Gönderi

112 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 9 hours
Bu inceleme başıma neler getirir bilmiyorum ama biz bizeyiz nasılsa diyerek başlıyorum. Kitap gerçek bir karakteri ele alıyor: Fernand Iveton. Giyotinle kafası gövdesinden düşmeden birkaç dakika evvel şu sözleri sarf ediyor: "Ben öleceğim," diyor "Ben öleceğim ama Cezayir bağımsız olacak." Ölüm olağandır. Ölüm, gerçek manada reddedilmesi olanaksız bir olgudur. Fakat ölüm bazen sözlükteki anlamına karşılık gelmez. Bunu 57 senesinde ölen Fernand da kanıtlıyor. Bir dava uğruna yaşamını kaybetmiş hiçbir yaratılmışı ölü olarak göremiyorum. Benim bugün benimsediğim fikirler uğruna yaklaşık yüz sene önce can veren biri, hatta ondan önce de onun fikirleri uğruna ölen birileri vardı. Bu durum insanda devam etme isteği uyandırıyor. Hiçbir şey yapamamış olmanın acısıyla kıvranan biri olarak en azından seneler öncesindeki bir adamın fikirlerini ya da davasının bir parçasını yaşatmak, kıvranmalarımı azaltıyor. Bu bile fikirlerin kurşun geçirmediğini veya giyotinin yalnızca kan akışını durduran zalim ve aptal bir düzenekten fazlası olmadığını gösterir. Gelgelelim tarih yüz kızartıcı binlerce olay doğurdu, daha binlercesine de gebe. Fernand'ın ölümü de Fransa için bir utanç kaynağı. Bu durum okuduğum bu kitapta ve olay yaşandıktan yıllar sonra yazılan makalelerde böyle geçiyor. Hep böyle olur; kör ölünce badem gözlü olur. Çok uzağa gitmeye gerek yok, Türk edebiyatında da örneklerini şu an en çok okunan yazarlar arasında olan çoğu sanatçımızdan verebiliriz. Çoğunuzun yalnızca aşk satırlarını, benlik sorunları içeren satırlarını paylaştığınız çoğu yazar ideolojileri uğruna sürgüne gönderilmiştir ya da fazlası. Dediğim gibi bunu görebilmek için sadece en çok okunan yazarlara ve hayatlarına göz atsanız kâfi. "Fernand'ı ilk defa böyle her yanı kasılmış, ağlamaktan yıpranmış gözleriyle söyleyecek kelime bulamayan bir halde görüyor." S.93 Hélène, kocasını arkadaşı Henri'nin ölümünden sonra böyle görüyordu. Bu alıntıyı "başka hayatlar fakat aynı yaşamlar" başlığı altında paylaşmamın özel bir nedeni var. Bu durumu bizzat kendim de yaşadım. Aynı şekilde arkadaşını kaybettiği an babam da bu durumdaydı. Onu bu hâlde görmek yıkıma uğratmıştı beni. Bağdaştırabileceğim daha birkaç satır vardı fakat aralarında en çok yüreğim üzerine oturup rahatsızlık veren buydu. Kitabın içeriği hakkında yazılanlar yazılmış fakat ben Andras'ın akıcı üslubundan da söz etmek istiyorum. Kelimeleri öyle karman çorman yapmamış, söz oyunlarına çok az yanaşmış ama yanaştığı yerlerde de kalbime dokunmuş. Onu şu an bu incelemeyi yaptığım odada oturduğunu göreli on bir gün geçti. Konuşmakta zorlanmıştım çünkü ingilizcem ona fikirlerimi anlatacak kadar gelişmiş değildi. Yine de birkaç konu hakkındaki tutumumu(zu) anlıyordu ve bu beni mutlu etti. Fakat kitabı bitirdiğim an deli gibi bir pişmanlık duydum. Joseph'ın buraya ilk gelişi değildi. Eğer kitaplarından haberim olsaydı doğrusu bu kitabından haberim olsaydı önceden okurdum ve yüz yüze konuşma imkânımız yaratılmışken ona işkence sahnelerini nasıl bu kadar çarpıcı yazabildiğini sorardım ve daha birkaç şeyi. Ona kitaplarını okumak istiyorum dediğimde Türkçeye çevrilmesinin yasak olduğunu söylemişti. Yarım saat sonra ona, gitmesine yakın bir zamanda "Artık hayallerimden biri büyüyünce kitaplarını Kürtçeye ve Türkçeye çevirmek." dedim. Tebessüm etti. "Yasak. Yasak ama yapabilmeni isterim." dedi. Buraya sonraki gelişinde ona soracak bir sürü sorum var... Umarım sorma fırsatı elde ederim.
Yaralı Dostlarımıza
Yaralı DostlarımızaJoseph Andras · İthaki Yayınları · 202256 okunma
·
64 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.