Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Onu sekiz geçtiğinde
Pardon saat kaç diye sordum yanımda otobüs bekleyen kadına. Onu on geçiyor dedi. Teşekkürler dedim.  Arkamı dönüp omzuma çapraz olarak taktığım çantamdan telefonumu çıkarıp çaktırmadan saate baktım. Hayır onu on geçmiyordu. Onu sekiz geçiyordu. On demek sekiz demekten daha mı kolaydı? Neden hep sayıları yuvarlayarak söyleriz ki? Altı geçseydi beş mi diyecekti?  Belki de kadının telefonu iki dakika ilerdedir diye düşündüm. Belki de ben zamanın gerisindeydim. Olamaz mı?  Hayır, kendimi kandırmaya çalışıyorum. Kadının beni geçiştirmeye çalıştığını, sorduğum saati söylerken bile ne büyük cefalar çektiğini yüzündeki sıkılmışlıktan anlayabiliyordum. Sohbet etmek için yanlış kişiyi seçtiğimi anladım. Belki de tanımadığım bir kadına saati sormak yerine tanımadığım bir adama sorsaydım sekiz geçtiğini söylerdi. Yalan söylemeye itmiştim kadını. Ya da belki saati sormak yerine bir teyzeyi beklemeliydim. Elinde pazar çantasıyla hangi pazara gittiğini sorardım. O da bana evli misin bekar mısın kızım yaşın kaç diye sorardı muhtemelen. Birlikte pazar alışverişine çıkardık dönüşte de torunuyla beni istemeye gelirlerdi. Tabi ya herkes çok meraklıydı bana. Ne medeni halimi merak edecek teyze vardı ne de yeni bir aşk yaşayacağım bir adam. Yine de pes etmedim. Bu otobüs de nerede kaldı ya diyerek kendi kendime havaya söylendim. Ola ki belki üstüne alınır bir şeyler söylerdi. İşe yaramıştı. Hangi otobüsü bekliyorsunuz dedi. B-53 dedim. O az önce gitti dedi. Hadi ya dedim üzülmüş gibi yaparak.  Aslında otobüs gelse de olurdu gelmese de. Ben beklemeyi seviyordum. Derse daha çok vardı. Kadının beklediği otobüs geldi. İyi günler dedi. İyi günler dedim. Giderken görüşürüz demek isterdim. Ancak sadece iki cümle kelam etmiş birine görüşürüz denilmezdi. Ben de diyemedim. Olsun belki yine aynı durakta onu sekiz geçe karşılaşırız. Bu sefer o bana saati sorar belki de. Biriyle amaçlı tanışma planım işe yaramamıştı. Çocukken arkadaş olmak ne kolaydı. Ben yine de pek beceremezdim gerçi. Ya biri gelir benle arkadaş olmak isterdi ya da annem elimden tutar çocukların arasına beni bırakır hadi birlikte oynayın derdi. Çok arkadaşım vardı. İlkokuldaki Büşra'yı hiç unutmam. Sadece benim yanım boştu. En arka sıradaydım. İlk gün çok ağlamıştı. Annesi okul bitene kadar beklemişti Büşra'yı. Sonraki günler ise biz Büşra'yla beklemeyi öğrenmiştik. Zil çalar çalmaz okul kapısının ordaki yüksek kaldırıma çıkar okulun dağılmasını beklerdik. En son çıkan biz olurduk. Bu yaptığımızla da ilginç bir şekilde gurur duyardık. İbrahim Tatlıses'in mezun olduğu ilkokulda okumuştum. Urfa'da Oxford vardı da ben mi gitmemiştim. Hah B-53 geldi. İçeri tıklım tıklım yine. Ön koltukta oturan başörtülü kızın eşarbındaki iğnesi düşmek üzereydi. Hah tam da bunu merak ediyordum işte. İğne atsam yere düşer miydi acep? Düşmeden birimize batar mıydı? Gözüm kızın ignesindeydi. İçimden iğneye hadi düş diyerek yalvarıyordum. Şoför arkalara doğru ilerleyelim dedi. Ama kızın eşarbındaki iğnenin düşmesini beklemek daha heyecan vericiydi.  Bu sözün doğruluğunu test edecek fırsatı bulmuşken arkalara ilerleyemezdim. Bu deneyin kendiliğinden gerçekleşmesini beklemekte karar kıldım. Derken kız kafasına baktığımı gördü. Kibarca gülümsedim. O da mecburiyetten ben gülümsedim diye gülümsedi. Eşarbıyla oynamaya başladı ve düşmek üzere olan iğnesini tekrar eşarbına batırdı. Üzüntüden kahroldum. Şoför tekrar kapı önünde beklemeliyim arkalara ilerleyelim diye seslendi. Başka şansım kalmadı. Arkalara ilerledim. Üniversitenin kapısından girerken öğrenci kimliğimi gösterdim güvenliğe. Aşk olsun abi her gün gelip gidiyorum daha beni tanıyamiyor musun diye sitem etmek geldi içimden. Ben ilerlerken arkamdan gelen kız öğrenci kimliğini evde unuttuğu için almadı güvenlik. Kırtasiyeye gidip öğrenci belgesini çıkartmasını söyledi. Kız dönüp giderken sitemlerim durmuyordu. Sakince sınıfıma gittim. En arka sıraya kuruldum. Profesorler doçentler dersi anlatip çıktılar. Evde kendim daha iyi öğrenebileceğim hissine kapıldım. Boşuna geldiğimi düşündüm. Ama yok yazilmamak için sınıfta var olmalıydım. Öyle de yaptım.  Yolu uzattım. Yürüyüş yoluna çıkıp manzarayı seyrederek yavaş adımlarla yürüdüm. En son ben çıktım. Yanımda Büşra yoktu. Üniversitenin kapısına tırmanıp "hadi sen de geç" "hadi güle güle yine bekleriz" diye insanları uğurlamak istedim. Böyle yaptığımda güvenliğin şaşkın suratını hayal ettim. Eve vardığımda Instagram'dan bir bildirim aldım. Hiç bir paylaşımım olmamasına rağmen biri mesaj atmıştı. Mesaj atan kişi her gün üniversite kapısının önünde kimliklerimize bakan guvenlikti. Duvarında security yaziyordu. Havalı olduğunu düşündüğü uniformasiyla gözlüklerini takmış bir fotoğraf paylaşmıştı. Mesaj da şu yazıyordu: Selam. Tanışabilir miyiz? Cevap vermedim. Engelledim. Akşam saat onu sekiz geçe yatağa geçtim. Gözlerimi kapattım. Uyandigimda telefonuma baktım. Sabah onu sekiz geçiyordu. Artık bekleyecek bir otobüsüm yoktu. Üniversite kapıları sonsuzluğa açılıyordu. Düzenli olarak otobüse binmek zorunda olan 30 yaş üstü insanlar öğrenci indiriminden yararlanmak için üniversiteye kaydoluyordu. Bense bu indirimden yararlanmaya bile gerek duymadigim için ikinci üniversitemi okumayı düşünmüyordum. Çünkü artık otobüs beklemiyordum ve biyolojik saatim her gün beni onu sekiz geçtiğinde kendiliğinden uyandırıyordu.
·
123 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.