Gönderi

Artık kendi kendini yaşamaktı ona düşen; kendi özbeninin Atman olduğunu, Brahman gibi aynı sonsuz tözden yaratıldığını çoktan biliyordu. Ne var ki, bu özbeni gerçekten bulamamıştı bir türlü, çünkü onu düşüncelerin ağıyla yakalamaya çalışmıştı. Bedenin özben olmadığı, duyuların oyununun özben olmadığı nasıl kesinse, düşünceler de, akıl da, öğrenilen bilgelikler de, bir düşünceden sonuçlar çıkarma ve yeni düşünceler üretme becerisi de özben değildi. Hayır, düşüncelerin dünyası da özben’in uzağındaydı, duyuların rastlantı niteliği taşıyan Ben’ini öldürüp düşüncelerin ve bilgeliklerin rastlantı niteliğindeki Ben’ini beslemek de hedefe götürmeyecekti. Her ikisi de, gerek düşünceler, gerek duygular hoş şeylerdi, en son anlam her ikisinin arkasında gizliydi, her ikisine de kulak vermek, her ikisiyle de oynamak gerekiyordu, ikisi de küçümsenmemeli ya da abartılmamalıydı, yapılacak şey her ikisine kulak verip Ben’in gizli seslerini yakalamaktı. Seslerin kendisinden istemediği hiçbir şeyin peşinden koşmayacak, seslerin kendisine salık vermediği hiçbir şeyde oyalanmayacaktı Siddhartha. Neden Gotama bir vakit, o saatlerin saatinde Boağacının* altında, kendisine ilham geldiği ağacın altında oturmuştu? Bir ses işitmişti çünkü, kendi yüreğinden yükselen bir ses ve bu ses ona bu ağacın altında oturup dinlenmesini buyurmuştu. Gotama ne riyazete, ne sungulara, ne kutsal yıkanmalara, ne dualara öncelik vermiş, ne yemeyi, ne içmeyi, ne uykuyu, ne düşleri başka şeylere yeğ tutmuştu, sesin sözünü dinlemişti yalnızca. Böyle bir söz dinleyiş, dıştan gelen buyrukların değil, yalnızca içten gelen sesin dediğini yapmak, iyi olan bu, yapılması zorunlu, olan buydu, başka şey değil.
·
85 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.