Gönderi

Susmak, şu kadarı açıkça görülüyor ki, hem onu uygulayana hem de muhatap olana derinden dokunabilir. Belki, "hissi" muhafaza etme, yani insanlar için olduğu gibi şeyler ve durumlar için de tipik olan ilişki ve bağlantılardaki bereketin değerini bilme kabiliyeti, konuşmadan da fazladır. Susmak, bu ilişki ve bağlantıları konuşmadaki gibi cümle cümle ayrıştırmaz. Sözdizimi (sentaks) ve anlambilimin (semantik) kurallarına uymaz, hele bir zamansal devamlılık zorunluluğuna hiç uymaz. Her söz zamanının bir çocuğudur, her kelime anlıktır, dile getirilmesiyle beraber geçmişe ait olur ve yeni bir şimdi'ye olan özlemi uyandırır. Hiçbir dil, susmanın her an onunla dopdolu olduğu o şeyin tamlığını ifade edemez. Insana çok dokunan kimi durumlar vardır ki, sessiz kalmak, "kendi içine dönmek", içsel konuşmalar yapmak ve kendi benliğinde ve onun etrafında neler olup bittiğine dikkat kesilmek, yerinde olabilir. Susarken insan tamamen kendiyledir. Konuşmayla döküp saçmadan toplayabilir duygularını ve düşüncelerini. Başka sesler bağıra çağıra günlük işlerini görürken uzun süre geride kalmış veya kendini işittirememiş daha hafif sesler, onunla konuşmaya başlarlar o zaman. Yüksek sesler, kendi sınırlılıklarını gizliden gizliye biliyorlardır tabii ki: O kadar gürültü çıkarmalarının nedeni budur. Hafif sesler ise, sükûnet saatleri olmasaydı fark edilemeyecek, sonsuz bir uzaklıktan konuşurlar. "Aynı zamanda sessiz de olmayan hiçbir yücelik yoktur," demişti bir vakitler Seneca (Vom Zorn,² 1, 21). Susma sanatının özü budur: Genişliğe alan bırakmak. Sessizliğin açtığı genişlik, insana kendi sonluluğunun darlığını unutturur; ki insanlar onları ezen, bunaltan o sonluluktan ötürü, "konuştuğum sürece yaşarım" düsturuyla, durmaksızın konuşurlar. Susanın deneyimi ise başkadır: "Sustuğum sürece, benim hayatımı aşan sonsuzluğun parçası olarak hissederim kendimi." Bunun insana dokunmasına izin vermek, sessizce bir şey okumakla da mümkündür.
·
37 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.