Gönderi

Kendisi aslen Estonyalı idi. Yaklaşık 20 yıldır Avusturya’da yaşıyordu. Kırk yaşlarında, zayıf, suretinde yaşanmışlıkların izlerini taşıyan bu adam; hem piyanist, hem ressam, hem rejisör, hem tiyatrocu ve hem de şarkıcıydı. Sanat, parçalanmış ruhun kenar dikişleriyse, bu adamın ruhu yamalardan gözükmemeliydi. Her sökülen yanını bir sanat ile yamamaya çalışmıştı. Üç farklı kadından üç çocuğu vardı. “Bana senin daha çocuğun yok mu?” diye sorduğunda şaşırmıştım. Bu kadar yamaya rağmen ve epey dertli olmasına rağmen, bazı mevzulara karşı vurdumduymazlığı beni çok şaşırtıyordu. Sanki kafasına hiçbir şeyi takmıyordu. Hür müydü? Serbest miydi? Yöneliyor muydu? Tercih mi ediyordu? Bunları kestirmek epey zordu. Adı, Mattias’ın Estonya’daki karşılığı olan Mait idi. Mait kafasında deri şapka ve üzerindeki deri ceket ile, Salzburg’taki okulumuza çok yakın olan ve 1703 yılından beri faal olan Cafe Tomaselli’den içeri girdiğinde başımı günlük gazeteden kaldırıp ona doğru baktım. Onunla daha evvelden başka bir arkadaş aracılığıyla konservatuarda tanışmıştım. Ancak ismini her yerde işitiyordum. Beni görünce selam verdi ve kendisini oturduğum masadaki boş bir sandalyeye buyur ettim. Oturdu ve günlük meşgalelerden konuşmaya başladık. Bana yeni bir piyesle uğraştığını, müziğini de kendisinin yaptığını söyledi. Derken tiyatrodan, resimden, müzikten söz açıldı. Ancak bunlar yamalarıydı. Kendini masada iyi hissetmeye başlayınca, yamalar sökülmeye başladı. Bana çalışma masasının üstünde hazır bekleyen bir silahı olduğunu söylediğinde sohbetimizin başka silahların namlusunda keskin barut kokularından koyulaşacağını tahmin etmiştim. Kederli ve endişeli ses tonu sanki bir kiliseye günah çıkarmaya gelmiş birini andırıyordu. Ben bir papaz değildim, kilisem de yoktu. O da inanan biri değildi. Anlaşılan konuşacak birine ihtiyacı vardı. “Çalışma masamın kenarında bir silah var, mermileri içinde ve hep bana bakıp durur,” dedi. “Neden?” diye sormamı bekler gibi bana baktı ancak ben bu soruyu erteledim ve kahvelerimizi yudumlarken sohbeti başka kulvarlara çekmeye çalıştım. “Üç farklı kadından üç çocuğun varmış ve hepsinden de ayrılmışsın işittiğime göre,” dedim. Şaşırdı ve silahı unutup “evet, doğrudur,” dedi. Yine “neden?” diye sormamı bekledi ama ben yine bunu sormadım, bir maksadım yoktu. Her şey öylesine ilerliyordu. Ben sormayınca o kendiliğinden anlatmaya başladı:
·
4 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.