Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

51. Eyalet ve Gerçekler (uzun ama buna değer)
Jeffrey'ye bakıp yeniden oturmasını işaret etti. Kendisi de yerine geçti. Profesör, Amerika sizce de bir şekilde yolunu kaybetmedi mi? Atalarımızın dağlara taşlara kazıdığı idealler yozlaştırılmadı mı? Unutturulmadı mı? Değersizleştirilmedi mi?" Jeffrey başıyla onayladı. "Bu görüşte olanların sayısı her geçen gün artıyor." "Yaşadığınız yer, ülkemiz dağılma sürecinde. Her yerde şiddet var. Saygı kalmadı. Aile kavramı değersizleşti. Ne geçmişte sahip olduğumuz büyük değerler ne de gelecek idealleri önemli artık." "Bu tarihsel bir süreç. Benzeri şeyler okullarda öğretiliyor." "Ah, ama bir şeyi öğretmekle onu yaşamak arasında çok fark vardır. Öyle değil mi?" "Elbette." "Profesör, Elli Birinci Eyalet'le ilgili siz ne düşünüyorsunuz?" Jeffrey yanıt vermedi. "Bir zamanlar Amerika maceralarla doluydu. Her yandan inanç ve umut fışkırırdı. Amerika hayalperestlerin, vizyonu olan insanların ülkesiydi. Artık değil." "Böyle düşünen çok insan var." "İşte bu yüzden önemli olan şu; üçüncü ve dördüncü yüzyıllarımızın tıpkı ilk ikisi gibi muhteşem olabileceği ümidini taşıyan insanlara ulusal gurur hissini yeniden nasıl kazandıracağız?" "Bunun ulusun yazgısı olduğunu göstererek." "Kesinlikle. Bu ifadeyi okul yıllarımdan beri duymamıştım ama gerçekten de ihtiyacımız olan şey bu. Yeniden yaratmamız gereken. Ama bunu daha önce yaptığımız gibi başka ulusları taklit ederek yapamayız artık. Bu kez bu büyük ulusun bunu nasıl yaptığını tüm dünyaya bizim göstermemiz gerek. Böyle bir hedefe de insanlara daha fazla özgürlük vererek ulaşılmaz. Zaten denenen buydu. Ama sonunda kaçınılmaz olarak daha fazla parçalanmaya neden olduğu görüldü. Dünya savaşında ulusal amaç olarak umudu, zaferi, birlik ve beraberliği ön planda tutmuştuk. Ama bu artık uygulanamaz. Çünkü günümüzde çok farklı silahlar var. Doğrudan kişileri hedef almıyorlar üstelik. İkinci Dünya Savaşı'nda idealleri için kendilerini adayan bireyler çarpışmıştı. Ama antiseptiklerin, robotların, bilgisayarların, bir tek düğmeye dokunarak çok uzak mesafelerdeki hedefleri vurabilecek silahların çağında bu artık geçerli değil. Peki, öyleyse geriye ne kalıyor?" "Bilmem." "Geriye tek bir inanç kalıyor. Bizim burada, Elli Birinci Eyalet'te tesis etmeyi amaçladığımız inanç. Bu inanç sayesinde insanlar toplumun iyileştirilmesine adanmanın değerini yeniden hissedecekler. Böyle bir topluma öncülük etme şansına kavuşacaklar. Bunu da ancak bu ulus ilk kurulduğunda olduğu gibi bakir topraklarda yapabilirler elbette." Manson öne doğru eğilip ellerini iki yana açtı. "Korkuları olmamalı, Profesör. Korku her şeye üstün gelir. İki yüz yıl önce şu an bizim durduğumuz yerde duran insanlar aynı dağlara baktıklarında aynı manzarayı görmüşler. Ve o an ne kadar zorlu bir mücadeleyle giriştiklerini idrak etmişler. Başarıya da ancak bilinmezlik korkusunu alt ederek ulaşmışlar." "Evet, doğru," dedi Jeffrey. "Bugünse bilinenin yol açtığı korkuyla mücadele ediyoruz." Manson duraksayıp arkasına yaslandı. "Eyaletimizin kuruluş prensibi de bu. Biz dünya içinde dünya yaratıyoruz. İnsanlara hem büyük imkânlar sunuyor hem de huzuru ve güveni vaat ediyoruz. Bir zamanlar bu ulusun özünde olan bu değerleri yeniden sağlıyoruz. Peki, bunu yaptığımızda ne olacak biliyor musunuz?" Jeffrey başını iki yana salladı. "Büyüyeceğiz. Dışarıya doğru. Karşı durulamaz biçimde." "Ne gibi?" "Söylediğim şey çok açık; burada yapmaya çalıştığımız şey tabii ki zaman alacak ama sonunda ülkenin geri kalanı da bize katılacak. Bu, daha önce olduğu gibi nesiller sonra gerçeklesecek elbette. Ama önünde sonunda bizim yaşam tarzımız ülkenin geri kalanında, sizin de bildiğiniz üzere, hâkim olan korkuya ve ahlaki bozukluklara üstün gelecek. Daha şimdiden sınırların ve yakın yerlerde bizim doktrinlerimiz, yasalarımız uygulamaya geçirilmeye başlandı bile." "Hangi yasalar ve doktrinler bunlar?" Manson omuz silkti. "Çoğunu zaten gördünüz. Anayasanın ilk maddesinde birtakım değişiklikler yaptık. Dini özgürlükler aynen korundu. Konuşma özgürlüğü biraz azaltıldı. Basın hakları? Yazılı basının tamamını biz kontrol ediyoruz. Anayasanın dördüncü maddesindeki hakları sınırlandırdık. Arama ve tutuklama yetkilerimiz genişletildi. Altıncı maddedeki hakları daralttık. Yani bir suç işleyip ondan sonra da ağzı laf yapan bir avukat sayesinde özgürlüğünüzü satın almanız mümkün değil. Ayrıca ne var biliyor musunuz, Profesör?" "Ne?" "İnsanlar bu haklarından feragat ederken zerre kadar sızlanmadılar. Arama izni gerektiren bir dünyayı yatarken kapılarını kilitlemek zorunda olmayacakları bir dünyayla değiştirmeyi is- tediler. Bizler sınırlarımızın ötesinde de böyle bir dünyayı arzulayan çok kişi olduğuna eminiz. Dolayısıyla da bu idealler yavaş yavaş tüm ülkeye yayılacak." "Bulaşıcı bir hastalık gibi?" "Daha çok bir uyanış gibi. Bir milletin uzun uykusundan uyanışı. Biz sadece diğerlerinden bir adım öndeyiz." "Nasıl cazip göstereceğinizi iyi biliyorsunuz." "Ama gerçek bu, Profesör. Size bir soru sormama izin verin. Bu anayasal teminatlardan hayatınız boyunca ne kadar faydalandınız? Şimdi anayasanın birinci maddesinin bana verdiği hakları kullanma zamanım geldi dediniz mi hiç?" "Böyle bir şey olmadı. Ama o yasalara ihtiyacım olmaması onları istemediğim anlamına gelmez. Temel özgürlüklerden vazgeçmeyi aklımın ucundan bile geçirmedim doğrusu." "Ama bu özgürlükler sizi köleleştiriyorsa onlarsız daha mutlu olmaz mısınız?" "Bu zor bir soru." "Ama insanlar kendi istekleriyle demir parmaklıkların arkasına hapsolmaya başladılar bile. Etrafı çevrili güvenlikli sitelerde yaşıyorlar. Güvenlik görevlileri tutuyorlar. Yanlarında silah bulunduruyorlar. Duvarların ardında, hapishanedeymiş gibi bir yaşam sürüyorlar. Şeytanı dışarıda tutmak için kendilerini içeri hapsetmek zorunda kalıyorlar. Özgürlük bu mu, Profesör? Burada hiç de böyle değil. Aslında, burasının silah kontrolüyle ilgili yasaların başarılı olduğu tek eyalet olduğunu biliyor muydunuz, Profesör? Burada kimse avcı olduğunu iddia ederek bir saldırı tüfeği satın alamaz. Ulusal Tüfek Birliği'yle onların eski Washington'ı lobicilerinin bizden nefret ettiğini biliyor muydunuz peki?" "Hayır." "Anayasal hakları sınırladığımızı söylediğimde tipik sağcı bir muhafazakâr gibi göründüğümün farkındayım. Ama tam tersine ben bütün politik görüşlere aynı mesafeden bakıyorum. Siyasi yelpazenin hangi tarafı işime yarıyorsa o taraftayım. Burada, Elli Birinci Eyalet'te anayasanın ikinci maddesi gerçek anlamını bulur. Üstelik öyle derin cepli bazı lobicilerin tam tersini ortaya koyan kanıtlara rağmen iddia ettikleri sözde bir anlam değildir bu. Daha da devam edebilirim, Profesör. Mesela Elli Birinci Eyalet'te kadınların doğum haklarını sınırlayan tek bir yasa bile yoktur. Biliyorsunuz bu konuda çok tartışma çıkar. Bu yüzden de burada eyalet tüm kürtajları denetler. Bu konuda birtakım esaslar belirlenmiştir. Mantık çerçevesinde hareket edilmesini sağlayan esaslar. Böylece tartışmaları makul sınırlarda tutarız. Ayrıca kürtaj yapan hekimlerimizi de koruruz." "Siz de filozofsunuz, Bay Manson." "Hayır. Ben bir pragmatistim, Profesör. Ve geleceğin böyle şekilleneceğine inanıyorum." "Haklı olabilirsiniz," Manson gülümsedi. "Şimdi babanızın, yani katilin ne büyük bir tehdit olduğunu anlıyor musunuz?" "Öğreniyorum," diye yanıt verdi Jeffrey. "Onun hedefi açıkça ortada. Şeytani emellerini sergilemek için bu eyaletin kuruluş temellerine zarar veriyor. Her şeyi üzerine kurduğumuz bu sistemi küçük düşürüyor. Bizlerin başarısız, ikiyüzlü sahtekârlar gibi görünmemize neden oluyor. Dolayısıyla sadece bu çocukları değil ideallerimizin temellerini de ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bizi birbirimize karşı kullanıyor. Bu tıpkı bir sabah uyandığımızda tüm bedenimizi kanser hücreleriyle sarılmış halde bulmak gibi bir şey." "Tek bir adamın bu kadar büyük bir tehdit unsuru olabileceğini düşünüyor musunuz gerçekten?" "Ah, Profesör, sadece düşünmüyorum. Biliyorum da. Tarihte bunun çok örneği var. Eski bir tarihçi olarak babanız da bunların gayet iyi biliyordur. Kendini çarpık fikirlere adamış, kararlı tek bir kişi devasa imparatorlukları çöküşe sürüklemiştir. Tarih suyun akış yönünü başarıyla değiştirmiş, yalnız çalışan suikastçıların eylemleriyle dolu, Profesör. Bizim tarihimizde de Booth, Oswald ve Sirhan Sirhan gibi yalnızca insanları değil idealleri de öldüren sayısız katil var. Babanızın da böyle olmasının önüne geçmek zorundayız. Eğer onu durdurmazsak geleceğimizi ortadan kaldıracak. Tek başına. Şimdiye dek şansımız vardı. Onun yaptıklarını gözlerden uzak tutmayı başardık..." "Gerçek seni özgür kılar denir hep." Manson gülümseyerek başını iki yana salladı. "O çok eskide kalmış bir kavram artık. Gerçek yalnızca daha fazla mutsuzluğa neden olur." "Burada kontrol ediliyor olmasının nedeni bu değil mi?" "Gayet tabii. Ama Orwell'in ileri sürdüğü, toplumun yanlış bilgilerle beslenmesi gibi bir tarzda değil. Biz burada... Seçiciyiz. Tabii ki insanlar hâlâ konuşuyor. Söylenti her türlü gerçekten daha kötü olabilir. Şimdiye kadar babanızın yaptıklarıyla ilgili söylentilerin önünü almayı başardık gibi görünüyor. Ama bu durum burada, sırların ülkenin geri kalan kısmına kıyasla çok daha iyi saklandığı eyaletimizde bile sonsuza dek sürmeyecektir ama dediğim gibi ben pragmatistim. Hiçbir sır ölüp gömülmedikçe tam manasıyla gizli tutulamaz. Tarih bu tür olaylarla dolu." "Güvenlik kırılgandır." Manson derin bir iç çekti. "Bu sohbet hoşuma gitti, Profesör Ne yazık ki hiçbiri bunun kadar acil olmasa da yapmam gereken başka isler de var. Babanızı bulun. Profesör. Çok şey bu başarınıza bağlı." Jeffrey başını salladı. "Elimden geleni yapacağım," dedi. "Hayır, Profesör. Başarmak zorundasınız. Her ne pahasına olursa olsun." "Deneyeceğim," dedi Jeffrey. "Hayır. Başaracaksınız. Bunu biliyorum, Profesör." "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?" "Çünkü çok şeyden konuştuk sizinle. Gerçeklerden, entrikalardan. Tüm bunlar bir tarafa bir şeyden tamamen eminim." "Nedir?" "Babalar ve oğullar her zaman aynı ödül için mücadele ederler, Profesör. Bu sizin kavganız. Hep öyleydi. Benim kavgam farklı. Ama sizinki... Kişiliğinizin oluşmaya başladığı döneme kadar uzanıyor. Yanılıyor muyum?" Jeffrey bir an için nefesinin kesilir gibi olduğunu fark etti. "Ve şimdi zamanı geldi. Babanızla savaşa girmeden yaşamınızı devam ettirebileceğinizi mi düşünüyorsunuz?" Jeffrey boğuk çıktığını fark ettiği sesiyle "Bu yüzleşmenin sadece psikolojik olacağını düşünmüştüm. Anılara karşı bir savaş olacaktı. Onun öldüğünü sanıyordum," dedi. "Ama öyle olmadı değil mi, Profesör?" "Olmadı." Jeffrey artık çok düşünmeden konuştuğunu hissediyordu. "Dolayısıyla da bu bütünüyle farklı boyutlarda bir mücadeleyi gerektirecek, öyle değil mi?" "Öyle görünüyor, Bay Manson." "Babalar ve oğullar," diye devam etti Manson. Yumuşak, tatlı bir ses tonuyla konuşuyordu. Sanki söylediği her şeyden keyif alıyormuş gibiydi. "Her zaman aynı bulmacanın parçaları olmuşlardır. Tıpkı yanlış yere yerleştirilmiş yapboz parçaları gibi. Benzerlerin mücadelesi. Evlat babasını aşmak ister. Babaysa evladını sınırlamak." "Yardıma ihtiyacım olabilir," dedi Jeffrey yine fazla düşünmeden. "Yardım mı? Bu kişisel mücadelede başka kim yardım edebilir size?" "Aynı makinenin iki parçası daha var, Bay Manson. Kız kardeşim ve annem." Müdür gülümsedi. "Kesinlikle," dedi. "Gerçi onların da kendi savaşlarını verecekleri kanaatindeyim. Yine de Profesör, ne yapmanız gerekiyorsa yapın. Herhangi bir desteğe ihtiyacınız olduğunda da lütfen hemen bildirin. Bu savaşta sonsuz özgürlüğe sahipsiniz." Oysa Jeffrey bu son cümlenin kocaman bir yalan olduğunu gayet iyi biliyordu...
·
1 artı 1'leme
·
212 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.