Gönderi

ufak tebessümler ile taş, duvar ve sanki hiç doğmamış kadar geçimsiz bir sonbahar kadını biz kırk metrekareye dört kişi sığdık zahmetine katlanılmış şu soğuk şu hain şu hüsrana mahkûm yontmaları duvarlara dizdik çeşitli el işleri çekiyor canım işte kocakarı çeyizlerinden kımıldaması zor geliyor hangi kolum ulaşmak istese yahut hangi ruhun kemiklerinden dökülecekse tüm bunlar gıcırdayan matine oturakları üzerinde kuzeyin başkentinden ayak basmış gibi cesur, istekli, iri yarı hayallerine kapı aralıyor gerçekliğin içerisinden fakat İstanbul bu kadardır yavrucuğum, bir altı vardır bir üstü her yanında kederli yüzler, onların arasında şakacıktan kaç ahali külliyesi, ama kaç bir müsriflik doğuyor içimde cebimdeki sevdadan para pul, şöhret, yahu dudak büzdüren yalnızlık dert mi? bak güzelim, aynı göğün altında kuşları sevmeyen var yazı unutmuş çuhalı bir buluttan iniyor yeryüzüne yeniden vazgeçilen geçim derdi-ki ceketi yırtık eski bahçelerin -suratsız eski bahçelerin- neresinden, çuhalı bir buluttan iniyor yeryüzüne sabaha karşı hasır sokaklı şehirlere nazır uyduruk çivit kokuları, vaktine geç kalan geceler, züğürdün çenesi ve sanki hiç doğmamış kadar uzun üzülüyorum gregoryen takviminin bir vaktinde, sen ve göğüslerin kaç zamandır soyunamıyorlardı üzerindeki canfesi şu kör terzi yapmıştır, bedenine oturmamış dudaklarına giyinmişsindir -güzel uyduruk burjuvacıklar arasından kendime bir kadın ayırdım -gregoryen takviminin bir yaprağından ellerimiz paslanırken nehir yataklı yollar gördüğünde tanrım, nasıl da inandık pamuktan şeker yapıldığına? ki sokağın en cilveli yosmaları, yaka paça atılmış kıyı semtlerinde bir şehirli saldırısında yüzünü güldürecekler arıyor çalgıcı bozuntusu kıraathanenin ortasında kendiliğinden oluyor tümü -zaten bağıra çağıra oluyor tümü bir devri böyle seviyoruz, ilmek ilmek dokuyorum dünyayı bulutlarla mesafeler aşılır, birbirine hasret kalır iki insan, ama kavuşur sevgi ihtilalleridir mutluluğu meşru kılan, bir devri böyle seviyoruz işte -ah bu devri aşk için günlerce çocuk parkında sabahlamış bir adamın oğluyum ben ıslaklığa tenezzül dahi etmeyen kuru bir kalbin tohumuyum -henüz toprakla buluşmamış sübyan mektebinin önünde biriken yeni yetmeler tüm alacalı hâlleriyle buradan geçmek yoktur mahalleleri, ispirto ocağı üzerinde taş kesti kalpler ve sanki hiç doğmamış kadar uzun üzülüyorum terk ederken ağaçları yapraklar, ellerim ne işe yarayacağını bilmiyor ilk defa mevsim bunun mevsimidir, gökyüzü sakinleri yaşayamadan ölürler çünkü bazı insanların mutsuz ölmesi gerekir sevgi ihtilalleridir mutluluğu meşru kılan. (bu gece birbirimizi sevebilirdik, beni asıl üzen bu) ömer akatali
·
323 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.