Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Babamın Aşamadığı Kalın Demirleri
Sabah kalktığımda bütün bedenimde derin bir uyuşukluk hissediyor, büsbütün tüm benliğimi saran bir acıyla baş etmeye çalışıyordum sanki. Öyle ki yataktan kalkmak ve kalkmamak arasında düşünürken içeriye birdenbire babam geldi. "Hadi uykucu uyan, gün doğdu. Bugün doktorun seni ziyarete gelecek" diyerek benimle şakalaştı. Ardından daha o babamın güzel menemenini yiyemeden kapı çaldı. Gelen doktorum Nazif beydi. Yıllardır yaptığı gibi beni muayene etti. Ve her zamanki şakasını yaparak "formundasın yine, taş gibisin taş Muharremciğim" dedi. İçten içe buruk bir gülümsemeyle karşılık verdim, onlar babamla konuşmaya devam ederken. Sahi kaç yıl olmuştu ben yatalak olalı? 3 mü, 7 mi, 10 yıl mı? Zira artık gecemde bir, gündüzüm de birdi. Nazif Bey'de babamın meşhur menemenine ortak olduktan ve biraz daha şakalaştıktan sonra öğlen vaktinde yağmura kalmadan hastaneye gitmek için yanımızdan ayrıldı. Babam da onunla birlikte kendi ilaçlarını almak için dışarıya çıktı. Tabi bende hülyalara dalmaya başlamıştım yine. Öyle ki bir gün sahilde, bir gün ormanda, bir gün okulda, bir gün de kendimi bir kızla el ele tutuşurken düşünürdüm. Bakmayın "bir kız" dediğime. Aslına bakarsanız yüzlercesiyle hayallerimde el ele tutuşuyorum. Ama biliyor musunuz her bir hayalimde ya koşuyorum, ya da yürüyorum. Ormanda koşuyorum, okulda derse yetişmek için koşuyorum, kızlarla koşuyorum. Lakin yağmur yağarken durup bekliyorum. Ayaklarıma prangalar takılmış gibi olduğum yere çakılıp kalıyorum. Zira yağmurdan hayallerimde bile kaçamıyorum. Çünkü yağmur beni bu hale getiren şeydi. Beni yatalak eden, beni 9 yıldır bu yatağa mahkum eden şey... 9 yıl önce - kız arkadaşımla buluştuktan sonra koşar adımlarla okula geçtim. Hoca derse girmeden sınıfa girmeliydim. Aksi halde kerim hoca beni dersten atardı. Çünkü hep sokaklarda gezip derslere girmediğim için bana kızar, buna rağmen de notlarım yüksek diye bana bir şey demezdi. Bir de babamın yakın arkadaşı olduğu için sanırım bu durumumu görmezden de gelirdi. Neyse ki derse yetişmiş ve dersin sonu gelmeden yine çıkıp gitmiştim. Kerim hoca benim derimi yüzecekti bu sefer. Ama diğer kız arkadaşımın yanına gitmeliydim. Çünkü kızlar onları bekleten erkekleri sevmezdi. "Kız arkadaş" mevzusuna gelince, o konu çok teferruatlıydı aslında. Şöyle ki Naime var üniversite 1. Sınıftan, 2. Sınıftan Figen ve üçüncü sınıftan da yasemin. Ve dışarıda da birkaç kız arkadaşım daha. Çünkü onlar bana göre iki günlük keyif kızlarıydı ama hiçbirisinin birbirinden haberi yoktu. Ve bugün de sabah Necla ile şimdi de Nazlı ile buluşacaktım. Eee çok yakışıklıydım ve tek bir kızla da ömrümü harcayamazdım. Ama bu durumuma da babam çok karşı çıkardı. Çünkü annemi çok severek evlenmişti. Ama annemde 3 yıl önce kanserden vefat etmişti. Bense onların tam tersi her gün bir kızla keyif çatardım. O gün Nazlı'yla buluştuktan sonra eve koşar adımlarcasına gidiyordum. Her zaman koşardım. Kaslarımı da biraz bu sportif bedene borçluydum. Ve yağmur sağanak sağanak yağıyordu. Bense daha çok koşuyordum. Ve farkında olmadan o yağmurda ayağım kaydı ve bir uçurumdan yuvarlandım. Gözlerimi açtığımdaysa her yerim kan içindeydi. Kemiklerim sızlıyor deliler gibi ağlıyordum. "öldün muharrem, öldün. Yoksa bu acı başka bir şeyin acısı olamaz" diyordum kendi kendime. Etrafta kimse yoktu. Bağırıyordum yine kimse duymuyordu. Ardından bayılmıştım... Gözlerimi açtığımda yoğun bakımda olduğumu fark ettim. Zira tam teçhizatlı bir şekilde başka kim, nerede böyle giyinirdi ki? Ve gözlerimi açınca da bir sürü doktor başıma üşüştü. Meğerse 4 aydır yoğun bakımda yatıyormuşum da haberim yokmuş. Oysa bana bir gün kadar bile gelmemişti uyuduğum miktar. Ve doğrulmaya kalktığımdaysa. Nazif bey ve etrafındakiler bana pür dikkat bakıyordu. Ama yapamıyordum. Boynumdan altını hissetmiyordum. Hatta hiç var olmamışçasına bir bedende hapsolmuş gibiydim. Ağlayan gözlerle babama baktım. Babamsa bir köşede dizlerini karnına çekmiş hüngür hüngür ağlıyordu. Bense ilk defa 21 yıllık hayatımda babamı bu şekilde görüyordum. Kendi halimden çok o an babam adına üzüldüm. Sanki, sanki o an benim için dünya durmuştu. 9 yıl sonra - babam hala dışarıdan gelmemişti. Susamıştım ama alamıyordum. Dışarıda felaket bir yağmur vardı. Babamı merak ediyordum. Kapı açıldı ve babam içeriye elinde şemsiye ve birkaç ilaç poşetiyle girip susadığımı anlamışçasına bana suyumu içirdi. Benim babam üniversitede Prof hocalardan birisiydi. Adeta bir matematik dehasıydı. Öyle ki bana bundan 9 yıl önce "baban nasıl birisi" diye sorsaydınız size sadece "gün içinde merhaba bile demekten kaçındığım bir adam" derdim. Ama bu 9 yıllık yatalak halimde onun kıymetini her dakika çok daha iyi anladım. Çünkü her şeyime koştu. Benim yüzümden tekrar evlenmedi, aldığı iş tekliflerini yok saydı, yurt dışı hayalini es geçti ve mesleğini bıraktı. Çünkü bana bakmak için gelen herkes bana bakmadan parasını alıp giderdi. Ben eskiden yalancı bir tiptim bu yüzden babam başlarda bana pek inanmasa da sonradan dediklerime gözleriyle şahit olunca işini zirvedeyken bırakıp serseri oğluna yani bana gecesini gündüzünü katıp bakmaya yemin etti. O yüzden artık önceden ne kadar uzaksam babama, şimdi bin kat yakındım... Ertesi gün - yağmur yerini çok güzel bir bahara açmıştı. Dışarıda çocuklar oynayıp, koşarken ben onları 9 yıldır yaptığım gibi balkondan seyrediyordum. Öyle ki artık çocuklarda bana alıştıkları için benimle şakalaşırlardı. Tam o sırada el ele tutuşup, gülüşen bir çift gördüm. Aklıma eski kız arkadaşlarım geldi. Ve evet, hepsi beni böyle olduğum için terk edip başkalarına gitmiş, evlenmiş hatta boy boy çocuk yapmışlardı. Aslına bakarsanız onlar haklıydı. Belki de kırdığım kalplerin cezasını ödüyordum şimdi. Belki de bana hepsi müstehaktı. Durdum, derin bir nefes aldım. "haklılar" dedim. "haklılar..." çünkü kim isterdi ki bir bardak suyu bile alamayan, altını her gün bir bebek gibi temizleyeceği adamı. Ben muharremdim. Yatalak muharrem. Hiçbir zaman yürümenin ve sağlığın kıymetini, şükretmenin, koşmanın kıymetini bilmeyen, her şeyini kaybetmiş muharrem. Bu bendim işte. Mahallede çocuklar oynarken bakayım diye o cılız babam beni balkona tüm kuvvetini verip taşır, karnımı doyurup, beni siler paklardı. Sahi ben bu adamın hakkını nasıl öderdim? Bir insan sırf canından, kanından diye ona böyle vefakar bakmalı mıydı? Ona kitaplar okuyup, "bugün çok daha yakışıklısın aslan oğlum" demeli miydi? İnanın hiç bilmiyorum ama bazı geceler babam benim uyuduğumu sanıp yorgunluktan yanıma kıvrılır "Allah'ım oğlumun canını benden önce al, yoksa kim ona benim baktığım gibi bakabilir? Kim onun sevdiği yemekleri benim gibi yapıp, benim gibi sevebilir? Yalvarırım ya aynı anda ya da onun canını benden önce al" diye dua ettiğine yüzlerce kez şahit olmuştum. Bir yandan babam ağlarken bir yandan da ben için için ağlardım. Ve bazı zamanlarda babam yemeğe ilaç katar sonra çöpe dökerdi. Anlardım o an ikimizin de ölmesini istediğini. Belki de bu yüzden boynumdan aşağısı tutmuyor. Aksi halde kendimi 9 yıl önce öldürmüş olurdum. 2 yıl sonra - yaşım 32'ye gelmişti. Hala gebermemiştim ama saçlarıma aklar düştüğünü babamın bana tuttuğu aynadan görebiliyordum. "Oğlum, bugün seni tıraş edeyim, aslanımın yeleleri uzamış belli ki" derken o hüzünlü gülümsemesini görmüştüm. Kafamı "tamam" der gibi salladım. Babam eline makası alıp saçlarımı kesmeye koyulmuştu. Ama elleri her zamankinden daha çok titriyordu. Biliyor musunuz? Bu halde olmaktan daha çok babamı bu hale soktuğum için üzülüyor hatta kahroluyordum... Herkes gülüp, eğlenirken ben onu bana mahkum etmiştim. Babam benim mahkumum ve ben ise onun bir türlü aşmak istemediği o kalın demirleriydim. Yazar: ZehrAktaŞ (ben)
·
132 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.