zamanları ve kaderleri, kusursuz
simetriler içinde
ışıklı, ışıksız paraboller çizerek,
ellerinde döndüre döndüre
Tanrının yaptığı işi
kelimelerle yapmaya kalkar insan;
uygun falsolarla onları, yerçekimsiz bir gökte,
tıpkı bir jonglörün bir halkalar çavlanını,
bir meşale ormanını,
bir oda dolusu tenis topunu
yahut mahsulünü, bütün bir portakal bahçesinin
atıp tutarak, atıp tutarak havada,
panayıra taşımaya kalkması gibi,
fikirleri de atıp tutmasını öğrenebilir insan.
çok çalışır, çok isterse, tüyleri, gülleleri,
sonra ayları, güneşleri, gezegenleri
atıp tutmasını öğrenebilir,
elinden düşürmeden,
üçer beşer sonsuza...
bir ağızdan konuşan, çığlık atan,
düşünen ya da kükreyen âsâları;
tıslayarak zihinden akıp giden
ipleri, yılanları;
ipek parşömenleri, yanan flamaları;
yağmur damlalarını ve nilüferleri;
kedi yavrularını ve güvercinleri;
kayan yıldızları ve kızıl
gözbebeklerini müneccimlerin,
havaya atıp tutmasını öğrenebilir.
mızrak gibi süzülen aşkın
gergedan derisinden zırhlar içinde
bağırlarda açtığı öldürücü yaraları;
gözyaşı şişelerini;
sırça yada porselen yüreklerini, seven halayıkların;
pudralı yüzlerini,
ayna krizlerini, yaşlı şehzadelerin;
taçlarını, kuru kafalarını,
kaval kemiklerini, cihangirlerin...
bir gün bir kuyuya bırakılan,
üstüne taş toprak örtülen, unutulan
ve yıllar yıllar sonra Mısır'da ya da Hades'te,
olmadık bir anda, olmadık bir aynada,
bir filmde, bir rüyada, bir karnavalda,
insanın karşısına pattadan çıkartılan
bütün o Kenanlı yusufları, kenansız Yusufları,
bütün o tanıdık rolleri, bildik oyunları, bildik ayinleri,
sır külahlarını ve personaları
havada atıp tutmasını, atıp tutmasını
öğrenebilir bir şair
ve ardında harman harman söz bırakmasını,
bağırlar dolusu şiir...
ama gelgelelim, bir karınca...
bir karınca ne kadar işittirebilir ki
ölümcül çığlığını,
harıl gürül işleyen bir değirmende,
karnı aç örümcekler olmasa?
ama gelgelelim, bir örümcek...
bir örümcek ne kadar işittirebilir ki
ayak seslerini,
azizlerin, bilgelerin, yalvaçların
uykuya yattığı bir mağarada,
karnı aç yarasalar olmasa?
ama gelgelelim, bir şair,
bir şair ne kadar işittirebilir ki,
aklının ulumalarını ve kalbinin avazelerini,
dünyaya zahire öğütmeye
ve mahsulünü sarı liralarla değişmeye gelen
akıllı mı akıllı ‘köylüler'
ve onların kederli, ölümcül oyunlara
düşkünlüğü olmasa?
Mart 2003
Sayfa 37 - Timaş Yay. 1. Baskı, Şubat 2010