Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ölenle Ölmeyelim De Yaşam Nerede? | @huseyinhakan
Son günlerde vicdanı da gündemi de hayli meşgul eden acı görüntüler üzerinde, belki de bizzat olayın kendisi üzerinde alelacele bir şeyler söylemek pek dedoğru durmuyor. Kendimizle, algımızla ve en çok da kontrolü iyiden iyiye kaçırmış olmamızla alakalı sıkıntılar yaşıyoruz. Daha doğrusu bu tarz bir hakikat karşısında, durumu ne tür bir zemin üzerine yükseltmek gibi ince işçilik isteyen zorluklar olduğu gibi, aynı şekilde acının da ifade ediliş tarzını yeterince kestiremiyoruz. Yetmezmiş gibi, olağanca kudretiyle sarsan acıyı kronolojik mi yoksa alfabetik mi anlatıp üzülsek, bilemiyoruz. Bilebildiğimiz, üzerinde fazlaca zihin yormak şöyle dursun aleni oluşu gün gibi ortada olan bir detay var elbette: Sözcükleri iyiden iyiye cebirsel mantığa sürükleyip duruyoruz. En can alıcı hususta bile bir yolunu bulup önce sözcükleri, ardından kavramın kendisini rasyonalize ederek hakikatin üzerini örtmeyi, ortada yalnızca sözcüklerden olma yapay bir ifadeyi bırakmayı başarıyoruz. Olmayan bir toprağın üzerindelüzumsuz yere tepinerek boşluğa karşı yokluğu savurup hiçliğe çeviriyoruz. Öyle.  Hangi mecraya göz atarsak atalım, şu sıralar acıya karşı tepkisel duruşumuz yalnızca "en çok ben üzüldüm!" üzerine yükseliyor: En çok ben kahroluyorum, en büyük öfkeye sahip olan biziz!..  İlginç olan yalnızca bu değil elbette. İlginç olan, cebirsel ifadeye destek çıkan başka bir husus da aynı tarz ifadelerin mecrasına göre ne kadar itibar gördüğü üzerine de şekilleniyor. Sosyal medyadaysak, bir yerlerde sırf ait oldukları değerler sebebiyle tarifi dekabul edilmesi de imkânsız muameleler reva görülen insanlara olan üzüntümüz, ilgili konudaki beğeni sayımızla, kendi aramızda ne kadar üzgün göründüğümüzü kanıtlayacak sayısal çoğunlukla ortaya çıkacaktır. Bu kör topal adanmışlık acıyı bile hiyerarşik mantığa sürüklerken rasyonel üslupla ve olabildiğince "bu sınırlar içerisinde" ifade ettiği sürece doğruyuz diyor. En çok bizler kahrolduk ve bu da sayısal kanıtı: binlerce beğeni! Çok değil, en çok biz! Buraya kadarki lafı eğip bükme çabam, ilgili sorunun biraz da sosyal yaşam pratiğimizdeki karşı konulmaz fiyakalı yaşam arzumuzdan kaynaklanıyor olabilitesine de dayanıyor. Aksi duyguların olmadığı, sürekli kazanıp zengin olduğumuz fakat zahmete davet edecek herhangi bir durumla da karşılaşmama arzumuzun tasavvur ettiği yapay Cennetimizden kaynaklanıyor da olabilir. Ölmeyelim fakat günümüzü gün edelim. Öleceksek de acı çekmeden, bir anda ölelim. Veya hangi alanda da olursa olsun bu tarz kavramsal çalkantı durumunun ortasında sıkışıp kaldığımız açık: ticaret yapıyorsak, en çok biz kazanalım fakat tek kuruş zarar etmeyelim; aşık oluyorsak, en çok biz sevilelim fakat ayrılığın sözü dahi edilmesin; yaşıyorsak, bize kimseler bulaşmasın fakat başka yerlerde ne olduğu da oraların problemi.  Kaçacak delik yok, birkaç asırdır bütün duyguları standartlaştırdık. Yetmedi, bu asırda iyice matematiksel ifadeye -fakat sadece ifadeye- sıkıştırdık. Her zaman iyi olanın tasavvuru ve hadsiz arzusu içerisinde olası bir kötü ihtimalin varlığına tamamen kayıtsız kaldık: Uğruna ötekini fena haldegörmezden geldiğimiz kişisel Cennetimiz için varlığıyaşama garantimiz olan Cehennemleri tarumar ettik. Ediyoruz da.  Cehennemin varlığına olan kayıtsızlık, olması gerekenin çok dışında davranan kimselerin kusurlarını görmemize de engel oldu, bizim dışımızdaki herhangi kimselerin düştüğü gayyanın farkında olmamıza da. Onuru, haysiyeti, şahsiyeti, inançları, fizyolojik ve metafizik varlığı dahil varoluşta sahip olduğu her ne varsa bir bir sömürülenlerin derin suskunlukları da tam da bundan kaynaklıdır: günün şartlarının kendilerine Cehennemin varlığını bile düşünemeyecekleri yabancılaşmaya itmesi. Altın kural şudur: Var olan her şey olması gerekendir ve bundan öte bir yaşam pratiği de yoktur. Terör ve kaos dışında olumsuz hiçbir durum Dünyayı tehdit etmemektedir. Yani Cehennem yoktur. Cennet buradadır. Başka? Başka da bir ihtimal yok. Gelgelelim bütün bu vaziyet ortasında her türlü acıyı, sömürüyü, kaosu, yoksulluğu, kayıtsızlığı, savaşları, göç ve savrulmuşluğu dahil gözlerimizin önündecereyan eden onlarca ziyan oluşu reddedemiyoruz. Edemiyoruz da, onu yalnızca birkaç zaman süreli yaşayacak yapay kavramlara sıkıştırıp karşı tarafın gözüne iliştiriyoruz. Sonunda tıpkı tarihsel olarakdeğişip cılızlaşan kavramlar gibi aynı yapay duyarlılığımız da cılızlaşıp silikleşiyor. En çok üzülen olmak adına çok üzülenleri reddedip bütün totaliter kurumların -körelmiş bir vicdan gibi- yalnızca istenilen zaman diliminde, istenilen derece ve istenilen biçimdehissetme emrine boyun eğerek nereye varılır emindeğiliz. Tamam, ölenle ölmeyelim ama onunla Cehennemi arasına sayısal taşlar döşeli yollar da dizmeyelim. Acıyı paylaştığımıza inanalım fakat bu yapay inancı yalnızca klişe kelimelere emanet de etmeyelim. Madem hepimizin talebi benzer bir Cennet, o haldeCehenneme kayıtsız kalma cüretini degöstermeyelim. Yoksa? Yoksası yok. Yoksa kan, yoksa gözyaşı, yoksa adanmışlık. (1k, 30 Ağustos 2017)
··
14 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.