Gönderi

Nur risaleleri'nin kaynağı
Nurşin'de bir müddet kaldıktan sonra Hizan'a döndü. Sonra medrese hayatını terkederek pederinin yanına geldi ve bahara kadar evde kaldı. O sırada şöyle bir rüya görür: Kıyamet kopmuş, kâinat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet sırat köprü sünün başına gidip durmak hatırına gelir: "Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim" der ve sırat köprüsünün başına gider. Bütün Peygamberân-ı İzam hazarâtını birer birer ziyaret eder, Peygamber Efendimizi de ziyarete mazhar olunca uyanır. Artık bu rüyadan aldığı feyiz, tahsil-i ilim için büyük bir şevk uyandırır. O rüyada mazhar olduğu bir hakikatı sonradan şöyle anladık ki: Molla Said, Hazret-i Peygamberden ilim talebinde bulunmasına karşılık, Hazret-i Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, ümmetinden sual sormamak şartıyle ilm-i Kur'anın talim edileceğini (öğretileceğini) tebşir etmişler (müjdelemişler). Aynen bu hakikat hayatında tezahür etmiş. Daha sabavetinde iken bir allâme-i asır (asrın en büyük âlimi) olarak tanınmış ve kat'iyyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan suallere mutlaka cevab vermiştir.(Tarihçe-i Hayat, 32) Bu rü'yalar, birbirine yakın ve birkaç gün zarfında görülmüş ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm içinde bulunduğu cihetle, rü'yayı sadıkadır. Çünkü, Hadisçe sabittir ki, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm görülen rüyada şeytan o rü'yaya karışamıyor. Bu rü'ya-yı sâdıkadan her biri, gerçi rüyadır, delil ve hüccet olamaz, fakat her birinin aynı mealde ittifakları, bir müjde veriyor ve Risale-i Nur'un makbûliyetine ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalātü Vesselâm'ın daire-i rızasında bulunduğuna bizlere kanaat veriyor. Ezcümle Birincisi: Risale-i Nur şäkirdlerinden Rıza görüyor: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, camide Ebu Bekir-is-Siddik Radıyallahu Anh'a emrediyor. "Çık hutbe oku" Ebu Bekir-is-Sıddîk koşarak minberin en yukarı basamağına kadar çıkar, hutbe okur. Hutbe içinde cemaate der ki: "Bu söylediğim hakikatların izahatı "Yirmidokuzuncu Söz"dedir..." İkincisi: Risale-i Nur'un şäkirdlerinden Osman Nûri diyor ki: Rüyamda, Şemail-i Şerife muvafik, nurani bir surette Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Ves selâm'ı oturduğu yere dayanmış bir vaziyette gördüm. Bu anda bir sada geldi ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bir yaveri geliyor. Kapılar birdenbi- re kendi kendine açıldı. Risale-i Nur nâşirlerinin Üstadı olan zat (Said Nursî) içeriye girdi. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, üstadımıza şefkatkârâne bir iltifat göstererek, dayandığı vaziyetten doğruldu. Ben de ağlayarak uyandım. Üçüncüsü: Risale-i Nur şakirdlerine köşkünü tahsis eden Şükrü Efendi'dir. Rüyada ona diyorlar ki: "Senin o köşküne Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Ves- selâm gelmiş." O da koşarak gidip, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı çok nuranî ve sürurlu bir halde bulup ziyaret etmiş. Dördüncüsü: Risale-i Nur şakirdlerinden Nazmi'dir. Rüyasında ona diyorlar ki: Risale-i Nur şakirdleri îmansız ölmezler, kabre îmanla girerler.(Sikke-i Tasdik-i Gaybı, 21,22.) ... Bu müjdenin bir müjdecisi bir sene evvel görülmüş bir rü'ya-yı sadıkadır. Şöyle ki: Isparta'da başımıza gelen bu hadiseden bir ay evvel bir zata rüyada (ona) deniliyor ki: "RESAİL-İN-NUR ŞAKİRDLERİ, İMAN İLE KABRE GİRECEKLER, İMANSIZ VEFAT ETMEZLER." Biz o vakit o rü'yaya çok sevindik.(Sikke-i Tasdik-i Gaybı, 102; Şualar, 564.) Abdulaziz Bayındır şöyle der: Said Nursî ile ilgili bu iddiaların gerçeklerle ilgisi olamayacağı açıktır. Zaten kendi el yazısı ile yazdığı özgeçmişine göre ilköğrenimden sonra Şeyh Muhammed Celâlî'nin ders halkasına katılmış, okunması âdet olan kitapları okumuş ve daha sonra Van'da 15 yıl kadar eğitim ve öğretimle meşgul olmuştur. Bu özgeçmiş, İstanbul Müftülüğü Arşivinde, Osmanlı ulemasına ait sicil dosyaları arasında iken daha sonra dosyanın içi, bilinmeyen kişiler tarafından boşaltılmıştır. Sadık Albayrak bunları evvelce yazıp neşrettiği için sadece onun kitabında bulunmaktadır. (Bak. Sadık ALBAYRAK, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul 1996, 4/271.) Tarihçe-i Hayatı'nda verilen bilgiye göre de; "önce sarf ve nahiv ile meşgul olmuş, İzhar'a kadar okumuş, sonra Şeyh Mehmed Celâlî'nin yanına gitmiş, her türlü ilme ait eserleri incelemeye koyulmuş ve İslâmî ilimlerle ilgili kırk kadar kitabı ezberlemiştir. Ayrıca Seyyid Nur Mehmed, Şeyh Abdurrahman-ı Tâği, Şeyh Fehim, Şeyh Mehmed Küfrevi, Şeyh Emin Efendi, Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah'dan da dersler almıştır." Bu sebeple, onun ilim hayatını üç ayda tamamladığı, sorulan her soruya tereddütsüz ve derhal cevap verdiği ve bu özelliğin ona rüyasında Peygamberimiz tarafından verildiği iddiası onu kutsallaştırma çabasından başka bir anlam taşımaz.(Abdulaziz Bayındır, Kur'an ışığında aracılık ve şirk, Süleymaniye vakfı yayınları, İstanbul 2006, 86-87.) İlmi tedrisen almadığını, ilminin kesbî olmadığını söyleyen ve fakat buna rağmen çok büyük iddialarda bulunan kişinin artık başvuracağı yol, ilminin vehbî olduğunu iddia etmektir. Tarihçe-i Hayat'ta Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, Said Nursî'ye rüyasında, ümmetine soru sormaması şartıyla ilm-i Kur'an'ın öğretileceğini müjdelediği iddia edilmiştir. Said Nursî, rüyaların delil ve hüccet olmadığını belirtmesine rağmen(Lem'alar, 17.), Kur'an ilminin kendisine Hz. Peygamber tarafından rüyada verildiğini söylemektedir. ve hüccete dayanmayan Delil bir yolla, Kur'an ilmi öğrenilemez, elde edilemez. Elde edilen bir şey varsa da bu, ilim olarak vasıflandırılamaz. İslâm, ilim edinme yollarını, bilgi kaynaklarını göstermiştir. Said Nursî bununla da kalmamış, hüccet teşkil etmeyen bu rüyaları, Nur Risaleleri'nin makbuliyeti (!) ve Hz. Peygamber'ın bu risalelerden rızası (!) gibi büyük iddialarının da delili olarak göstermiştir. Onun bu iddiaları tıpkı, çurük bir temelin üzerine sağlam bir ev inşa ettiğini ileri suren birinin iddiasına benzemektedir. Şimdi, Hz. Peygamber (sav)'in rüyada görülme meselesini ele alalım: O buyurmuştur ki: "Rüyasında beni gören, (hak olarak) beni görmüştür, çünkü şeytan ben(im suretim)le hayale giremez."(Buhârî, Ta'bir, 10/13.) "Beni rüyada gören, hakikaten görmüştür, çünkü şeytan benim şeklime giremez."(Müslim, Rü'yâ, 1/10.) Merhum Mevdudî der ki: Bu hadis-i şerifin izahı şöyledir: Bir kimse, Hz. Peygamber'i kendi şekli ve sureti ile görürse, gerçekten Hz. Peygamber'i görmüş olur. Çünkü şeytana Hz. Peygamber'ın şekline girerek birini aldatabilme gücü verilmemiştir. Bu açıklamayı Muhammed b. Sirin yapmıştır. İmam Buhari onun şu sözünü nakletmektedir: "Peygamber'i rüyada görmek, kişinin onu ancak hayatında vasıflandığı sureti üzere gördüğü zaman gerçekleşir."(Buhârî, Ta'bir, 10/12.) Allame Ibn Hacer, sağlam senetlerle şöyle rivayet etmektedir. Bir kimse İbn Sirin'e, "Ben rüyamda Hz. Peygamber'i gördüm deyince" ne şekilde, ne biçimde gördüğünü sorardı. O kimse Hz. Peygamber'in şekil ve şemailine uymayan bir biçim söylerse, İbn Sirin ona: "Sen Hz. Peygamber'i görmemişsin" derdi. İbn Abbas'ın tutum ve davranışı da aynıydı. Nitekim Hâkim, senediyle bunu nakletmiştir. Doğru su şu ki: Hadisin sözleri de bu manayı tevsik ve ispat etmektedir. Bu hadisin sahih senetlerle nakledilen sözlerinin hepsinden anlaşılan şey, şeytanın Hz. Peygamber'in şekline giremediğidir. Yoksa herhangi bir şekle girip insanı Hz. Peygamber'i gördüğünü zannettirerek aldatması değil. (Ebu'l-Alâ el-Mevdûdî, Resâil ve Mesâil: meseleler ve çözümleri, çev. Yusuf Karaca, risale yayınları, İstanbul 1990, 4/9-10.) Bu konuda, birçok âlimin görüşü bu minval üzeredir. Şeyh Alaaddin der ki: Demek ki, sahih olan rüya Resulullah'ın sahih bir nakille sabit olan suretini görmektir. Şayet, biri bu suretten başka bir surette Resulullah'ı rüyasında gördüğünü zannederse; o, Resulullah'ı görmemiştir. (Şeyh Alaaddin, İmam nebevi'nin fetvalarının şerhi, çev. Abdulbari Polat, Kahraman yayınları, İstanbul 1988, 342.) Bazı kimseler, "Eğer şeytanın hilesinden korunmak, Hz. Peygamber'i sadece kendi asıl şekli ile görülmesi şartına bağlı olsaydı, o zaman bu koruma, ancak sağlı ğında Peygamber'i görmüş olan kişiler için mümkün olurdu. Daha sonraki dönem- lerde gelen kimseler, rüyalarında gördükleri şahsın suretinin Hz. Peygamber'e veya başka bir kimseye ait olduğunu nasıl bilebilirler?" diye soruyorlar. Böyle bir sorunun cevabı şudur. Daha sonraki dönemlerde gelen kimseler, rüyalarında gördükleri şahsın Hz. Peygamber olduğunu tam bir güvenle söyleyemezler. Ama rüyalarının mana ve konusunun Kur'an-ı Kerim ve Sünnetin bildirdiklerine uyup uymadığını kesin olarak bilebilirler. Eğer bu rüya, Kitap ve Sünnete uygunluk gösteriyorsa, o zaman gerçekten rüyasında gördüğü kimsenin Hz. Peygamber olması ihtimali çok daha fazladır. Çünkü şeytan bir kimseye doğru yolu göstermek için değişik şekle giremez.(Mevdudi, meseleler ve çözümleri, 4,/10_11.) İmam Maziri, bu hadisin açıklamasında şöyle der: Bazen bir kimse hayal ettiği bir şeyi görür gibi olur. Çünkü hayal ettiği şeyin ådeta gördükleri ile bir bağlantısı vardır... Bir kimse rüyasında Peygamber'in, kendisine katli haram bir kimseyi öldürmesini emir buyurduğunu görse; bu, hayal edilen sıfatlardan olur, görülen şey değildir. (Bak. Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim tercüme ve şerhi, Sönmez neşriyat, İstanbul 1977, 10/26_27.) Ayrı konu hakkında Mevdudî de şunları söylemiştir: Eğer bir kimse rüyasında Hz. Peygamber'i görse de, ondan herhangi bir emir alsa veya bir şeyi o kimseye men etse ya da din konusunda ondan bir çeşit işaret ve ima yollu bir şey görse; o gördüğü, duyduğu şeylerin Kitap ve Sünnette benzerini görmeden onlara uyması, uygulaması caiz değildir. Allah Tealâ ve Peygamberi, din konusunda, bizi rüyalara, ilham ve keşiflere bırakmamış, hakkı ve batılı, doğruyu ve yanlışı pırıl pırıl bir Kitap ve senetli, delilli bir Sünnet içinde önümüze koymuştur. Eğer gördüğünüz bir rüya veya keşif yahut ilham, Kitap ve Sünnete uygun ise, o zaman Peygamber'i görmeyi nasip etti diye veya keşif ve ilham nimetini lütfetti diye Allah'a şükrediniz. Ama o gördüğünüz rüya, Kitap ve Sünnete ters ve aykırı ise, o zaman da onu reddederek, böyle deneme ve imtihanlardan koruması için Allah'a yalvarınız. Bu inceliği anlayamamaktan dolayı pek çok kimse, dalālete düşmüş ve düşmeye devam etmektedir. Bizzat tanıdığım bazı kimseler rüyalarında, inandıkları sapık bir mezhebin kurucusuna Hz. Peygamber'in iltifat ettiğini veya onu desteklediğini gördüklerini zannettiklerinden dolayı, o sapık mezhebe bağlanmışlardır. Eğer onlar, rüyada gördükleri herhangi bir insan şeklinin Hz. Peygamber olamayacağı ve Hz. Peygamber'i gerçekten rüyada görmek nasip olsa bile, onunla dini bir hüküm elde edilemeyeceği gerçeğini bilmiş olsalardı, böyle bir sapıklığa düşmezlerdi.(Mevdudi, Meseleler ve çözümleri, aynı yer.) Hz. Peygamber (sav) buyurmuştur ki: "Rüya üç türlüdür.... Üçüncüsü: Kişinin kendi kendine konuştuğu (düşündüğü) şeylerden meydana gelir..."(Müslim, Rü'yâ, 6.) İbn Mace'nın sahih bir senetle rivayet ettiği hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Rüya üç çeşittir... Rüyaların bir kısmı da insanın uyanık iken arzulayıp azmettiği, sonra da uykusunda gördüğü şeydir...(İbn Mâce, Ta'bir, 3/2907.) Risale-i Nur şakirtlerinin gördükleri rüyalar, muhtemelen bu kabildendir. Çünkü Said Nursî ve talebeleri; Said Nursî ve Nur Risaleleri için Allah'ın Kitabından, Resulün hadislerinden, tabiat olaylarından, hatta gündelik basit olaylardan bile çeşitli şekillerde işaretler, remizler, imalar, tevafuklar, tebşirler... çıkarabilmek için akla hayale gelmeyecek yorumlara başvurmuşlardır. Dolayısıyla gerek Said Nursî gerekse talebelerinin şuuraltlarındakı bu konularla rüyalarında da meşgul olmaları kuvvetli bir ihtimaldir. Hz. Peygamber'ı güya Said Nursî'ye saygısından, dayanmış bir vaziyetteyken doğrultan; Hz. Ebu Bekir (ra)'e Peygamber'ın huzurunda ve onun emriyle okuduğu hutbedeki hakikatlerin "Yirmidokuzuncu Söz"de izah edildiğini söylettiren... bu rüyaların sadık ruya olmasına imkân yoktur, bunlar adgas-ı ahlâmdan ibarettir. Said Nursî ve talebelerini yalancılıkla itham etmemekle beraber, Hz. Peygamber'in şu hadislerini de hatırlatmak yerinde olacaktır. "Görmedığı bir rüyayı gördüğünü iddia ederek yalan söyleyen, (kıyamet günü) iki arpa tanesini birbirine duğümlemekle mükellef kılınır ve bunu yapamamasından dolayı ona azap edilir."(İbn, Mâce, Ta'bir, 3/2907.) "Benı ruyada gören, hakikaten görmüş olur. Zira şeytan, benim suretimle temessül edemez. Bir de, benim üzerime bilerek yalan uyduran, cehennemdeki yerine hazırlansın!"(Buhârî, ilim, 39/51.) Gerçekten Peygamberimizi rüyasında görmeyen kimsenin, gördüğünü iddia edip rüyasından bütün naklettikleri, hadis uydurmakla ayrı hükümde olup bu kişi anlattıkları ile, kendisini yukarıdaki hadiste belirtilen vaid'e dâhil etmiştir. Allah bizleri korusun. Bütün bu aktardıklarımız göstermektedir ki, Said Nursî ve şakirtleri davalarını ispat edebilmek için birtakım rüyalara sığınmışlardır. Bunlara tabi olanların birçoğu da, rüyalarında gördükleriyle hareket edip bunlara inanımış ve arkalarından gitmişlerdir. Anlatılan bu rüyaların Nur Risaleleri'nde uzun uzun zikredilmesi tesadüfi değildir. Zira bu çeşit rüyalar, insanları aldatmada kullanılan en yaygın vesiledir.
Sayfa 31 - Süleymaniye vakfıKitabı okudu
·
1 plus 1
·
287 views
Ciحaن Oruç okurunun profil resmi
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ Böylece her peygambere insanların ve cinlerin şeytan olanlarını düşmanlar kıldık. Bazısı diğer bir kısmını aldatmak için sözün yaldızlısını vahyeder/fısıldar. Şayet Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. (Öyleyse) onları uydurdukları iftiralarıyla baş başa bırak. (6/En'âm, 112)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.