Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bediüzzaman said Nursi mektubat kitabında hilâfet hakkında:
"İslâm'da net bir yönetim biçimi yotur. İslâm'ın üç ana delili ve üç ana kaynağı olan Kur'an, Sünnet ve icma açısından bakıldığında, yönetim şekli hakkında sadece bazı esaslar tavsiye edilmiştir. Bu esaslar ise şûra, meşveret, hesap verebilirlik gibi değerlerdir. Bunun dışında 'yönetim şu şekilde olsun' diye net bir ifade bulunmuyor. Bütün fıkıh kaynaklarına baktığımızda imamet kısmında bu dediğimizin vurgulandığını görürüz." Batı tüm uğraş ve çabalarına rağmen İslâm ümmetinin Hilâfet'e olan teveccühünü yok edememiştir. Sömürgeci Batılılar bu defa da bu teveccühün yönünü değiştirmek için yeni birtakım sinsi planlar benimsemiştir. İslâm düşmanları ve onların takipçileri olan birtakım çevreler Hilâfet'in yeniden tesisini önlemek için ümmet içerisinde çok tehlikeli bir mefhum olan İttihad-ı İslâm yani İslâm Birliği kavramını pazarlamaya başladılar. Bu kavram da en az Hilafet'in tarihsel bir kurum olduğu söylemi kadar tehlikelidir. Bu kavramın fikir babası İngilizlerdir. İngilizler kendi sömürüleri önünde en büyük tehlike olarak Hilafet'i görüyorlardı. Özellikle de Hindistan bölgesinde yaşayan Müslümanların Hilafeť'e bağlılıkları İngilizleri rahatsız ve tedirgin ediyordu. Ümmet içerisinde de bu düşünceyi bilerek ya da bilmeyerek savunan birtakım çevreler sömürgeci kafirlerin bu planlarına alet olmaktadırlar. İslâmi açıdan ise bunların hiçbir surette dikkate alınır bir tarafı yoktur. İslâmi hiçbir yanı olmayan tüm bu asılsız iddialara şöyle cevap verilebilir: Muhakkak ki İslâm şeriatı, hayatın istisnasız tüm yönlerini kapsamlı ve eksiksiz bir şekilde düzenler. Bu alanda hiçbir boşluk bırakmamıştır. Zira İslâm şeriatında kulların tek tek bütün fiillerine ilişkin şer'î hükümler bulunmaktadır. Kulların hiçbir fiili yoktur ki hakkında Allahu Teâlâ'nın kitabında şerî bir hüküm olmasın. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: "İşte bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim." [Maide Suresi 3] "Bu kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olatak indirdik." [Nahl Suresi 89] Yönetim sistemi, gerek insanların işlerinin yürütülmesi, yöneticinin seçilme keyfiyeti, yönetimi sürdürme keyfiyeti, şerî hükümleri uygulama keyfiyeti bakımından, gerekse yöneticinin yönetilenlerle ilişkileri, yöneticinin muhasebe edilmesi, görevden uzaklaştırılması ve yöneticiye karşı çıkılması bakımından bütün beşerî fiiller ile alakalı olduğundan, İslâm'ın nizam ve teşri yönüyle kapsadığı kulların fiillerinin bir parçasıdır. Ayrıca bilindiği üzere Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Müslümanlar için Medine'de bir devlet kurmuş, Rafiku'l A'la'ya iltihak edinceye kadar 10 yıl boyunca yōnetmiştir. Ardından Sahabesi RadiyAllahu Anhum râşid halifeler liderliğinde aynı yönetim metodunu benimseyerek devam etmişlerdir. Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in yönetim metodu, Allahu Teâlâ'nın Kitabı'ndan sonra İslâm şeriatının ikinci kaynağı olan Sünneti'nden bir parçadır. Keza Sahabe RadiyAllahu Anhum da bu hususta icma etmiştir ki yönetim ve otoritenin icrası ile alakalı bu hususlar, yönetim sistemine ilişkin hükümlerin çıkarılmasında esas kabul edilen şer'î delillerdendir. Zira Sahabe icması, Kur'an ve Sünnet'in irşat ettiği teşri delillerden biridir. İslâm kültüründen azıcık nasiplenmiş herkes şunu kesin olarak bilir: Bütün İslâm alimleri, dünyadaki tüm Müslümanlar için tek bir halife seçilmesinin farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Bu konuda bazı alimlerin Hilâfet hakkındaki sözlerini zikretmek yeterli olacaktır: İbni Hacer el-Heysemi es-Savaiku'l Muhrika isimli kitabında şöyle der: "Sahabe (Allah onlardan razı olsun) nübüvvet zamanının kalkmasından sonra bir halife nasb edilmesinin vacip olduğunda icma etti. Hatta ve hatta onu farzların en önemlilerinden saydı. Öyle ki onlar, bununla meşgul olurken Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in defin işlerini geciktirdiler." el-Ceziri Rahimehullah Dört Mezhep Fıkhı isimli kitabında şöyle der: "Tüm imamlar, Hilafet'in farz olduğu, dinin şiarlarını ikame eden, zalimlere karşı mazlumlara yardım eden bir halifenin varlığının kaçınılmaz olduğu, aynı zaman diliminde tüm dünya çapındaki Müslümanlar için birbirleriyle müttefik yahut muhalif iki halife bulunmasının caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir." Yine Nesefi ise el-Akaid isimli eserinde şöyle der: "Hükümleri uygulayacak, cezalarını yerine getirecek, sınırlarını koruyacak, ordularını donatacak, zekâtlarını alacak, zorbaları, hırsızları ve yol kesenleri cezalandıracak, Cuma ve bayramları kıldıracak, haklar hakkında şahitlikleri kabul edecek, kimseleri bulunmayan erkek ve kız çocuklarını evlendirecek ve ganimeleri taksim edecek bir imam Müslümanlar için mutlaka gereklidir." Aynı şekilde İmam Kurtubi de tefsirinde şöyle der: "Hilafet'in farziyeti konusunda ne ümmet arasında ne de imamlar arasında bir ihtilaf vardır. (Mutezili olan) el- Asam'dan yapılan rivayet hariç ki o da zaten şeriata karşı sağır bir adamdı. Onun laflarını söyleyip onun görüşüne ve mezhebine uyanlar da öyledir." Hilafet'in farziyetine yapılan bu türden saldırılar sadece adına yönelik değil, aynı zamanda anlamına da yöneliktir. Adına yönelik bir saldırı vardır çünkü pek çok kez Hilâfet kavramının, sonradan çıkmış bir kavram olduğu, şerî naslarda ve Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanında görülmediği iddia edilmiştir. Güya, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vefatından sonra, Sahabe RadiyAllahu Anhum Ebu Bekir Sıddık RadiyAllahu Anh'a biat ettikleri zaman, kendisine Müslümanların yönetiminde ve liderliğinde "Rasulullah'ın Halifesi" lakabı verdikleri için ortaya çıkmıştır. İslâm tarihi ve özellikle de Hulefâ-i Râşidîn dönemi objektif bir şekilde incelendiğinde bu türden iddia ve görüşlerin kesinlikle doğru olmadığı ortaya çıkar. Bu tür iddialar sadece Müslümanların zihinlerinde birtakım şüpheler oluşturmak ve bir bulanıklık meydana getirmek içindir. Zira Hilâfet'in tarihî bir kurum olduğunu söylemek bu konuda Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in sahih kaynaklarda geçen tüm sahih ve sarih HADİSLERİ YOK SAYMAKTIR. Nitekim Buhari ve Muslim, sahihlerinde Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "İsrailoğullarını nebiler siyaset ediyordu. Bir nebi öldüğünde diğer bir nebi takip ediyordu. Benden sonra ise nebi yoktur. Halifeler olacak ve çok olacaklardır. Dediler ki: Bize ne emredersin? Buyurdu ki: İlk önce biat edilene vefa gösterin. Onlara haklarını verin. Zira Allah, onları güttüklerinden hesaba çekecektir." [Müslim K. İmara Bab 10 H. No: 1842] Yine Muslim, Sahih'inde Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İki halifeye biat edildiğinde ikincisini öldürün!" [Muslim] Buhari, Ebu Said el-Hudri'den, Nebi SallAlahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bir kimse halife olduğunda iki danışmanı olur, bir danışmanı iyiliği emredip ona teşvik ederken diğer danışman da şerri emredip ona teşvik eder. Korunmuş kişi, Allah'ın koruduğu kişidir." (Buhari] Yine İbn Hibban Sahih'inde, Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Benden sonra halifeler olacak. Bildikleri şeylerle amel edecekler ve emrolundukları şeyleri yapacaklar. Sonra onların ardından başka halifeler olacak. Bilmedikleri şeylerle amel edecekler ve emrolunmadıkları şeyleri yapacaklar. Kim onlara karşı çıkarsa beri olur ama kim razı ve tabi olursa o başka!" [Ibn Hibban] İmam Ahmed, Müsned'inde, İbn Mace ve Taberani, lafzı Darimi'ye ait bir hadiste, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Sizlere Allah'a karşı takvayı ve (başınızda emir olarak) Habeşli bir köle dahi olsa işitip itaat etmeyi tavsiye ederim. (Benden) sonra sizden hayatta kalanlar, nice ihtilaflar görecektir. Sizin yapmanız gereken benim sünnetime ve hidayet üzere olan râşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılıp ona azı dişleriniz ile yapışmaktır." [Ahmed b. Hanbel] Bu konuda rivayet edilen tüm sahih hadisler, Hilâfet kavramının, arızi ve sonradan üretilmiş olmadığını hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde kanıtlamaktadır. Bununla birlikte elbetteki, şer'î nasslarda bu manayı taşıyan tek lafız Hilafet değildir. Çünkü nasslarda yalnızca Hilâfet lafzı ile yetinilmemiş, keza aynı manada "İmamet" lafzı da geçmiştir. Allah'ın Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Her kim bir imama (halifeye) biat edip elinin ayasını ve kalbinin semeresini verirse gücü yettiğince ona itaat etsin. Eğer bir diğeri onunla (yönetimi ele geçirmek üzere) çekişmek için gelirse diğerinin boynunu vurun." [Muslim] Yine şöyle buyurmuştur: "İmam (halife) sizin için bir kalkandır. Onun ardında savaşılır ve onunla korunulur." [Muslim K. Imara Bab 9 H. No: 1841] Dolayısıyla talep edilen, bu iki lafızdan biri veya başka herhangi bir lafız değil "Hilafet" ve "İmamet"in delalet ettiği manaya bağlı kalmaktır. İşte Hilâfet'e saldırarak farziyetini yıkmaya çalışanların hedef aldığı da zaten bu manadır. Çünkü Hilâfet lafzının delalet ettiği mana, yani tanımında kastedilen şer'î mana, şer'î hükümleri tümüyle uygulamak ve İslâm davetini tüm dünyaya taşımak üzere dünyadaki tüm Müslümanların genel başkanlığıdır. Bu konuda Hizb-ut Tahrir'in kurucusu değerli alim ve mütefekkir Takiyüddîn en-Nebhânî Hilâfeť'i şu şekilde tarif etmektedir: "Hilafet, İslâmi şerî hükümlerin uygulanması ve İslâm'ın dünyaya taşınması için dünyada tüm Müslümanların genel başkanlığıdır. Hilâfet ve imamet aynı anlama gelir. Hilâfet, üzerine İslâm Devleti'nin kurulması için şerî hükümlerde yer alan şekildir." Hilafet'in kurulması dünyanın her bir yanında bulunan tüm Müslümanlara farzdır. Onun farziyeti Allah'ın Müslümanlara farz kıldığı diğer hususlar gibidir. Hilafet, hakkında tercihte bulunulamayan ve arzulara göre olmayan kesin bir farzdır. Onun yerine getirilmesinde kusur göstermek en büyük günahlardandır ve bu farzın yerine getirilmemesi ahirette ise bir azabı meydana getirir.
Köklü değişim yayıncılıkKitabı okudu
·
1 artı 1'leme
·
104 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.