Gönderi

Kategorilerin Doğası syf.13-16
Kategorilerin doğasının ve onların bilgilenme sürecindeki rollerinin ve yerlerinin tanımı, nesnel gerçeklikte ve bilinçte tekil ve genel arasındaki bağlantı (correlation) probleminin çözümüne ve düşünsel (idéel) özlerin kaynağının ve bu özlerin maddesel oluşumlarla, nesnel gerçekliğin görüngüleriyle ilişkisinin ortaya konulmasına doğrudan bağlantılıdır. Bu problem felsefeyle birlikte doğmuştur ve bütün felsefe tarihi boyunca insan dikkatinin odak noktası olmuştur. Felsefenin temel sorununa (yani madde mi yoksa bilinç mi önce gelir, sorusuna) sımsıkı bağlı olduğu için, değişik felsefe okulları arasında, maddeci ve idealist eğilimlerin temsilcileri arasında, sayısız tartışmanın konusu olmuştur. Ludwig Feuerbach şu kesinlemesinde yerden göğe kadar haklıdır: "Bu sorun, en önemli sorunlardan biridir ve aynı zamanda insanın bilgilenmesinin ve felsefenin en çetin sorunlarından biridir ve aynı zamanda insanın bilgilenmesinin ve felsefenin en çetin sorunlarından biridir... öyle ki bütün felsefe tarihi, aslında, bu sorun ekseninde yer alır." Antik Yunan felsefesinde bu problem oldukça kesin bir tarzda ortaya konmuştu ve Pythagorasçılar tarafından buna çözüm bulunmuştu; şeylerin nicel görünüşlerini inceledikten ve bu nicel görünüşlerin sayı ile yakınlığını bulguladıktan sonra, şu sonuca varmışlardı: sayı, bireysel ve tekil şeylerden bağımsız, evrensel bir özdür, şeylerin doğasını ve varoluşlarını belirler. Daha sonra Aristoteles, bu kuram konusunda şunlara dikkat çekti: Pythagorasçılar, sayıların birçok yakınlık özelliği olduğunu saptamışlar, bu nedene dayanarak sayıların ilkelerinin var olan her şeyinilkeleri olduğunu ileri sürmüşlerdir ve sayıların en önde yer tutmaları, tekil şeyleri ölçmeleri ve yönetmeleri, onların özünü oluşturmaları gerektiği kararına varmışlardı. Pythagorasçılar gerçeklikteki görüngülerin ve nesnelerin evrensel görünüşlerinden (özelliklerinden) birini ortaya koymuşlardı: nicel ilişkileri. Ama şeylerin (tekil ve genel) öteki bütün ilişkilerini göz ardı ettikleri için nicelik kategorisini özerk ve düşünsel (idéel) bir öze dönüştürerek mutlak bir duruma getirmişlerdi. Platon, Pythagorasçıların bu öğretisini geliştirmiştir. Ona göre hakiki ve gerçek varlık, idealarla kurulmuştu; bunlar tekil şeylerden bağımsız ve onları meydana getiren düşünsel özlerdi. Maddeyle birleşerek orada belli bir süre kalırlar; sonra yine düşünsel dünyaya dönerler ve şeylerin yok olmasına yol açarlardı. Platon'a göre düşünsel özler ebedi ve hiç değişmezdi; duyulur şeyler ise gelgeçti, bir görünür bir yiterlerdi. Aristoteles, kategorilerin doğasına ilişkin Pythagorasçı ve Platoncu görüşü eleştirmiştir. Ona göre genel kavramlar olan kategoriler, tekil şeylerden önce mevcut değildi; tersine kategoriler, nesnelere dair bilgilenmenin, onların kendilerine özgü ilişkilerinin ve özelliklerinin yansımasının sonucuydu. Gene ona göre, biz tekil şeyleri algılarken yalnızca tekili değil, ayrıca bir çok nesnede ya da hepsinde meydana gelen geneli de tanıyıp biliriz. Şeylerin yinelenen (réitérée) algılama sürecinde onlara özgü olan 'genel', insanların bilincinde belirginlik kazanır ve tekil imgelerin yanında yer alan genel bir kavram biçiminde dile gelir. Başlangıçtaki genel, zihinde yer ettiğinde, daha genel kavramlar ondan yola çıkarak oluşur ve bu kavramlar daha geniş bir kümenin bağlantılarını ve özelliklerini yansıtır. Böylece daha sonra, en genel kavramlar -varlığın evrensel biçimlerini yansıtanlar, kategoriler diye adlandırılanlar- oluşturulmuş olurlar. Aristoteles'in kategorilerin doğasına ilişkin kuramı özünde doğru olsa da, tutarlı sayılamaz. Nesnel gerçeklikte, genel kavramların içeriğine benzer olan ögelerin madde ve biçim olduğunu öne sürerken Aristoteles, biçimin düşünsel olduğunu, duyulur şeylerden bağımsız, özerk bir varoluşu bulunduğunu söyler. Ancak bu, nesnel dünyaya özgü, her genelin maddi olduğu, sadece tekil ve bireysel şeylerle varlık gösterdiği anlamına gelmez. Genelin bir bölümü düşünsel bir doğaya sahiptir ve duyulur şeyler dışında, onlardan bağımsız olarak varlık gösterir. İşte bu, Platon'a ve dolayısıyla probleme idealist yaklaşıma verilen ciddi bir ödündür. Orta Çağ'da kategorilerin doğasına ilişkin anlayışın yanı sıra, daha başka felsefi sorunlara getirilen çözüm, dinsel bir renge büründü. Gerçekçi eğilimi temsil eden filozoflar şu ya da bu biçimde, kategoriler hakkında Platoncu görüşü yineliyorlardı ve kategorilere insanlardan ve şeylerden bağımsız olarak var olan, özerk ve düşünsel özler gözüyle bakıyorlardı. Adcılar, böyle bir kategori anlayışını reddediyorlar; sadece nesnel gerçeklikte değil, bilinçte de onların bağımsız bir varoluşu olacağını kabul etmiyorlardı. Söz gelimi, Orta Çağ'ın gerçekçi filozofu Johannes Scotus Eriugena, genel kavramların Tanrı tarafından yaratılmış olduğunu ve ilk doğayı oluşturduğunu ileri sürüyordu. Tanrı, belirsiz bir evrensellik olarak başlangıçta, müdahale ederek şeylerin özünü ve ilk ilkesini oluşturan düşünsel bir dünya yaratmıştı. İşte bu düşünsel dünya, cins ve tür kavramlarına bölünüyor ve bunlar birbiriyle birleşince tekil şeyler oluşuyordu. Bu demektir ki Eriugena'ya göre kategoriler, düşünsel bir dünyanın ögeleri olduğu için maddesel oluşumların ve duyulur şeylerin yansıması değildir; tersine onlardan bağımsız ve daha önce var olarak onları yaratırlar.
Sayfa 13 - Yordam KitapKitabı okudu
·
60 views
selim selarom okurunun profil resmi
Akılda kalması faydalı olan metin: #238740905
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.