bir kaç mısra, Tanrım, bir kaç mısra!
güz yağmuru gibi sitemli, ağır
ama sızlanmayan;
elmas sertliğinde yahut
ölüm sertliğinde
ama gözyaşı sıcaklığında
birkaç mısra!
kiraz çubuğu gibi ıslıklı,
süssüz, koşumsuz
ve nal çakılmamış,
yılkıya yeni katılan körpe tayların
hafifliğinde, kıvraklığında,
birkaç mısra!
nasıl bakır ve yonga kokarsa
ağızlarında kan
ilk kavgalarında delikanlıların,
öyle bakır ve yonga kokan;
nasıl taze biçilmiş çayır kokarsa
ergen kızların intiharları,
bütün melekleri ve nefesli çalgıları
başlarına toplayan...
öyle buram buram ve taze
biçilmiş çayır kokan;
nasıl rüzgar, ay ışığı, karanfil
ve yağmur kokarsa
kendi kendine gülmeleri,
söylenmeleri divanelerin,
gaipten haber getirmeleri dış mahallelere;
sevişmeleri didişmeleri bilinmeyenle,
öyle esrimeli, öyle teklifsiz
birkaç mısra, Tanrım, birkaç mısra!
yoksul hayatımızın cennetten görünüşü gibi
biraz uçuk renkli, biraz benekli;
semender eşelenmiş de hani,
kül katmış boyasına
ve turnalar kanat sesi...
yahut cennetin görünüşü gibi
şöyle uzaktan,
tozun toprağın içinden,
nice düşmelerden, kalkmalardan sonra.
Ocak 1999