Gönderi

Acıyı parmak uçlarından alıp ışık hızından daha kısa bir sürede beyne ulaştıran sinir hücrelerinin; aldığı emri de aynı sürenin içinde tekrar parmaklara ulaştırıp emrin tatbikinin de aynı sürenin içinde somut olarak gerçekleşmesinde bizzat rol alması ile bilinen bu muazzam kusursuzluğun Sanatkarının; aynı bilincin bizde de var olduğunu, acı çekenin acısını ışık hızından daha kısa bir sürede ilgili makama ulaştırıp, aynı sürenin içinde aldığı yeni emrin de tatbikini gerçekleştirerek, bu acıya daha fazla tahribat vermeden SON verebilecek gücün bize de kodladığını bildiğimiz halde, bizim bu iletişim ağındaki hat kopukluğumuz tam olarak nerede? Parçalara bölünmüş insanların uzuvlarını yapboz parçalarında ki uyumu arar gibi birleştiren masumların hissettiği dehşeti ne zaman beyin denilen organa ulaştırıp bu vahşetin, "DUR!" Emrini verip önüne bir bent olacağız. Göz görüyor, kulak duyuyorken insan, "İNSAN" olarak ne yapıyor? Yoksa biz acının ne olduğunu bilmeyecek kadar büyümemiş bir çocuk beynine sahibiz de; başkasının duyduğu acı karşısında bastığı feryadı bir oyun sandığımız için mi gülüp eğlenmeye, doya doya yiyip içmeye devam ediyoruz. Böyleyse iyi. Nasılsa hep çocuk kalmayacak ve elbet bir gün büyüyüp buna bir son verebileceğiz! Kötü olan şu; acıyı hissetmeyen birinin, elinin yandığını burnunun aldığı et kokusu sayesinde anlayan kişi gibi, bizde başkasının duyduğu acı karşısında bunun gibi bir hissizlik belasının kahredici hastalığına mı tutulduk? Eğer durum buysa sanıldığından çok ama çok daha vahim bir tablo var önümüzde!!! Sinir hücreleri öldüğünde bir daha yenilenemiyor. Ne zamanki acının bir kokusunu duyarsanız iş işten geçmiş demektir. Her acının bir kokusu olsun diye mi dua etmeli, yoksa burnumuzu mu kırmalı? İşin bu noktasında edilecek dua da, yapılacak işte beyhude degilmi? Muhammet Çılgın✍️
·
214 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.