Gönderi

Var mı bunu lügata bakmadan okuyacak bir babayiğit ?
Hicret-i Seniyyeleri'nin 11. yılı Reblülevvelinin 12. Pazartesi günü Resûl-i Ekrem efendimiz irtihal ederek Hazret-i Ebû Bekir es-Siddik makamı hilâfete geçmişti. Bu tarihi takip eden günlerde İslâm dininin o güne kadar görüp geçirdiği hayâti devirlerin en çetin bir safhası kaydedilmiştir. Resûl-i Ekrem'in yirmi üç sene devam eden müc1hede ve inkılâp hayatında teyid-i ilâhiye mazhar olan yüksek azim ve iradeleriyle her müşkil iktiham edilmiş ve tebliğ ettiği din-i mübînin intişarına engel olmak isteyen en azgın düşmanları da çiğnenerek bütun Arabistan âfâkında İslâm nuru dalgalanmaya başlamıştı. Bu geniş şibih-cezirenin 7 milyonu mütecaviz sekenesi onun nübüvvet ve risâlet sancağı altında toplanarak herkes bütün ilâhi duyguları, bütün insaní faziletleri onun mübarek simasında görüyor ve doğrudan doğruya kendisinden ilham alıyordu. Hâtem-i enbiyânın vefatı üzerine İslâm ümmeti onun hayır-hahane pîşvâlığından, onun nâzım şahsiyetinden mahrum kalmıştı. Bu muazzam kütle içerisinde hiç şüphesiz gönüllerine İslâm muhabbeti sinmeyenler ve kıyıda bucakta müterakkib-i fırsat olanlar da eksik değildi. İşte bir tarafta bu mahrumiyetin tesiri diğer tarafta o fırsat bekleyen erbâb-ı fesâdın kıyamlarıyla hilâfet-i es-Sıddik'ın ilk günlerinde cezîrenin her tarafında yer yer irticalar, irtidadlar baş göstermiştir. Yemâme'de Müseyleme, San'a'da Esved el-Ansi iddia-i nübüvvet ederek Yemen vesaire halkını izlâl ve iğfal eylemişlerdi. Bunlar nübüvvet-i Muhammediyye'yi inkâr ve bu yalancı peygamberlerin nübüvvetlerini kabul ederek aleni irtidad etmişlerdi. Bunların sahte nübüvvetlerine kapılmayan bir kısım halk da Câhiliye devrindeki kadim vaziyetlerine rücû eylemişlerdi. Ebû Hüreyre hadisinde bu irtica hadisesine işaret edilerek وكفر من كفر "Küfredenler, küfrettikleri sırada" denmekle bu mürtedler kastedilmiştir. Artık bunların demi heder ve katli våcıp olmuştu. Bunda mücib-i tereddüd bir cihet yoktu. Nasıl ki bunların üzerine sevkedilen iki ordu Müseylime'yi Yemâme'de Esved el-Ansi'yi de San'a'da kuvvetlerinin mühim bir kısmı ile öldürmüştür. Ehl-i irtidâdın ikinci bir kısmı var idi ki, bunlar risâlet-i Ahmediyye'yi kabul ediyorlar, namaz kılacağız diyorlardı. Fakat zekâtı ve zekâtın farz olduğunu inkâr etmişlerdi. Zekâtın imama yani devlet reisine vücûb-ı tediyesini kabul etmiyorlardı. Biz bu vergiyi Hazret-i Peygamber'in şahsına hürmet ederek ve mahall-i sarfina emin olarak veriyorduk. Artık şimdi veremeyiz demişlerdi. Bunlar hakkında ne muamele edileceği ashap arasında tereddüdü mücip olmuştu. Hatta ilmine, yüksek mevkiine hürmet edilen Hazret-i Ömer bile bu tereddütten kendisini kurtaramamıştır. Ve Hazret-i Ebû Bekir'e müracaat ederek, "Ey halife-i müslimîn! Cenab-ı Hakk'ı tevhid, risålet-i Muhammediyye'yi tasdik ve namazın farzıyetini kabul eden bir kimseye nasıl kılıç çekersin? Resûl-i Ekrem 'lâ ilâhe illallah' diyen kimse benden malını, canını muhafaza etmiş olur, buyurmadı mı?" diyerek bu şüphesini ortaya koymuştu. Hazret-i Ömer bu hususta nassın zâhirine bakıyordu. Nassın taalluk ettiği şerâiti düşünemiyordu. Gerek bu şerâiti gerek erbâb-ı irticâ ve irtidada iştirak eder mahiyette ortaya çıkan bir kıyamın tevlîd edeceği vahim âkıbetleri etrafıyla derpîş eden Hazret-i es-Siddik, bunları da bâgî addederek Hazret-i Ömer el-Fârûka cevaben, "Vallahi, salât ile zekât arasında bir fark görenlerle mukātele edeceğim! Namaz nasıl bedeni bir vazife ise zekât da o pâyede mali bir vazifedir. Her ikisi de hukuk-ı İslâmiyye'dendir. Yine Allah'a yemin ederim ki, Resûlullah'a verdikleri bir dişi oğlağı benden esirgeyenlerin elbette kafalarını koparacağım!" demiştir. Hazret-i es-Siddik, "Zekât mali bir haktır" sözüyle, "Kelime-i tevhidin mal, can masûniyetini istilzam etmesi, ancak şerait-i tevhid ve İslâm'ı ifaya muallaktır. Namaz, zekât gibi iki şarta muallak olan masûniyet hükmü bunlardan yalnız biriyle hâsıl olmaz" demek istemişti ve aynı zamanda zekâtı, namaza kıyas ediyordu. Çünkü namazdan imtina edenlerin irtidadı, icmâ-ı sahâbe ile müeyyed idi. Muhtelefün fih bir mesele, müttefekun aleyh bir meseleye kıyas ediliyordu. Hazret-i Ömer nassın umumuna nasb-ı nazar ederken halife kıyas ile ihticâc ediyordu. Hatta es-Sıddik'ın bu ihticâcından âmmın kıyas ile tahsis edilebileceği esası istifade edilmiştir. Ebû Bekir es-Sıddik'ın bu babdaki isabetini vak'ayı ispat etmezden evvel İbn Ömer in bilâhare şu rivayeti tamamıyla meydana koymuştur. Resûl-i Ekrem buyurmuştur ki: "Nas, 'la ilahe illallah Muhammeden Resûlullah' diye şehadet ederek namaz kılıp zekât verene kadar halk ile mukâteleye memurum." Hazret-i Ömer, oğlu Abdullah'ın bu rivayetine evvelce vâkıf olsaydı Hazret-i Sıddıka hiç müracaat etmezdi. Hazret-i Ebû Bekir de vâkıf olsaydı Hazret-i Ömer'e kıyas ile değil, hadisin bu şekl-i rivayeti ile cevap verirdi. İbn Ömer'in bu hadisine Şeyhaynın Vakıf olmamış bulunmalarından ehl-i hadis şunu istifade etmişlerdir ki, Resûl-i Ekrem'in havas ve mukarrebîninin bile vâkıf olmadıkları ahkâm ve ehådise ulemă-i sahâbe vakıf olurdu ki, İbn Ömer radıyallahu anhūmå da onların güzidelerindendir. Hazret-i Ebû Bekir'in nassan, delâleten ve kıyasen isabeti sabit olan ictihadına Hazret-i Ömer de iştirak ederek, Cenâb-ı Hak Ebû Bekir'in gönlüne bir küşayiş bahşederek ona mukâtelenin hak olduğunu göstermiştir demiştir. Hazret-i Ebû Bekir'in bu ictihadı İslâmiyet'i kati bir tehlikeden kurtarmıştı. Medine'ye kadar yaklaşmış olan mürtedlere ve mürtecilere karşı Medine'yi müdafaa ve muhafaza ile meşgul bulunduğu sırada Üsâme ordusu gelmişti. Bu muazzam ordunun ilhakıyla halife on bir kolordu tanzim ederek güzide kumandanlar idaresinde yer yer ehl-i irtidad üzerine sevketmiş ve bir sene zarfında cezîre dahilinde irtidad ve irticadan eser bırakmamıştır. Asr-ı saâdet'teki eski vahdet ve tesânüt tamamıyla temin edilmiştir. İnsanların kemali, yüksek azim ve iradesi asıl böyle buhran zamanlarında kendisini gösterir. İslâm dininin, İslâm ümmetinin hayat ve istikbalini kurtaran hiç şüphesiz Ebû Bekir radıyallahu anhın azim ve kiyaseti, metanet ve mukavemetidir. Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bu yâr-ı gârını ferdânın korkunç tehlikelerine karşı fütursuz, tereddütsüz, ani harekete geçecek bir seciyede yetiştirmişti (Radıyallahu anh)
Sayfa 299Kitabı okudu
·
66 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.