düşmanının bilmemesi gerekeni dostuna söyleme."3 + Bütün kişisel ilişkilere sır gibi bak ve yakın arkadaşlarınla bile tam bir yabancı gibi kal... Çünkü koşullar değişince bizim hak- kımızda bildiği en zararsız şeyler bile bizim zararımıza olabilir. *** +/Ne sevgiye ne de nefrete yol açmamak dünya bilgeliğinin yarı- sıdır: hiçbir şey söylememek ve hiçbir şeye inanmamak da öteki yarısı. + "Güvensizlik güven içinde olmanın anasıdır." (Onaylarcasına alıntı yapılan bir Fransız atasözü). + "Insanlarla uğraşmada üstünlüğe ulaşmanın tek yolu onlardan bağımsız olduğunuzu göstermenizdir." + "Bir insanın karakterinin kötü yanlarını unutmak zor kazanılmış bir parayı sokağa atmak gibidir. Kendimizi aptalca tanıdıklarını ve aptalca arkadaşlarlıklardan korumalıyız. "Insanlarla uğraşmada üstünlüğe ulaşmanın tek yolu onlardan bağımsız olduğunuzu göstermenizdir."3 + Önemsememek önemsenmeyi getirir."4 +Bir insan hakkında gerçekten iyi şeyler düşünüyorsak bunu ondan bir suç gibi gizlemeliyiz."" + "Insanların oldukları gibi olmalarına izin vermek olmadıkları seýi kabul etmekten iyidir. "Hareketlerimiz dışında asla öfke ve nefret gösterememeliyiz.... yalnızca soğukkanlı hayvanlar zehirlidir +Kibar ve dostça davranarak insanları esnek ve itaatkar yapa- bilirsiniz: bu yüzden sıcaklık balmumu için neyse kibarlık da insan doğası için odur." # İnsanları keyifli bir ruh haline sokmanın başınıza gelen kötü bir şeyi anlatmaktan veya kişisel bir zayıflınızı açıklamak- tan daha başka yolları da vardır. Schopenhauer Lucretius'un bir şiirinden alıntı yapmış" -Tony'ye dönerek açıklama yaptı -"MO birinci yüzyılda yaşamış Romalı bir şair. Şiir kıyıda diki- lip denizdeki korkunç bir fırtınayla boğuşan insanları seyrederek zevk alan birini anlatıyor. 'Bizi rahat bırakan kötülükleri seyretmek bize keyif verir. Schopenhauer her zaman öznel deneyimlerimizin nesnel gözlemlerimizi kirletmesine izin vermememiz gerektiğini söyler." * Geçmişe ve gelecekte nasıl değişmek iste- diğimize yönelik odaklaşma hayatın yalnızca şu an olduğunu ve onun da sonsuza dek yok olduğunu unutmamıza neden oluyor. Her şeyin nihai hedefi düşünülünce bütün bu karmaşanın ne anlamı var ki?" # İsteklerimizi sınırlamalıyız, arzularımızı dizginlemeli, öfkemizi bastırmalı, bireyin sahip olmaya deecek şeylerden yalnızca sınırlı bir paya erişebilecei gerçeini akıldan çıkarma- malıyız....! +"Insanlarla uğraşırken üstünlük kazanmanın tek yolu onlardan bağımsız olduğunuzu göstermektir." + "Önemsememek önemsenmeyi getirir." +Kibar ve dostça davranarak insanları esnek ve itaatkar yapa- bilirsiniz: bu yüzden sıcaklık balmumu için neyse kibarlık da insan doğası için odur." # Dikensiz gül yoktur, ama gülsüz pek çok diken vardır. * Kant bizim bütün duyusal verilerimizin nöral aygıtlar tarafından süzül düğünü ve bize, gerçeklik dediğimiz, ama aslında bir hayal, kavram- sallaştırıcı ve kategorize edici zihnimizden çıkan bir kurgu olan resmi vermek için yeniden bir araya getirildiğini fark etmişti. Gerçekten de, neden ve sonuç, ardışıklık, nicelik, uzam ve zaman aslında "dışarıda" doğada var olan varlıklar değil, kavramsallaştırmalar, kurgulardır. Dahası dışarıda olan şeylere ait bizim işlenmiş versiyonumuzun arkasını "göremeyiz"; orada "gerçekten" olanı yani bizim algısal ve entelektüel işlememizden önce var olan varlığı-bilmemizin bir yolu yoktur. Kant'ın "ding an sich" (kendi içindeki şey) dediği temel varlık bizim için sonsuza dek bilinemez olarak kalacak ve kalmalıdır. Schopenhauer "kendi içindeki şeyi hiçbir zaman bilmeyecek olma- mızı kabul etmesine rağmen ona Kant'ın düşündüğünden daha fazla yaklaşabileceğimize inanıyordu. Onun görüşüne göre Kant, algılanan (görüngüsel) dunya konusunda büyük bir mevcut bilgi kaynağını gözden kaçırmıştır: kendi bedenlerimiz! Bedenler maddi nesnelerdir. Zamanda ve uzamda yer alırlar. Ve her birimizin bedeniyle ilgili olağa- nüstü zenginlikte bilgisi vardır -bu bilgi algılarımızdan veya kavramsal aygıtlarımızdan gelen bir bilgi değil, doğrudan içeriden, duygularımız- dan kaynaklanan bilgidir. Bedenlerimizden kavramsallaştıramayacağımız ya da anlatamayaca- ğımız bilgileri öğreniriz, çünkü içsel hayatlarımızın büyük bir kısmı bizim için bilinmeyendir. Bastırılır ve bilince çıkmaları engellenir, çünkü daha derinlerdeki doğamızı bilmek (acımasızlığımızı, korku- larımızı, hasetlerimizi, cinsel şehvetimizi, saldırganlığımızı, kendimizi aramamızı) dayanabileceğimizden daha fazla rahatsızlık yaratır. Bu size tanıdık geliyor mu? Şu eski Freud konularına benzemiyor mu bilinçdışı, ilkel süreç, id, bastırma, kendini aldatma? Bunlar psi- kanalitik çabanın hayati tohumları, ezeli kaynağı değil mi? Arthur'un büyük çalışmasının Freud'un doğumundan kırk yıl önce yayımlandığını aklınızdan çıkarmayın. Freud (ve Nietzsche de) on dokuzuncu yüzyılın ortasında birer okul çocuğuyken Arthur Schopenhauer Almanya'nın en çok okunan filozofuydu. Bu bilinçdışı güçleri nasıl anlayacağız? Bunları başkalarına nasıl anlatacağız? Bunlar kavramsallaştırılamamalarına rağmen yaşanabilirler ve Schopenhauer'ın görüşüne göre sanat yoluyla sözcük kullanmadan doğrudan aktarılabilirler. Bu yüzden kendisi sanata ve özellikle müziğe diğer filozoflardan daha fazla önem vermiştir. Peki ya Schopenhauer'ın bedeninin içiyle ilgili bilgilerden vardığı sonuçlar? Ona göre içimizde, bütün dogada amansız, doymak bilmez, birincil hayat gücü vardı ve buna istenç diyordu. "Hayatta baktığımız her yerde özü ve her şeyin 'kendi içinde'ligini temsil eden bir çaba görüyoruz" diyordu. Acı çekmek nedir? "Istençle hedefi arasındaki yola konulan bir engel aracılığıyla bu çabanın engellenmesidir." Mutlu- luk, saadet nedir? "Amaca ulaşılmasıdır." Isteriz, isteriz, isteriz, isteriz. Farkındalığa ulaşan herkes için bilinçdışının kanatlarında bekleyen on gereksinim vardır. İstenç bizi amansızca tahrik eder, çünkü bir istek bir kez doyurulduğunda yerine hemen bir yenisi, sonra bir başkası ve sonra bir başkası konur ve bu durum hayat boyu devam eder. Schopenhauer insan varoluşunun ikilemini tarif etmek için bazen "Iksion çarkı miti"ni ya da "Tantalos miti"ni akla getirir. Iksion, Zeus'a sadakatsizlik eden bir kraldır ve sürekli olarak dönen ve alevler saçan bir tekerlege baglanarak cezalandırılır. Zeus'a karşı gelme cùretini gösteren Tantalos ebediyen isteyerek, ama hiç tatmin olmayarak büyüklenmesi yüzünden cezalandırılır. Schopenhauer insan hayatının, doymuşluğun takip ettiği bir gereksinim mili uzerinde ebediyen don- düğünü düşünmüştür. Doymuşluk bize yeter mi? Heyhat, yalnızca kısa bir süre için. Neredeyse hemen can sıkıntısı devreye girer ve bu kez de can sıkıntısının dehşetinden kaçmak için bir kez daha harekete geçeriz. # İş, endişe, didinme ve sıkıntı neredeyse herkesi hayatları boyunca etki- ler. Ama her arzu ortaya çıkar çıkmaz doyurulursa insanlar hayatlarını nasıl meşgul edip zamanlarını nasıl geçirirler? Insan ırkının her şeyin otomatik olarak yetiştiği ve güvercinlerin rosto yapılmış olarak uçtuğu bir Ütopya'ya götürüldugünu düşünün; herkesin sevgilisini hemen bulduğu ve elinde tutmada zorluk çekmediği bir yere; o zaman insanlar can sıkıntısından ölür ya da kendilerini asardı; ya da dövüşür, birbirini gırtlaklar ve öldürür ve dolayısıyla kendilerine şu anda doğa tarafından verilenden daha büyük bir acı verirlerdi.(S) Peki can sıkıntısıyla ilgili en korkunç şey nedir? Neden aceleyle can sıkıntısını gidermeye çalışırız? Çünkü bu, varoluşla ilgili tatsız gerçek- lerin -önemsizliğimiz, anlamsız varoluşumuz, yok olmaya veya ölüme doğru önlenemez şekilde ilerleyişimiz-kısa süre içinde ortaya çıktığı, dikkat çelicilerin olmadığı bir durumdur. Bundan dolayı, insan hayatı sonsuz bir isteme, tatmin olma, can sıkıntısı ve sonra yeniden isteme döngüsünden başka nedir ki? Bu bütün canlı türleri için geçerli midir? Durumun insanlar için en kötüsü olduğunu söylüyordu Schopenhauer, çünkü zekâ arttıkça acının yoğunluğu da artmaktadır. Peki herhangi biri hiç mutlu olmuş mudur? Biri hiç mutlu olabilir mi? Arthur öyle olduğunu düşünmüyordu. Insan başta hiç mutlu değildir, ama bütün hayatını kendisini mutlu edeceğini sandığı bir şeyin peşinde çabalayarak geçirir, nadiren ama- cına ulaşır, ulaştığında da yalnızca düş kırıklığıyla karşılaşır: sonunda bir enkaz gibidir ve limana direkleri ve donanımları yok olmuş bir şekilde gelir. Ondan sonra da mutluluk ya da mutsuzluk aynıdır, çün kü hayatı içinde bulunduğu her dakika yok olan andan fazlası değildir. ve şimdi de sona ermektedir.(S) # Biz çayırda otlayan kuzular gibiyiz, kasap bu kuzuları izleyip içlerinden birini seçer, sonra bir başkasını, çünkü kaderin kasasında bizim için ne gibi felaketler barındırdığını iyi günlerimizde bilemeyiz, hastalık, eziyet, yoksulluk, sakat kalma, görüş kaybı, delilik ve ölüm. 1 Arthur Schopenhauer, insanlık durumu konusunda vardığı kötüm- ser sonuçlar çok dayanılmaz olduğu için mi kedere gömülmüştü? Yoksa durum bunun tam tersi miydi? Mutsuzluğu mu, insan hayatının en başında ortaya çıkmaması gereken üzücü bir olay olduğu sonucuna varmasına neden olmuştu? Bu muammanın farkında olan Arthur sık sık duygunun bilgiyi engelleme ve bozma gücüne sahip olduğunu bize (ve kendisine) hatırlatır: ona göre neşelenmek için bir nedenimiz oldu- ğunda bütün dünya gülümseyen bir özellik taşır ve keder üzerimize çöktüğünde dünya karanlık ve kasvetli bir hal alır. # Ben kalabalıklar için yazmadım.... Çalışmalarımı, zamanın seyrinde nadir rastlanan istisnalar olarak ortaya çıkacak düşünen bireylere miras bırakıyorum. Onlar da benim gibi ya da gemisi batıp ıssız bir adaya çıkan ve kendisinden önce aynı sıkıntılan yaşayan birinin izlerinin, ağaçlardaki bütün papağanlardan ve maymunlardan daha fazla teselli sunduğu bir denizci gibi hissedeceklerdir. * "Insanların kendilerini bekleyen ölümle yüzleşmek istemedikleri için hasta insanlarla temas kurmaktan korktukları doğru değil mi?" Nabokov'un anılarından bir bölüm, Konuş, Bellek. Hayatı, birbirine benzer iki karanlık havuz arasındaki kıvılcım olarak tarif ediyor, ölümden önceki karanlık ve ölümden son- raki karanlık. Sonraki konusunda bu kadar endişelenip önceki konusunda hiç düsünmememiz ne kadar garip. "Bu düşünce" dedi Philip, "Schopenhauer için de güven vericiydi, bu arada Nabokov kuşkusuz bunu ondan aşırmış. Schopenhauer, ölümden sonra doğumdan önce olduğumuz şey haline geleceğimizi söyler ve böylece birden fazla hiçliğin olanaksızlığını kanıtlamış olur." # Insan, büyük bir hayretle, binlerce yıllık varolmayıştan sonra birdenbire var olduğunu görür, bir süre yaşar; ve sonra yeniden yok olması gereken aynı oranda uzun zaman gelir. - Bir deniz yolculuğunda gemi demir attığında su almak ve bu arada birkaç bitki ve deniz kabuğu toplamak için sahile çıkarsınız. Ama aklı- mz her zaman gemidedir ve her an geminin kaptanı çağırabilir diye durmadan etrafınıza bakınırsınız. Bu çağrıya kulak vermeli ve size bağ- lanıp ambara atılan bir koyun gibi davranılmaması için bütün o şeyleri atmalısınızdır. Insan hayatında da durum böyledir. Deniz kabukları ve bitkiler yerine eş ve çocuklar varsa hiçbir şey onları almamıza engel olamaz Ama kaptan çağırırsa bütün o şeyleri geride bırakarak ve arkanıza bakmadan koşarsınız. Ve eğer yaşlıysanız kaptan çağırır ve siz hazır olmazsanız, diye gemiden fazla uzaklaşmazsınız. (Epiktetos) # Hayat bir parça nakış işlemesine benzetilebilir. Hayatının ilk yarısındaki herkes işlemenin ön tarafını görür, ikinci yarısında ise tersini. İkincisi o kadar güzel değildir, ama daha öğreticidir, çünkü iplerin birbirine nasıl bağlandığını görmemizi sağlar. # Belirli bir kışkırtma yokken bile, olmayan tehlikeleri aradı- ğım huzursuz bir endişe hali içindeyim; bu durum benim için en ufak dertleri sınırsız derecede büyütüyor ve insanlarla ilişkiyi çok zor hale getiriyor. * Keskin zekasıyla ilgili pek çok anekdot anlatılıyordu. Bir keresinde yemek yiyenlerden biri onun basitçe "Bilmiyorum" diye yanıtladığı bir soru sormuştu. Adam, "Vay vay, sizin gibi büyük bir bilgenin her şeyi bildiğini sanırdım!" deyince Schopenhauer, "Hayır, bilgi sınırlıdır, yal- nızca aptallık sınırsızdır!" diye yanıt vermişti. Schopenhauer'a bir kadın tarafından ya da kadınlar ve evlilikle ilgili bir soru sorulunca istisna- sız ters tepkiler alıyordu. Bir keresinde ne kadar mutsuz bir evliliği olduğunu uzun uzadıya anlatan çok geveze bir kadının arkadaşlığına katlanmak zorunda kalmıştı. Schopenhauer onu sabırla dinlemişti, ama kadın kendisini anlayıp anlamadığını sorduğunda, "Hayır, ama koca- nızı anlıyorum!" diye yanıt vermişti. Evlenip evlenmeyeceği sorulduğunda aşağıdaki konuşmanın geçtiği rivayet edilir: "Bende yalnızca endişeye neden olacağı için evlenmek niyetinde deği- lim." "Neden öyle olsun ki?" "Kıskanırdım, çünkü karım beni aldatırdı." "Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?" Çünkü bunu hak etmiş olurdum." " "Neden?" "Evlendiğim için." *# 1846'da, bir öğle yemeğinde elli sekiz yaşındaki Schopenhaueri ziyaret eden bir yazar onu şöyle tarif ediyor: Yapılı... mutlaka iyi, ama modası geçmiş kesimli giysiler giyiyor... kısa gümüşi saçlı, orta boylu... eğlenir görünümlü ve aşırı derecede zeki mavi benekli gözlü... içe dönuk görünen, ama konuştuğunda neredeyse barok tarzında bir karakter, bu yüzden her gün masada bulunanların... ucuz hicivlerine bol miktarda malzeme saglıyor. Bundan dolayı genel- likle küskün, ama aslında zararsız ve iyi huylu bu haşin masa arkadaşı, kendisiyle sürekli olarak -muhakkak ki kötü niyet taşımadan-alay eden önemsiz insanların şakalarının boy hedefi oluyor.¹ Schopenhauer öğle yemeğinden sonra uzun bir yürüyüşe çıkma alışkanlığı edinmişti. Köpeğiyle yaptığı monolog ya da sohbet sokaktaki çocukların alaylı çığlıklarına neden olurdu. Akşamlarını evinde yalnız başına okuyarak geçirirdi, asla ziyaretçi kabul etmezdi. Frankfurt'taki yıllarında romantik bir ilişki yaşadığına dair bir kanıt yok. 1831'de kırk üç yaşında Kendim Hakkında'da, "Küçük bir gelirle işsiz yaşama riskine yalnızca bekarken girilebilir." yazmıştı. # Benim gibi insanlar tarafından geride bırakılan fikirler, anıt- lar hayattaki en büyük zevkimdir. Kitaplar olmasa uzun zaman önce umutsuzluğa gömülürdüm. * Var olmaya odaklanır- sak, hayattaki saptırıcı şeylere, yani sahildeki nesnelere varoluşun ken- disini gözden kaçıracak kadar kendimizi kaptırmayız." * "Ölümümün hayatım konusunda bilgi vermesi fikri benim için rahatlatıcı." Philip hiç de tarzı olmayan bir coşkuyla konuşuyordu. "Özümün önemsiz şeylerle, anlamsız başarılar ya da başarısızlıklarla, sahip olduklarımla, popüler olmayla ilgili endişelerle -kim beni seviyor, kim sevmiyor-yenilip yutulmasına izin vermeme fikri rahatlatıcı. Benim için varolmanın mucizesini takdir edecek kadar özgür olma durumu rahatlatıcı." * Sanki varoluşu- mun merkezi, bir kadının içine boşaldığım andı. * Maddi şeylere, diğer bireylere aşırı bağlılığın, hatta ben kavramına bağlılığın insanın çektiği acıların en önemli kaynağı olduğu Epiktetos'un ve aynı zamanda Schopenhauer'ın fikri. Bu durumda, bag- lılıklardan kaçarak acının hafifletilebileceği düşüncesi ortaya çıkmıyor mu? Hatta bu fikirler Budha'nın öğretilerinin de merkezidir." # Göreli mutluluk üç kaynaktan gelir: kişinin olduğu şey, kişinin sahip olduğu şey ve kişinin diğerlerinin gözlerinde temsil ettiği şeyler Schopenhauer bizim ilkine odaklanmamızda ve ikincisiyle üçüncüsüne sahip olunanlar ve şöhretimiz-güvenmememiz gerekti- ginde ısrar eder, çünkü o ikisi üzerinde kontrolümüz yoktur; bizden alınabilirler ve alınacaklardır -tıpkı senin kaçınılmaz yaşlılığının güzel- liğini elinden aldığı gibi. Aslında 'sahip olma'nın tersine bir etmeni var- dır, der -sahip olduğumuz şeyler çoğu kez bize sahip olmaya başlar." . Kendine karşı inancını hiç yitirmedi. Kendisini, diğer bitkilere göre sıradan ve önemsiz görünen genç bir meşe ağacına benzetiyordu: "Ama onu yalnız bırakırsanız ölmez. Zaman gelecek ve ona deger vermesini bilenleri getirecektir." Dehasının gelecek düşünür kuşakları üstünde büyük etkisi olacağını tahmin ediyordu. Ve haklıydı, bütün tahminleri doğru çıktı. # Gençliğin bakış açısından bakıldığında hayat sonsuz derecede uzun bir yolculuktur: yaşlılıktan bakınca çok kısa bir geçmişe benzer. Gemiyle uzaklaştığımızda kıyıdaki nesneler daha küçük, tanınması ve ayırt edilmesi daha zor hale gelirler. aynı şekilde olaylar ve etkinliklerle dolu geçmiş yıllaınızı da tanıyamazsınız. ** Schopenhauer'ın Platonla birlikte herkesten fazla saygı duyduğu bir filozof olan Kant'la söze başlamadan Schopenhauer hakkında konuşmak olanaksızdır. 1804 yılında, Scho penhauer 16 yaşındayken olen Kant, bütün algılarımız ve duyusal ver. lerimiz, yapımızda bulunan nöroanatomik aygıtla süzgeçten geçirilip işlendiği için gerçekliği hakiki anlamıyla yaşamamızın olanaksız olduğu görüşüyle felsefeyi kökünden degiştirmiştir. Bütün veriler, uzam ve zaman gibi keyfi terimler aracılığıyla kavramsallaştırılır ve..." * "Kant'ın keşfi, dünyayı gerçekte olduğu gibi değil de, kişiselleştiri lip işlenmiş şekliyle algıladığımızdır. Uzam, zaman, miktar, nedensellik gibi özellikler bizim içimizdedir, dışarıda değil biz onları gerçeklige dayatırız. Ama o zaman saf, işlenmemiş gerçeklik nerededir? Biz işle- meden önce orada olan, ham varlık nedir? Kant bunu asla ögreneme- yeceğimizi söylüyor." "Schopenhauer-sana nasıl yardımcı oldu? Hatırladın mı? Yaklaşıyor muyuz?" diye sordu Tony. "Doksan saniye sonra geliyor, Kant ve diğerleri gelecek çalışmalarında dikkatlerini tamamen temel gerçekliği işleme tarzlarımıza çevirdiler/ "Ama Schopenhauer (gördünüz mü, geldik bile!) farklı bir rota izledi. Kant'ın kendimizle ilgili temel ve dolaysız bir veri tipini atladı- gını düşündü: kendi bedenlerimiz ve kendi duygularımız. Algılarımıza bağlı olmayan dogrudan, dolaysız bilgiye sahibiz. Bu yüzden dürtülerle ve içeriden gelen duygularla ilk ilgilenen filozof olmuştur ve kariyeri- nin geri kalan süresi boyunca içsel insan sorunlarıyla ilgili geniş kap- samlı yazılar yazmıştır, seks, aşk, ölüm, rüyalar, acı çekme, din, intihar. başkalarıyla olan ilişkiler, kibir, özsaygı. Öğrenmeye dayanamadığımız, bu yüzden bastırmamız gereken derinlerdeki karanlık dürtülerle bütün filozoflardan daha fazla ilgilenmiştir." "Biraz Freudcu gibi dedi Bonnie. "Tam tersi. Freud'un Schopenhauer'cı olduğunu söylemek daha doğru olur. Freud'cu psikolojinin çoğu Schopenhauer'da bulunabilir. Freud onun etkisini nadiren kabul etse de Schopenhauer'in yazılarını yakından tanıdığına kuşku yok: Viyana'da, Freud'un okulda olduğu dönemde, 1860 ve 70'lerde Schopenhauer'ın adı herkesin dilindeydi. Ben inamyorum ki, Schopenhauer olmasaydı Freud olmazdı -ve bu bakımdan onu bildiğimiz haliyle Nietzsche de olmazdı. Aslında Schopenhauer'in Freud üzerindeki etkisi -özellikle rüya kuramı, bilinç- dışı ve bastırma mekanizması- benim doktora tezimin konusuydu. →"Schopenhauer" diye devam etti Philip, Tony'ye bakıp sözünün kesilmemesi için acele ederek "Cinselliğimi normalleştirdi. Seksin nasıl her yerde ve her an var olduğunu, bütün insan ilişkilerine sızarak, hat- ta devletin bütün işlerini etkileyerek, en derin düzeylerde nasıl bütün hareketlerin merkezi olduğunu görmemi sağladı." Schopenhauer iki yüz yıl önce bu baştan çıkmış erkek davranışını kınama- dan önceltta yatan nedenleri anlamaya çalışmıştır: seks dürtüsünün hayret verici gücünü. Bu içimizdeki en temel güçtür (yaşama, üretme arzusu) ve bastırılamaz. Mantıkla yok edilemez. Her şeye sızar. Katolik rahibi skandalına bakın, bütün insan işlerine, mesleklerine, kültüre, yaş dönemine bakın. Schopenhauer talih çarkını sürekli olarak döndürmenin kaderimiz olduğunu anlamamı da sağladı: bir şeyi isteriz, alırız, kısa bir süre tatmin yaşarız, bu tatmin hızla sıkıntıya dönüşür, ardından mutlaka bir sonraki istiyorum' gelir. Arzuyu doyurarak kurtuluş yoktur -insanın çarktan hemen atlaması gerekir. Schopenhauer'ın yaptığı buydu, benim yaptığımda bu." "Çarktan atlamak mı? Bu ne anlama geliyor?" diye sordu Pam. "İstemekten tamamen kaçmak anlamına geliyor. En içteki doğa mızın, bir şeyi elde etmek için yatıştırılamaz bir şekilde çabalamak olduğu, bu acının en başından bize programlandığı ve kendi doğamıza mahkûm edildiğimiz anlamına geliyor. Önce bu yanılsama dünyasının esas hiçliğini kavramamız, ardından istenci reddetmenin bir yolunu bulmamız gerektiği anlamına geliyor. Bütün büyük sanatçılar gibi saf, platonik fikirler dünyasında yaşamayı amaçlamalıyız. Kimileri bunu sanat yoluyla yapıyor, kimileri dinsel çilecilikle. Schopenhauer arzu dünyasından kaçınarak, tarihin büyük zihinleriyle bir araya gelerek ve bedensel zevklerden el çekip düşünerek yapmıştır -her gün bir iki saat flût çalardı. Bu insanın aktör olduğu kadar gözlemci de olması gerektiği anlamına geliyor. Insan bütün doğada var olan, her insanın bireysel varoluşuyla kendini gösteren ve kişi artık fiziksel bir varlık olarak yaşamadığında bu gücü geri talep edecek olan yaşam gücünü kabul etmelidir.¹ # Benim gibi bir adam dünyaya geldiğinde geriye istenecek tek şey kalır bütün hayatı boyunca olabildiğince kendisi gibi olması ve entelektüel güçleri için yaşaması. # Gençliğimde bile, başkaları mal mülk edinmek için çabalarken benim bu tür şeylere başvurmak zorunda olmadığımı, çünkü içimde bütün mallardan daha değerli olan bir hazine taşıdığımı fark ettim; en önemli şey, zihinsel gelişimin ve tam bağımsızlığın temel koşul olduğu bu hazi- neyi güçlendirmekti... Insanın doğasının ve haklarının tersine, gücümü kendi saadetimin artırılmasından almak zorundaydım, böylece bu gücü insanlığın hizmetine sunabilirdim. Zekam bana değil, dünyaya aitti. Dehasının yükünün genetik yapısı yüzünden kendisini halihazırda olduğundan daha kaygılı ve huzursuz kıldığını söylüyordu. Birincisi, dahilerin duyarlılığı daha fazla acı ve kaygı yaşamalarına neden oluyordu. Hatta Schopenhauer kaygı ve zekâ arasında doğrudan bir ilişki olduğuna kendisini inandırmıştır. Bu yüzden dahilerin yalnızca bu üstün yeteneklerini insanlık için kullanma yükümlülükleri yoktur, bir de kendilerini tamamen görevlerini yerine getirmeye adamaları gerek- tiği için diğer insanlar için mevcut olan pek çok tatmin unsurundan (aile, arkadaşlar, ev, mal mülk biriktirme) vazgeçmek zorunda kalırlar. →Dehasına dayanan mantraları birbiri ardına tekrarlayarak kendini sakinleştiriyordu: "Benim hayatım kahramanca, ama kültürden ve ince- likten yoksun kişilerin, dükkân sahiplerinin ya da sıradan insanların standartlarıyla ölçülemez... bu nedenle bireyin gündelik hayat seyri- nin bir parçası olan şeylere sahip olmadığımı düşününce depresyona girmemeliyim... Bu yüzden kişisel hayatımın tutarsız ve plansız gibi görünmesi beni şaşırtamaz." Schopenhauer'ın dehasına olan inancı, hayatta kalıcı bir anlam bulmasını da sağlamıştır: hayatı boyunca ken- disini insan ırkına hakikatı taşıyan bir misyoner olarak görmüştür. Schopenhauer'ın en fazla canını sıkan şey yalnızlıktı ve ona karşı savunmalar geliştirmede oldukça becerikli hale gelmişti. Bunlar içinde en değerli olanı kendi kaderinin efendisi olduğuna olan inancıydı -yani yalnızlığı seçen kendisiydi; yalnızlık onu seçmemişti. Daha gençken sos- yalleşmeye eğilimli olduğunu söylüyordu, ama ondan sonra: "Yalnızlığı sevmeye başladım ve bu geçici hayatın geri kalanını tamamen kendime ayırmaya karar verdim." Şunu kendi kendine sık sık hatırlatırdı: "Bura- nın yerlisi değilim ve eşitim olan varlıkların arasında değilim." Yalnızlığa karşı geliştirdiği savunmaları güçlü ve derindi: yalnızlığı isteyerek seçmişti, diğer insanlar onun arkadaşlığına değmezdi, deha- sına dayanan hayattaki görevi yalnızlığı zorunlu kılıyordu, dâhilerin hayatı "tek kişilik bir dram" olmalıydı ve bir dahinin kişisel hayatı tek bir amaca hizmet etmeliydi: entelektüel hayatı kolaylaştırma (bundan dolayı, "kişisel hayat ne kadar küçükse o kadar güvendeydi, bu yüzden de daha iyiydi.""). Schopenhauer zaman zaman yalnızlığı içinde inlerdi. "Hayatım boyunca kendimi korkunç derecede yalnız hissettim ve yüreğimin derinliklerinde hep 'bana şimdi bir insan ver' diye iç çektim, ama hey- hat, boşunaydı. Yalnız kalmaya devam ettim, ama dürüstçe ve sami- miyetle söyleyebilirim ki, bu benim hatam değildi, çünkü insan olan kimseden uzak durmadım veya geri çevirmedim." Üstelik gerçekten de yalnız olmadığını söylüyordu, çünkü -burada da bir başka güçlü kendilik terapisi stratejisi görüyoruz- kendi yakın arkadaş çevresi vardı: dünyanın buyúk duşünürleri.o Bunlardan yalnızca biri çağdaşıydı, Goethe, diğerlerinin çoğu eskiydi, özellikle de sık sık alıntı yaptığı Stoacılar. Kendim Hakkında'nın neredeyse her sayfası kendi inançlarını destekleyen büyük zihinlerin ürettiği bazı aforizmaları içermektedir. Zihin için en iyi yardım, kalbi tuzağa düşüren bağların bir kerede koparılmasıdır. -Ovidius¹ Tamamen kendisine bağlı olan ve kendisinin olduğunu söylediği her şeyi içinde taşıyan birisinin son derece mutlu olmaması olanak- sızdır. -Cicero² # Zaman zaman kendimi mutsuz hissettiğimde bunun nedeni kendimi olduğumdan farklı olarak kabul etmem ve sonra diğer insanların acı- larına ve sıkıntıları için kederlenmemdi. Örneğin kendimi profesör olamayan ve derslerini dinlemeye kimsenin gelmediği bir öğretim görevlisi olarak gördüm, ya da bu Filistinli'nin hakkında kötü konuş- tuğu ya da yüz karası dedikoducunun hakkında dedikodu yaptığı biri; ya da tutkun olduğu kız tarafından dinlenmeyen bir sevgili; ya da has- talığı yüzünden evde kalan bir hasta; ya da benzeri mutsuzlukları olan diğer insanlar. Ben bunların hiçbiri değildim; bütün bunlar benim bir süreliğine giydiğim ve sonra bir başkası için çıkarıp attığım paltonun yapıldığı şeylerdi. →Ama o zaman kimim ben? Büyük varoluş problemine çözüm getiren ve belki de diğer bütün çözümleri geçersiz kılan Istenç ve Tasarım Olarak Dünya'yı yazan adamım...1 Ben o adamım ve hala nefes alacağı birkaç yılda onu rahatsız edecek her şeyim. Doğaüstü avuntulardan kaçınırdı, yalnızca doğalcı dünya görüşüne dayananları kabul ederdi. Örneğin acının, hayattaki acil durumların çoğunun tesadüfi, bundan dolayı kaçınılabilir olduğunu varsayma hatasından kaynaklandığına inanıyordu. Hakikati anlamak çok daha iyidir: acı kaçınılmazdır ve hayatın özüdür "acının kendini gösterme şekli tamamen tesadüfidir ve mevcut acımız... o olmasa başta türde bir acıyla doldurulacak olan yeri doldurur. Eğer böyle bir düşünce günlük hayatta kullanılan bir inanç haline gelirse acıya katlanma derecemizi önemli ölçüde artırabilir." Hayatı gelecekteki bir "umut" yerine şimdi yaşamamızda ısrar eder. Iki kuşak sonra Nietzsche onun kaldığı yerden devam ederek umudun en büyük belamız olduğunu söyler, dikkati elimizdeki tek hayattan uzaklaştırıp gelecekteki hayali bir dünyaya odakladıkları için Platon, Sokrates ve Hıristiyanlığı yerlere vurur. # Aşık olan herkes sonunda zevke ulaştıktan sonra olağan- dışı bir düş kınklığı yaşayacaktır. ve bu kadar büyük bir özlemle arzuladığı şeyin diğer cinsel tatminlerden daha fazla bir şeye neden olmadığını görüp şaşkına dönecek, böylece kendisini bu İlişkiden fazla yararlanmış olarak görmeyecektir. * Mücadele etme, direnme, zihnini temizle, düşüncelerinin geçen gösterisini seyretmekten başka bir şey yapma. Düşüncelerinin bilincine girip sonra da uzaklaşmasına izin ver. Düşünceler zihnine girdi, ama çıkan bir şey olmadı. Onun yerine düşünceler zihninde bavullarını boşalttılar, giysilerini astılar ve bir ev kurdular. # Karşımızdakinin yalnızca kendi budalalığımız, kusurumuz ve kötülüğümüz olduğunu akıldan çıkarmayarak her insan budalalığına, kusuruna ve kötülüğüne hoşgörülü bir şekilde yaklaşmalıyız.¹ * Pek çok şey saf mantık yoluyla bilinebilir. Örneğin geometri. Veya insan acı dolu bir deneyimi kısmen yaşar ve gerisini tahmin edebilir. Ve insan başkalarının deneyimlerine bakabilir, onları okuyabilir ya da gözleyebilir." Bazı insanlar kendi zincirlerini gevşetemeseler de arkadaşla- rını kurtarabilirler.¹ -Nietzsche Şöhretle ilgili görüşlerini en açık biçimde ifade eden makalesi, "In- san Neyi Temsil Eder" adlı üçüncü makalesidir. Insanın kendilik degeri veya içsel erdemi en önemli malıyken, ikincil olan şöhret yalnızca bu erdemin gölgesidir. "Gerçekten önemli olan şöhret değil, onu nasıl hak ettiğimizdir... Bir insanın gerçek mutluluğu kendisinden sonra gelen- lerin onun hakkında bir şeyler bilmesi değil, yüzyıllar boyunca üze- rinde düşünülmeyi ve korunmayı hak eden düşünceler geliştirmesidir." Içsel değerimize dayanan kendilik saygısı bizden alınamayacak olan kişisel özerkliği sağlar gücümüz dahilindedir oysa şöhret gücümüz dahilinde değildir. →Şöhret arzusundan kurtulmanın kolay olmadığını biliyordu; bunu "etimizdeki acı veren inatçı bir dikeni çıkarmaya benzetiyordu ve "Şöhret susuzluğu akıllı adamlar tarafından bir kenara konacak en son şeydir." diyen Tacitus'la aynı fikirdeydi. Ve kendisi de şöhreti hiçbir zaman bir kenara bırakamamıştı. Yazıları, başarısızlığı yüzünden duy- duğu buruklukla doluydu. Kendisinden ya da çalışmasından bir şekilde söz edilmiştir, diye gazete ve dergileri düzenli olarak araştırıyordu. Ne zaman bir yolculuğa çıksa gazeteleri tarama işini en sadık misyoneri Julius Frauenstadt'a bırakıyordu. Görmezden gelinmesiyle ilgili dur- madan şakalar yapmasına rağmen, sonunda, ömründe şöhreti hiç tanı- yamayacağı gerçeğine teslim oldu. Kitabının daha sonraki girişlerinde, açıkça, kendisini keşfedecek sonraki kuşaklara sesleniyordu. Derken düşünülemeyen şey gerçek oldu. Parerga ve Paralipomena, şöhretin peşinde koşmanın budalalığını anlattığı kitabı onu ünlü yaptı. Bu son çalışmasında kötümserliğini yumuşattı, yakınmalarını kesti ve nasıl yaşanması gerektiğine dair akıllıca talimat verdi. Hayatın "dunya- nın yüzeyindeki küflü bir tabaka" ve "hiçliğin mesut istirahatında işe yaramaz, rahatsız edici bir bölüm olduğuna dair inancını hiç yitir- mese de Parerga ve Paralipomena'da daha pragmatik bir yol izledi. Baş- ka seçeneğimiz yok, dedi, hepimiz yaşamaya mahkûmuz ve mümkün olduğunca az acıyla nasıl yaşamamız gerektiğini düşünmeliyiz. Mut- luluğu her zaman olumsuz bir durum -acının yokluğu- olarak görü- yordu. (Schopenhauer Aristoteles'in düsturuna çok değer veriyordu: "Sağduyulular zevke değil, acısızlığa ulaşmaya çabalarlar.") Parerga ve Paralipomena yeni bir tonu bize tanıtır. Varoluşun trajik ve berbat acısını vurgulamaya devam ederken bağlılık boyutunu da ekler -acımızın ortaklığı aracılığıyla önlenemez bir şekilde birbirimize bagla- nırız. Büyük insansevmez, dikkate değer bir bölümde iki ayaklı hayvan yoldaşlarına karşı daha yumuşak, hoşgörülü bir bakış açısı sergiliyor. # Bir insan ve diğeri arasındaki gerçekten uygun hitap şekli "Sir", "Mos- yo" yerine... "acı çeken yoldaşım" olmalıdır. Bu kulaga ne kadar garip gelse de gerçeklere uygundur, diğer insanı doğru bir ışık altına oturtur ve bize en gerekli şeyin, herkesin ihtiyaç duyduğu ve bu nedenle de birbirine borçlu olduğu, komşusuna göstereceği hoşgörü, sabır, taham- mül ve sevgi olduğunu bize hatırlatır. Birkaç satır sonra çağdaş bir psikoterapi kitabının giriş cümlesi ola- rak çok işe yarayacak bir düşünceyi ekler. # Her insan kusurunu, hatasını ve suçunu hoşgörüyle karşılamalı, karşı- mızda yalnızca kendi kusurlarınız, hatalarımız ve suçlarımız olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. Çünkü bunlar yalnızca bizim de bir parçası olduğumuz insanlığın hatalarıdır ve bundan dolayı hepimizin içinde aynı kusurlar vardır. Sırf o sırada bizde görünmüyorlar, diye bu suçlar yüzünden başkalarına kızmamalız. Schopenhauer'ın memnuniyeti ve sevinci çok açıktı Eğer bir kedi okşanırsa mırlar; eğer bir adam övülürse aynı şekilde kaçınılmaz olarak tatlı bir memnuniyet ve sevinç hissi yüzüne yansır." diye yazdı. # Şöhretimin sabah güneşi ışınlarıyla hayatımın akşa- mını aydınlatacak ve kasvetini dağıtacak." # Hayatının son dönemindeki hiçbir insan, sami- miyse ve bütün melekeleri yerindeyse, her şeyi yeniden yaşamak istemez. Bunu yapmaktansa tamamen yok olmayı tercih eder. Bir marangoz gelip, "marangozluk sanatı hakkında bir ders ver- memi dinle." demez. Onun yerine bir ev için sözleşme yapıp evi inşa eder... Aynı şeyi kendiniz için yapın: bir insan gibi yiyin; bir insan gibi için... evlenin, çocuk yapın, kent hayatına katılın, hakaretlere ve insanlara hoşgörü göstermeyi öğrenin." (Epiktetos) # Eger bir mezarlığa gidersek mezar taşlarına vurmamızı ve orada oturan ruhlara tekrar yaşamak isteyip istemediklerini sormamızı söylüyor. Hepsi bunu kesin bir biçimde reddedermiş.Schopenhauer # Başta insan hiç mutlu değildir, ama bütün zamanını kendisini mutlu edeceğini sandığı bir şeyin peşinde çabalayarak geçirir, hedefine nadi- ren ulaşır ve ulaştığında da yalnızca düş kırıklığına uğrar: sonunda bir enkaz gibidir ve limana yelken direkleri ve donanımları yok olmuş bir şekilde gelir. Ve o zaman mutluluğu ya da mutsuzluğu hepsi birdir, çünkü hayatı yok olmakta olan mevcut andan başka bir şey değildir, ve artık bu hayatı bitmiştir. * Nasıl yaşayacağız? Ölümlülüğümüzde nasıl yüzleşeceğiz? Yalnızca, kayıtsız bir evrene atılmış, önceden belirlenmiş bir amacı olmayan hayat türleri olduğumuz bilgisiyle nasıl
·
2.460 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.