Gönderi

Gerçekler, sevgilim
Bu sabah erken kalktım. Yüzüme üç kez gerçekler çarptım. Kanadı yüzüm, gözüme gerçek kaçtı. Gözümün sulandığını görenler ağladığımı sandı, oysa gerçek gözümü yakmıştı. Bu yüze gerçek çarpma ve göze gerçek kaçırma beni zinde yaptı. Dışarı çıktım, yolum uzundu. Nicedir yürümeyişlerimle biriken adımlarımı da yanıma aldım. Yorgunluğumu, kendini acındırmak için hiç bir şeyi olmayan bir dilenciye sattım. Adımlamaya başladım uzun yolu. Ben yürüdükçe yol uzadı. Tüm zindeliğime ve birikmiş adımlarıma rağmen yol bitmeden adımlarım bitti. Bir bank buldum oturdum. Kimse yoktu etrafta, uzandım. İlk defa bir banka yatıyordum, sertti, tedirgin ediciydi. Gözümdeki gerçeği hatırladım, yaşlandı gözüm batan gerçekle. Uyuşturmak istedim, kafamı uyuşturduğum gibi, intihar hayalleriyle. Var mıdır örneği bilmem, ben beynimi böyle uyuştururum. Ölmek istediğimden değil, sadece hayaliyle. Çoğu taammüden, bir kısmı aniden intiharlarla. Çoğuna kaza, bazısına cinayet süsü veririm. O boğaza geçen ip nasıl bağlanır, bir silah nasıl ateş alır, düşündükçe uyuşur beynim, uyuştukça uykuya dalarım. Bazen seviştiğimi de hayal ederim, fiziken en mümkün ve fakat en imkansız biriyle. Ama uyuşturmaz sevişmek hayalimi, uyandırır daha çok. Oysa kendimi tasarlayarak öldürme ve suçu bir kazanın üzerine atmak yorucudur bir hayli. Derken yanıma mendil satan bir çocuk geldi. Kendi temiz, mendilleri kirli. Bana ısrarla, ikinci el mendil satmak istedi. Bilgece bir hali vardı ama o bunu değerlendirmedi, ağzını her açtığında küfretti. Çocuk küfrettikçe kirlendi, çocuk kirlendikçe mendilleri temizleşti. Dur çocuk dedim, bana mendil değil adım lazım. Yürüyecek uzun bir yolum var ve bu mendil satan sümüklü bir çocuğun hikayesi değil, bir yol hikayesi. Çocuk kabul etti, tüm adımlarını bana bir liraya sattı. Az değil mi dedim, alıştım bir liraya satmaya dedi. Bak bu gözümü mesela geçen gün bir liraya satmıştım. Baktım üstü çamurla kaplı göz yuvasında göz yok. Ürperdim. Çocuk yere yığılmıştı adımsız kalınca. Yere yığılıca göremedim bir an. Sonra, Abi dedi çocuk, abi. Ha bire dürtüyordu tek gözlü çocuk. Ama tek gözlü değilsin sen dedim. Çocuk “ne? ” dedi. Gözüm acıyordu, yüzüm kanıyordu. Uyuyakalmışsın abi dedi. Evet, beynim uyuşmuştu benim, uyumuştum. Çocuk bana bir mendil verdi, kanayan yerlerimi sildim. Kalktım, çocuğa bir lira verip yola koyuldum, zira yolum uzundu. Eskiden aşk acısı, yemeğe katılan isot gibiydi, hayata tat verirdi, şimdi ise gözlerimi acıtıyor. İnsan yürürken ne çok şey düşünebiliyor. Buruşturup beynimin bir yerine tıktığım hatıralar önüme açılıyor, her biri yırtılmaz, yanmaz kağıttan yapılmış hatıralar. Biraz göz gezdirip yine tıkıyorum bir yere ya da tıkıyorum bir yeri. Hiç, nereye gittiğinizi bilmeden gittiniz mi? Ben çok gittim. Aslında siz de çok gitmişsimizdir, ama siz onlara zorlama bir hedef koyduğunuz için bir yere gittiğinizi sandınız. Mesela şimdi siz nereye gidiyordunuz? İnsanı en çok amaçsızlık mutsuz eder. Ama biz acıları sorumlu tutarız. Nereye gittiğini bilmeden yürürüz. Yorulduğumuz için mutsuz olduğumuzu düşünürüz. Oysa bizi mutsuz eden, hedefsizliktir. İnsan şu hayatta kum torbası gibidir. Sürekli dayak yer. Ama garip bir matematik peşindedir insan. Attığı dayaklardan çıkarır, yediklerini; ya da tam tersi. Kârlı çıkar bu hesapla, en azından kötünün iyisi. Mutlu insan, hedefi olan insandır, ama çocukken mutlu olan insandır aynı zamanda. Bunları düşündüm, adımlarımı tüketirken. Gözümdeki gerçeği hissetmedim kimi zaman, kimi zamansa her zamankinden daha fazla hissettim. Güneşe bakamadığım da oldu, gözlerimi dört açarak baktığım da. İnsan acıya unutarak katlanıyor. Gözümdeki gerçek kırıntısı da bunun kanıtı. O gerçek şimdi bir aşk, başkasının gözündeki gerçek belki başka bir şey. İnsan gerçekten kimi (neyi) sever? Sevdiğinin kendisini mi, sevdiğinde sevdiği şeyi mi? Yoksa bir sevgi açlığı vardır ve ilk en uygun kişiye karşı hissedilen duygu ile bu açlık giderilir mi? Elbette ikincisi ile beraber üçüncüsü. Ben onda neyi sevdiğimi düşünmektense onu sevmenin tadını çıkarmayı tercih ederdim. Ama dedim ya aşk acısı, artık yemeğe katılan acı gibi değil, hayata tat yerin dert katıyor. Yine de onu düşünmek güzel. Hayır, onunla sevişmeyi hayal etmekten bahsetmiyorum. Ne yalan söyleyeyim, sevişmeyi hayal etmek güzel, sevdiğin birini. Ama ona sarıldığımı, gözlerinin içine baktığımı, onunla sohbet ettiğimi hayal etmek de çok güzel. Ne acı ki, hayallerim de bile gözüme batan o gerçek kırıntılarından kurtulamadığım için hayallerimde bile canım acıyor. Yoruldum düşünmekten. Bir süre hiçbir şey düşünmeden yürüdüm. Sonra bir çocuk parkından geçtim. Parkın içindeki bir banka oturdum. Bir çocuğu salladım, bir çocukla tahterevallide oturup kalktım. Bir çocuğun sınav sorusunun cevabının a olduğunu söyledim. Bir süre düşünmedim, kafamın içindeki düşünceleri. Herkes gitti. Hava kararmıştı. Çimlere uzandım. Yıldızlara baktım. Yıldızlara neden bakıldığını düşündüm. “Koca evrende yapayalnızız” mıydı tema, yoksa “Koca evrernde küçücüğüz” mü? Hiçbirini düşünmeden baktım, boş bir duvara bakar gibi yıldızlara. Acıkmıştım, ama yorgunluğum ağır bastı. Uykuya dalarken gözümden gerçek düştü. Ne kadar küçükmüş, bana bunları yaşatan bu kadar küçük bir kırıntı mıymış diye düşünmedim. Biliyordum küçük olduğunu. İnsan hep büyük acılarla acılanmaz, ağlamaz biliyorum. Fırlatıp attım gerçeği, yine beni bir yerde bulacağını, bedenime gireceğini, canımı yakacağını bilerek. Çünkü ben ancak kendi canımı yakarım. Uyudum böylece. Yorgunluğun verdiği huzurla. Düşüncesiz, hayalsiz.
·
163 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.