Gönderi

MODERN HAYATIN GÖLGESİNDE KAYBOLUŞUMUZ Şehir hayatından sıkılıp köylerde yaşamak isteyen insan sayısı giderek artıyor. İnsan ilişkilerinin sığlığı, kalabalık içindeki yalnızlık duygusu, evcil bir hayvana dahi bakmanın zahmeti, yarım saatlik bir işiniz için bile tüm gününüzün trafikte geçmesi gibi bir çok negatif nedenler, gittikçe metropollerden soğutuyor insanları. Dünyanın neresine giderseniz gidin, nüfusa paralel bir hizmet sektörü çeşidi vardır. Zaten insan kalabalığı aynı zamanda piyasadır, tribündür. Metropoller, insanları en çok da psikolojik savaşın içinde bıraktı. Hep bir tetikte olma gardı, hep kalesini kollayan bir kaleci misali gibi. İster istemez domino etkisiyle içine girilen bu pragmatik yaşam biçimi, insanlara yaşadığını hissedememe duygusunu farkettirdi. Öküz altında buzağı aramak zorunda kalmamak duygusunu ve güveni özledi insanlar. Gittikçe, atadan, dededen kalma evler, kusursuz olmaya çalışmayan samimiyet aranır oldu. Farkında mısınız bilmem ama nostalji dahi bir samimiyet arayışı iken, bu bile bir trend hâline dönüştü. Artık insanlar bir çok şeyi, eksikliğini hissettiği duyguları dahi trendlerle farkediyor. Köy yerlerinden arsa alıp, bol oksijenli bir hayat, hatta hayvansal gübre kokusu bile bir yuva sıcaklığı anlamına gelmeye başladı. Öyle zannediyorum ki gübre kokusunu parfüm kokusuna tercih eden bir sürü şehir hayatından nefret etmiş insan vardır. Bir dekorasyon ve geri dönüşüm sayfası düşüyor ana sayfama. Eskitme yöntemi kullanarak yepyeni bir dolabı boyamışlar. Ve müthiş sayıda beğeni ve yorum almış. İnsanlar neden bunu yapıyor? Neden parası en âlâsından kullanışlı modern eşyaları almaya yetiyorken, bunlara ihtiyaç duyuyor? Çünkü eskiden eşya bile değerliydi, şimdi insanlar bile birbiri için herhangi biri. Gözlerinin içi gülümseyerek bir "merhaba, selamünaleyküm, nasılsınız iyi misiniz" sorusu ve muhabbetinden bile mahrum artık insanlar. Yaralanmamak için giydiği zırhlar, yarası mikrop kapmasın diye kuşandığı maskeler ağırlık yapıyor. Özüne dönmek istiyor insanlar. İnsanların, eşyadan daha değerli olduğu zamanlara. Hiç artistik olmayan, günlük rutin insan ilişkilerinin içindeki huzuru, 'acaba kazıklanır mıyım' endişesizliğini özlüyorlar. Yepyeni ve kusursuz mekânlar, eşyalar güzel; ama samimiyetten, duygudan uzak birer nesne gibiler sâdece. Oysa eski bir köy evindeki sâde ve boyası aşınmış bir gömme dolapta kimbilir neler sakladınız. Boyası aşınmış bir kapıdan kimbilir kaç kez ve hangi duygularla girip çıktınız. Eskimişlik, biraz da yaşanmışlık duygusunu yaşatır yeniden. Artık eşyaları, bile bile eskitmek istiyor insanlar; yeninin tecrübesizliğini ve henüz bir anlam kazanamamışlığını perdelemek için. Modern yaşamın kurtlar sofrası, yaralanmamak için; sevmeyi, güvenmeyi unutturdu. Bedeninini yapay, endüstriyel ürünlerle doyururken, ruhu gittikçe acıkır oldu. Bir şeyin sizi mutlu etmesi için, bir anlamı olmalı. Çocukluğunuzun geçtiği bir köy, kasaba veya bir kenar mahallede küçücük şeylerle bile mutlu olduğunuz o günleri, sık sık düşünmeye başlarsınız. İnsanı mutlu eden, ihtiyacından fazlasına sahip olmak değil, ihtiyacı olan şeye sahip olmaktır. Yani değer vereceği miktarda olan her şeye. Hayatımızda bir çok şey çok fazla artık ve bir çok şey çok azaldı; belki de tükendi. Yaşadığını hissetmeyen bu insanlar; çılgınca tüketim yarışına girerek; özledikleri şeyi ötelemeye çalışıyor. Hayatının anlamsızlığını, ruhunun üşümüşlüğünü yeni moda olmuş trendlerle uyuşturmaya çalışarak! Ve sevmek hiçbir zaman moda olamadı, çünkü dükkanı yoktu. Pelin Göktaş
·
68 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.