Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Said Nursi'nin her suale cevabı varmış(mış).
HER SUALE CEVAP VERMEK, HİÇ KİMSEYE SORU SORMAMAK Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi. Bilmez ki sorsun, bilse sorardı. Atasözü "Herhangi ilme sorulan suale bila-tereddüd derhal cevap verirdi."(1) "Sorulacak suallere cevap vermeye hazır bulunduğu gibi kimseye sual sormayacağını da beyan ederek bu kararda yirmi sene sebat etti."(2) Hiçbir ulemadan soru sormazdı. Yirmi sene daima mûcib kaldı (cevap verdi). Bu hususta kendileri derlerdi ki: "Ben ulemanın ilmini inkar etmem. Binaenaleyh kendilerinden sual sormak fazladır. Benim ilmime şüphe edenler var ise sorsunlar onlara cevap vereyim. Şu halde sormak şüphe edenlerin hakkıdır."(3) Said Nursî kırk sene evvel İstanbul'da iken, "kim ne isterse sorsun" diye, harikulāde bir ilânat yapmıştır. "Böyle had ve hududu tâyin edilmeyen, yani "şu veya bu ilimde veya mevzuda, kim ne isterse sorsun" diye bir kayıt konulmadan ilânat yapmak ve neticede daima muvaffak olmak; beşer tarihinde görülmemiş ve böyle ihatalı ve yüksek bir ilme sähip böyle bir İslâm dâhisi, Asr-ı Saadet müstesna şimdiye kadar zuhur etmemiştir."(4) "O Zât-ı zihavarık (harikalar sahibi zat); daha hadd-i bülüğa ermeden bir allame-s biadil (dengi olmayan bir allame) halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumus. münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskat etmiş (ustin gelip susturmus), her nerelle olursa olsun vāki olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve asla tereddüd etmeden cevap vermiş, ondört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ne beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve teveccühlerindeki derin feraset ve baslivet be nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtımış ve hakkıyle "Bediüzzaman" unvans celllini bahşettirmiştir."(5) "İstanbul'daki ikametgahının kapısında bir levha asılı idi. Burada her müşkil halledilir, her suale cevap verilir, fakat sual sorulmaz."(6) "...o rüyada mazhar olduğu bir hakikatı sonradan şöyle anladik ki. Molla Said, Hazret-i Peygamberden ilim talebinde bulunmasına karşılık, Hazret-i Resul- Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, ümmetinden sual sormamak şartiyle ilm-i Karanın tâlim edileceğini tebşir etmişler. Aynen bu hakikat hayatında tezahür etmiş. Daha sebavetinde iken bir allame-i asır olarak tanınmış ve kat'iyyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan bütün suallere mutlaka cevab vermiştir."(7) Hz. Peygamber (s.a.v.) bile böyle mutlak bir iddiada bulunmamıştır. İmam Buhari, Sahih'inde İtisam Bölümünün 8. Babını "Peygamber kendisine vahiy indirilmeyen konularda sual sorulduğunda 'Bilmiyorum' der yahut kendisine o konuda vahiy indirilinceye kadar, o soruya сечар vermezdi. Peygamber (sav.): 'Biz sana Kitabı hak ile indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği biçimde hüküm veresin, hainlerin savunucusu olma!' (Nisa, 4/105) kavlinden dolayı, rey ile de kıyas ile de söz söylemezdi." şeklinde isimlendirmiştir. Hemen ardından da İbn Mesud (ra)'un şu sözünü rivayet etmiştir. "Peygamber (sav)'e ruhtan soruldu da, o konuda ayet indirilinceye kadar sükût etti." Nitekim aynı bapta, Cabir b. Abdullah (ra)'in Hz. Peygamber'e bir soru sorduğu ve o konuda ayet ininceye kadar Resulullah'ın hiçbir cevap vermediği de rivayet edilmiştir. Bu konuda birçok hadis vardır. Örneğin; Resulullah ﷺ : "Uzeyr'in peygamber olup olmadığını bilmiyorum, Tübbeu'nun mel'un olup olmadığını bilmiyorum. Zülkarneyn'in peygamber olup olmadığını bilmiyorum." buyurmuştur."(8) Cübeyr b. Mut'ım (ra) dedi ki: Bir adam Resulullaha ﷺ: - Ey Allah'ın Elçisi! Allah, nereleri daha çok sever, nerelere daha fazla öfkelenir? dedi. Resulullah ﷺ: - Bilmiyorum, Cibril (as)'e sorayım, buyurdu. Bunun üzerine Cibril ona gelerek: Allah'ın en çok sevdiği yerler mescitler, en fazla öfkelendiği yerler de çarşılardır, haberini verdi."(9) İbn Mace de Sünen'inin Mukaddime'sinde Reyden ve Kıyastan Kaçınma Babı açmıştır ki, muradı Kitap ve Sünnete dayanmayan şahsi arzulardan kaçınmak gerektiğini beyandır. Hemen her hadis kitabında bu anlamda bir bölüm vardır. İşte mezkur bapta rivayet edilen bir hadis: "Şüphesiz Allah Teala, ilmi insanlara ihsan ettikten sonra (hafızalardan) zorla söküp almaz. Lakin insanlardan ilmi, bilgileriyle beraber âlimlerin ruhlarını kabzetmek suretiyle alır. Artık geride birtakım cahil insanlar kalır. Onlara halk tarafından dinî sorular sorulur, onlar da şahsi rey ve arzuları ile cevap verirler ve böylece hem halkı dalalete sürükler hem de kendileri saparlar."(10) Bir keresinde Resulullah (sav.)'a hoşlanmadığı bazı şeyler soruldu. Sahabiler bu soruları çoğalttıklarında Resulullah öfkelendi ve: "Bana istediğinizi sorun!" buyurdu.(11) Resulullah'ın öfkelenmesinin sebebi, kendisine yöneltilen soruların "Babam kim?", "Deven nerede?" gibi sorular olmasıydı. "Bana istediğinizi sorun" cümlesi, Resulullah'tan işte böyle bir hâldeyken sâdır olmuştur. Yoksa Said Nursî'ninki gibi her soruya mutlak olarak cevap verme iddiası olmamıştır. Kaldı ki, kendisi Allah'ın Resulüdür, vahiyle muhataptır Allah'ın bildirmesiyle kendisine sorulan sorulara cevap verebilir. Resulullah'ın bile böyle bir iddiası olmadığı hâlde, Said Nursi nasıl olur da her soruya cevap verir, üstelik "tereddüt etmeden" ve "mutlak bir isabetle"?.. Her soruya cevap verme iddiası bir yana, âlimlik iddia etmek bile zemmedilmiştir. Nitekim İbn Ömer (ra.) demiştir ki: Resulullah ﷺ'in : "Ben âlimim' diyen, cahildir." dediğini kesin olarak biliyorum.(12) Abdullah Ibn Mesud (ra.) demiştir ki: "Ey insanlar, Allah'tan korkun! Sizden bir şey bilen, bildiğini söylesin. Bilmeyen de 'Allah bilir' desin. Zira sizden birinizin bilmediği bir şey için 'Allah bilir' demesi de ilimdir..."(12) İmran b. Hıttan şöyle demiştir: "Ben, Aişe'ye ipek(li giyinmek) hakkında sordum. Aişe: - İbn Abbas'a git, ona sor, dedi. İbn Abbas'a gidip ona da sordum. O da bana: - İbn Ömer'e sor, dedi. Ben de gidip İbn Ömer'e sordum..."(13) Aişe ve İbn Abbas (r.anhum) sahabenin âlimlerinden olmalarına rağmen, sorulan her soruya hemen cevap vermemiş, soru soranı başkasına yönlendirmişlerdir. Şureyh b. Hânî mestlerin üzerine mesh meselesini sorunca, annemiz (ranha) yine cevap vermemiş ve şöyle demiştir: "İbn Ebu Talib'e git de ona sor! Çünkü o, bunu benden daha iyi bilir. O, Resulullah (s.a.v.)'la birlikte sefer ediyordu."(14) İmam Gazalî şöyle der: Ahiret âlimlerinde aranan diğer hususiyetlerden biri de, sorulduğunda fetva vermekte acele etmemek, ağırdan almak ve kurtuluş yolunu aramak için çekingen davranmaktır. Eğer, sorulan her suali, Kur'an veya hadisin sarahatinden, icma veya kıyastan biliyorsa cevabını verir, yok eğer şüphe ettiği bir şeyden sorulmuşsa: "Bilmem" der. Eğer, kendi içtihat ve tahmini ile zannettiği bir şeyden soruluyorsa ihtiyati tedbir olarak, varsa daha iyi bilene havale eder. Akıllılık, bu anlattığımızdır. Çünkü içtihat tehlikesini yüklenmek büyük iştir. Haberde şöyle gelmiştir: "İlim üçtür: Konuşan Kitap, yerleşen Sünnet ve üçüncüsü de 'Bilmem' demektir." (Ibn Máce, Abdullah b. Ömer'den) Şabî diyor ki: 'Bilmem' demek, ilmin yarısıdır. Bilmediğinde Allah için sükût edenin alacağı mükafat, konuşandan az değildir. Zira bu, nefse en ağır gelen cehaleti kabul etmektir. Sahabenin ve ilk âlimlerin davranışı böyle idi. Abdullah b. Ömer'den fetva istendiği zaman: İnsanların işlerini boynuna alan şu emîre git de, bu meseleyi onun boynuna geçir, derdi. İbn Mesud: İnsanların her sualini cevaplandıran, ahmaktır, derdi. Yine İbn Mesud: Alimin kalkanı "bilmem"dir. Eğer kalkanı kullanmakta hata ederse, hasmının silâhına hedef olur, demiştir. İbrahim b. Edhem diyor ki: Şeytanın en çok gücüne giden şey, âlimin bazı meselelerde konuşup bazılarında sükût etmesidir. Şeytan der ki: "Şuna bakın, bunun bu sükûtu yok mu, konuşmasından benim için çok daha fenadır." ... Bazıları da: Hakiki älime bir mesele sorulduğunda cevabın çetinliğini dü şünerek, dişi yeni çekilen adamın vaziyetini alır, demişlerdir. İbn Ömer (r.a.): Üzerimizden geçip cehenneme gitmek için bizi köprü yapmak mı istiyorsunuz? derdi. Ebu Hafs Nisaburi: Hakiki âlim, suali cevaplandırırken, kıyamette "Bu cevabı nere- den buldun" diye sorulacağından korkan zattır, demiştir. İbrahim-i Teymî kendisine bir mesele sorulduğu zaman ağlar ve: Başkasını bulamadınız da, bana mı muhtaç oldunuz? derdi. Ebu'l-Aliye, er-Riyahî, İbrahim b. Edhem ve Süfyan-ı Sevri ancak iki- üç kişi veya bunu geçmeyen kimseyle konuşurlar ve cemaat çoğalınca dağılırlardı... İbn Ömer on meseleden sorulsa, dokuzuna sükût eder de ancak birine cevap verirdi. İbn Abbas (r.a.) dokuzuna cevap verir, yalnız birinde sükût ederdi. Fakihlerin "Bilmem" dedikleri, "Bilirim" dediklerinden çok fazla idi. Süfyan-ı Sevri, Malik b. Enes, Ahmed b. Hanbel, Fudayl b. İyaz, Bişr b. Haris bunlardandır. Abdurrahman b. Ebu Leyla diyor ki: Bu mescitte (Medine Mescidi) Resul-i Ekrem'in ashabından 120 tanesine yetiştim. Hepsi de kendilerine bir mesele sorulduğunda veya bir fetva istendiğinde, bunu başkalarına havale eder ve cevap vermek istemezlerdi. Hatta birine bir şey sorulduğunda, onu diğerine havale eder, havaleden havaleye tekrar kendine gelirdi, kimse cevap vermek istemezdi... Bir de şimdiki alimlere bak da, işlerin nasıl tamamen tersine döndüğünü gör. Çünkü şimdi kaçınılması gereken aranıyor, aranması gerekenden kaçınılıyor.(12) İmam Şafii dedi ki: Ben, İmam Malik'e kırk sekiz meseleden sorulup da, otuz iki tanesine "Bilmiyorum" diye cevap vermiş olduğunu biliyorum.(13) Hiç kimseye soru sormamanın hükmünü de yine äsârdan araştıralım: Her şeyden önce Allah'ın Kitabı sormayı emretmektedir: "Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorunuz!" (Nahl, 16/43) İlim öğrenmenin fazileti hakkında o kadar çok hadis vardır ki, onları burada nakletmek mümkün değildir. İsteyenler hadis kitaplarının "İlim" bölümlerine baksınlar. Sadece soru sormak hakkındaki rivayetlerin birkaçını nakledelim: "İlim hazinedir, anahtarı ise sualdir. O hâlde sorunuz ki, Allah da size rahmet etsin. Böylece sualle dört sınıf ecir kazanır: Soran, öğreten, dinleyen ve bunları seven."(14) "Ulemadan sor!.."(15) Cabir b. Abdullah (ra.)'tan rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v.), yanlış fetva verip arkadaşlarının ölümüne sebep olanlar için buyurmuştur ki: "Onu öldürdüler. Allah da onları öldürsün! Bilmediklerini sorsalardı yal Cehaletin şifası ancak sormaktır..."(16) İmam Gazali, bu konuda da şöyle demektedir: Süfyan-ı Sevri, Askalān şehrine gitti. Orada bir müddet beklediği hålde, kendisine bir şey soran olmayınca, "Bu diyarda ilim ölmüş, artık benim beklememe lüzum yok, vasıta temin edip gideyim" dedi. Şüphesiz böyle demesi, öğreticiliğin üstün değer ve faziletine hevesi ve ilmin devamını sağlamak arzusundandı. Ata, "Said b. Müseyyeb'i ziyaret ettim ve kendisini ağlar gördüm. Sebebini sorduğumda, kendisinden bir şey sorulmadığı için ağladığını söyledi" demiştir.(17) Hz. Musa (as)'ya "İnsanların en âlimi kimdir?" diye sorulduğunda, "Benim" demişti. İlmi ('Allah, en iyi bilendir diyerek) Allah'a havale etmediğinden dolayı, Allah onu kınayıp azarladı ve ona "Senden daha âlim, kulum Hızır vardır" diye vahyetti. Musa, onu bulmak için yollara düştü. Ona sorular sordu(18). İşte "ulu'l-azm" bir resulün bile bu konudaki hali böyleydi... Yaşar Kutluay, Mezhepler Tarihi Yönünden Said Nursî ve Nurculuk başlıklı makalesinde der ki: Said Nursi, çok küçük yaşta ilen ilahi bir lütuf ile bütün ilimleri hemen öğrenmiş, hayatında hiç sual sormayıp yalnız suallere cevap vermiştir. Bu da Şii imamlara has bir özelliktir. 1- Tarihçe-i Hayat, 34; İctimâi Reçeteler l, 11. 2- Tarihçe-i Hayat, 37; İctimâi Reçeteler l, 14. 3- içtimai reçeteler l, 23-24; tarihçe-i Hayat, 44. 4- Sözler, 702. 5-Tarihçe-i Hayat, 579, Şuälar, 524. 6-Tarihçe-i Hayat, 47. 7-Tarihçe-i Hayat, 32. 8- Ebû Dávud, Sünnet, 14/4674. 9- Abdülazîm b. Abdelgani b. Abdillah, Ebû Muhammed Zekiyyuddîn el-Munzirî, et-Tergîb ve't- Terhib: Hadislerle İslám, çev. Heyet, Hikmet Yayınları, İstanbul 1989, 1/329. Hadisi Ahmed, Ebû Ya'lâ, Hâkim ve Bezzâr rivayet etmişlerdir. Lafız Bezzar'ındır. Hâkim: Hadisin isnadı sahihtir, dedi. Ayrıca bazı değişikliklerle Taberânî ve İbn Hibbân da rivayet ettiler. 10- İbn Mace, İ'tisâm, 3/22. 11- Buhari, İ'tisâm, 3/22. 12- Gazâlî, İhyâ, 1/177-180. 13- Gazâlî, İhyâ, 1/72. 14- Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi, Râmûz el-Ehadis, çev. Abdülaziz Bekkine, Milsan 1982, 1/223. Hadisi Ebû Nuaym, er-Rafii ve İbn Asäkir rivayet etmişlerdir. Râműz, 1/295. Hadisi Hakim rivayet etmiştir. 15- Ebû Dâvud, Tahåre, 125/336. Hadisin ravilerinden Zübeyr b. Harik'in kuvverli olmadığını Därekutni söylemiştir. İbnü's-Seken ise, bu hadisi sahih görmüştür. (Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları, İstanbul 1982, 2/244.) Hadis, Abdullah b. Abbas (ranhuma) tan da rivayet edilmiştir. (Ebû Dâvud, Tahare, 125/337; Ibn Mace, Tahäre ve Sünenihâ,93/572.) Isnadırın munkatı olduğu Zeváid de belirtilmiştir. Beyhaki de, hadisi müteaddit tariklerden rivayet ederek, onun zayıf olduğunu söylemiştir. (Hatipoğlu, age, 2/243-244.) 17- Gazâlî, İhyâ, 1/37. 18- Buhârî, Tefsîr, 196/246.
Sayfa 56 - Süleymaniye vakfıKitabı okudu
·
2 artı 1'leme
·
280 görüntüleme
Ciحaن Oruç okurunun profil resmi
İki gündür çok sayıda nurcu (bir kaçı hariç) tarafından Kemalistlerden daha şedid ve bağnaz bir üslupla mesajlar alıyorum. Pezevenk, alkolik, zındık, kâfir, nasipsiz, embesil vb. Yaptığı yakistirmaları Allah'a havale ediyorum. Savundukları üstadları Sait Nursi, Hz. Muhammed ﷺ'in erisemedigi kerametlere ve ilimlere kendine izafe ediyor. Allah'ım kimseyi şuursuz yapmasın. Hidayet nasip etsin.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.