“Saf Gelin'in kim olduğunu bilmemelerine rağmen, kasaba gençlerinin, bir araya
geldiklerinde ondan söz etmemeleri görülmüş değildi. Birbirlerine, sabah akşam,
içleri gıcıklanarak Saf Gelin hikâyesi anlatırlardı.”
Saf Gelin on beş yaşına kadar, dünyanın bütün kötülüklerinden korunarak ve evde
nadide bir çiçek gibi saklanarak, hiçbir şeyden haberi olmadan yetiştirilen bir
kızmış. Babasıyla anası onun diğer çocuklarla oynamasına, dışarı çıkmasına,
böylece de kızlarla erkekler arasında geçen ayıp şeyleri öğrenmesine izin
vermemişler.
Saf Gelin on beş yaşındayken onunla evlenme mutluluğuna eren çoban Hasan da bu durumu biliyor ve kızın dünyalara bedel safiyetini korumak istiyormuş.
Evlendikleri gece, "Sana bir sır vereceğim Saf Gelin!" demiş karısına. "Ben senin gördüğün diğer insanlara benzemem." Saf Gelin merakla bakmış kocasının
yüzüne.
Hasan, "Bende, diğer insanlarda olmayan bir fazlalık var," demiş ve açıp
göstermiş. Saf kız,
"Aaa!" diye bağırmış, "Bu da ne böyle?"
Hasan, "Ne işe yaradığını sana göstereyim!" demiş ve o geceyi sabaha kadar Saf
Gelin'e, insan soyu içinde sadece kendisinde bulunan bu fazlalığın marifetlerini
kanıtlamakla geçirmiş. O güne kadar salak salak gezinen Saf Gelin'in yüzüne,
ertesi sabahtan itibaren, kurnaz bir gülümseme yerleşmiş. Kocasının kendisine
verdiği sırrı kimselerle paylaşmıyor, herkesi bilgiç bilgiç, hafif alaylı
bakışlarla süzüyormuş.
Bir-iki yılı böyle geçirdikten sonra Hasan'ın askerlik çağı gelmiş. Gitmeden
önce iki yıl ayrı kalacağı karısına sarılarak, döndüğü zaman kaldıkları yerden
devam edeceklerini anlatmış. "O zamana kadar uslu uslu bekle beni!" demiş.
“Hasan'ın askere gidişinden sonra Saf Gelin'in yüzü gülmez olmuş, gözlerine garip
bir hüzün yerleşmiş. "Ne oldu sana?" diyenlere "Hiç," diyormuş "Hasan'ımı
özledim."
Bir gün yine dalgın dalgın dolanırken Hasan'ın arkadaşı Mehmet gelmiş yanına.
"Saf Gelin," demiş, "kocası askere giden ilk kadın sen değilsin ki! Niye bu
kadar bitirdin kendini?" Saf Gelin, ona Hasan'ını hatırlatan Mehmet'e, "Ama o
kimselere benzemez!" demiş. Mehmet bunun üzerine nesinin benzemediğini sormuş.
Saf Gelin de saf ya; demiş ki, "Onun önünde, hiçbir insanda olmayan bir şey
var." Hasan'ın kurnazlığını anlayan Mehmet, "Saf Gelin," demiş, "o dediğinden
bende de var!"
Saf Gelin inanmamış, Mehmet'in yalan söylediğini düşünmüş, bunun üzerine Mehmet
ispat etmek için Saf Gelin'ı ıssız tarlalara sürükleyivermiş. O günden sonra da
Saf Gelin'le Mehmet'in geceleri, kaçamak buluşmalardaki bu kanıtlama çabasıyla
geçmiş.
Derken askerlik bitmiş ve Hasan bir gün çıkıp gelivermiş. Bir de bakmış ki Saf
Gelin'in suratı bir karış, kendisine hiç yüz vermiyor. "Ne oldu sana Saf Gelin?"
diye sormuş. "Sen yalancısın!" demiş Saf Gelin ona. "Hani o acayip şeyden yalnız
senin önünde vardı."
Hasan içinden "Eyvah!" diye geçirmiş. "Elden gitmiş bizim Saf Gelin!"
O "acayip şey"in başka kimde olduğunu sormuş. Saf Gelin ona Mehmet'i anlatmış.
Hasan ne yapsın; çaresizlikten hangi yalana başvuracağını düşünmüş düşünmüş ve,
"Bende iki tane vardı," demiş. "Birini ona verdim."
Bunun üzerine Saf Gelin yüksek sesli bir ağlama tutturmuş; feryada figana “başlamış. "Ne oldu?" diye sormuş Hasan. "Niye ağlıyorsun?"
Saf Gelin, Hasan'ın koluna bir yumruk atmış ve, "Niye iyisini ona verdin
Hasan'ım?" deyip kendinden geçmiş.”