Serhat Akdeniz yazdı...
EFELYA ROMAN İNCELEME
Bugüne kadar belki kimse bu kadar iyi anlatamadı diye başlamak istiyorum. Adına "aşk" dediğimiz bu "ruhsarı yangın telepatiyi".
Okumaya başlayıp biraz ilerlediğinizde "abanoz ağacını delmeye çalışan bir ağaçkakan" gibi nefesinizi kesecek. Roman'ın Shakespeare'i sayılan Balzac'ın hiç yayınlanmamış bir eserini okuyormuş hissi saracak zihninizi.
Ferhat ile Elif'in nam-ı diğer Efelya'nın hikâyesi. Aşkın; insan hangi ortamda, hangi toplum şartlarında yaşarsa yaşasın doyurulamaz ve önlenemez baş kaldırısı... Efelya; kazanılmış maddi-manevi tüm statü ve hazların insana yetmediğinin, dahası yetmeyeceğinin, aşkın dünyadaki en büyük hazine en değerli ziynet olduğu gerçekliğinin romanı değil; filmi... Ki o kadar görülür o kadar gerçeksi... Üzeri örtülmüş ve bastırılmış, uyutularak unutulmaya çalışılan duyguların bir zaman sonra feryat figan hayat yorganına isyanı. Aşk hariç, hayatını ihtiyaca göre kurmuş her şeye sahip bir Elif ve aşk hariç hayatı bir hiç olarak gören Ferhat... "Dar alanda kısa paslaşmalarla" başlayan geniş soluklu uzun metrajlı postmodern bir film...
Şuna çok eminim ki kitabı okuduğunda t'elif hakkı -yeterince- ödenmemiş birçok kadın; "benim göbek adım zaten Elif'tir!" diyecek ve parfümlerle saklamaya çalıştığı o naftalin kokulu gerçeklik, en azından bir kaç günlüğüne gömüldüğü sandıktan çıkıp mızıkçı bir çocuk gibi, ütüsüz, somurtuk bir suratla yok yere huzursuzluk çıkartacak; geçmişi çengele asıp uzun uzun izleyecek... Belki birkaç gün küsüp darılacak, yemek yemeyecek... Erkek parfümlerinin odundan yapıldığını öğrenen ben gibi bir çok er kişi de ufak tefek açık kahverengi kaçamaklarına uzaktan gülücük sallayacak, kendi cesaretlerini -ya da tam tersi- Ferhat'la tartıya koyacaktır.
Yazarın dile hakimiyeti, bağlantılar arasında kurduğu esaslı köprüler ve gözlem yeteneğini üst perdeden aktarmasını sağlayan yeni yıkanmış bembeyaz çamaşırlar gibi dupduru bir Türkçe...
Bahsettiğim gözlem yeteneği akıcı bir dille birleşince Gobi Çölü gibi uçsuz bucaksız tasvir ve betimleme kabiliyetini önümüze seriyor. Yazar, kâh Rembrand'ın Betşeba'sını resmetmesi kâh Eco'nun büyüleyici anlatımıyla okurunu zehirlemesi gibi, aşkın her şeyden elzem bir ihtiyaç ve "tenden" önce bir " tin" ilişkisi olduğu gerçeğini hücre hücre hissettiriyor bize. Geleneksel toplum sentezi içinde karartılan "günü kurtarma"ya dönüşmüş acıtan alışkanlıklar, içsel isyanlar, kırıklıklar, kopukluklar ve bu kalenin burçlarına kendi bayrağını asmadığı müddetçe yaşananları eziyet, hatta esaret sayan ruhlar...
Yazarın bir erkek olarak uzaktan şeffaf ve narin görünen fakat göründüğünden bin misli kalın duvarları olan kadınların "ruh haremi"ne nasıl bu kadar ezbere girebildiğine, o ummansı deryada nasıl bazeb serbest, arada bir kurbağalama yüzdüğüne hem şaşıracak hem de şahit olacaksınız benim gibi.
Okudukça, artık yeterince "olgunlaştı" diye gereksiz ve yersiz baş tacı "Top" ettiğimiz edebi sancak ödülleri verdiğimiz birçok kişinin aslında birer "ölgün leş" olduğunu da fark edebilirsiniz belki.
Efelya, elbette bence okunması gereken bir kitap. Binboğa'nın Efelya'sı, geçmişi şiirle dolu bir yazarın ara sıra metne serpiştirdiği "gerçek aşk" şiirler, muazzam monolog ve tasvirleriyle aşkın en demli, en kutsal hâlini yüreklere seren, yazan değil, iliklerimize dek hissettiren yaşatan örnek bir eser. Özellikle bölüm başlarına iliştirilmiş ufacık replikler bile başlı başına bir değer;
"iki dal sardunya olsak bir pencerede
güneş emzirse bizi, annem su verse"
Velhasıl ilk roman denemesi olmasına rağmen böylesi donanımlı bir eseri edebiyatımıza kattığı için Mehmet Binboğa 'yı tebrik ediyor kucak dolusu teşekkürlerimi yolluyorum. Daha nicelerinde buluşmak üzere.
S.Akdeniz
.