Gönderi

Günümüz çocuk edebiyatı üzerine
On dokuzuncu yüzyılın ortalarında kağıt bi­raz ucuzlayıp çocuklarda okuryazarlık oranları hızla yükselince, çocuk edebiyatı da çocuk­ların gerçekten ne istediğini dikkate almaya başladı. Peri masallarının insanı içine çeken açlığı dizginlerinden boşalıp, geliştirilen yeni matbaalarla bir araya gelince çocuk roman­larının önü açıldı. Çocuklar için tasarlanmış öyküler okulların ve kilisedeki vaiz kürsüsü­nün boyunduruğundan kurtuldu ve çocuk kitaplarının İlk Altın Çağı başladı. Lewis Carroll, Rudyard Kipling, J. M. Barrie ve E. Nesbit ana babaları öldürdüler ya da terk etti­ ler; Harikalar Diyarı'na düşerken veya Düşler Ülkesi'ne uçarken onları geride bıraktılar ve böylece çocuğu yetişkin dünyasının tahakkü­münden kurtardılar. Bu değişim bomba etkisi yaratmış olsa gerek. Öyküler Diyarı'nda hü­küm süren başıboş, öksüz yetim çocuklar bir macera için gerekli kaos ortamını yaratıyorlar­dı. Daha da büyük ve vahşi deneyimler vaat eden öykülerdi bunlar; olası olanın sınırlarını zorlayan öyküler. İşte tam bu noktada çocukların, diğer in­sanlardan daha tadı ya da munis veya daha basit yahut sevimli olduğu görüşü terk edildi, keza bütün mantık yetişkin mantığı olmak zorundadır görüşü de. Bir çocuk olarak, ço­cukların tatlı varlıklar olduğuna ilişkin yanıl­samalarım yoktu. Kendi öfkeli yüreğimden de biliyordum ki çocuklar çirkin, vahşi ve kısay­dılar. Aksi görüşü bir kenara bırakan çocuk kitapları kendi kurallarına göre oynamaya başlayınca, yetişkin işi kitapların sulandırılmış biçimleri olmaktan çıkıp, kendi geleneğini oluşturan sanat eserlerine dönüşmeye başladı. Ve bu gelenek devam etti. İlk kez 1902'de görünen Peter Pan ile başlayan ("ve çocuk­ lar mutlu, masum ve kalpsiz oldukça bu böyle sürüp gidecek"); 1934'te aman vermez, akıl ermez sihirli güçler taşıyan Mary Poppins ("Mary Poppins asla bir şey açıklamaz") ile devam eden, anarşik ve gerçeküstü bir man­tığı olan Vahşi Şeyler Ülkesinde (1963) ve kaplanın "musluktaki bütün suyu içip bitir­diği" Çaya Gelen Kaplan (1968) kitaplarına uzanan bir soyağacı çıkarabilirsiniz. Qudith Kerr ile tanışmıştım. Anlattığına göre yayın­ cılardan biri, "musluktaki suyu içip bitirmek" imkansız olduğu ve imkansızlığın çocukların kafasını bulandıracağından korktukları için bu ifadeyi kitaptan çıkarmak istemiş. Kerr iyi ki kabul etmemiş.) Ve Roald Dahl, Frank Cottrell-Boyce ve Lissa Evans'ın ardından, adını henüz duymadığımız biri, bir yerlerde, hepimizi tepeden tırnağa sarsacak bir öykü yazıyor. Soyağacı büyümeye devam ediyor. Günü­müzde çocuk edebiyatı hala peri masallarının o eski karakteristik özelliğiyle, adalete duyu­lan güçlü istekle dolu: Sandık kapağı kötü kalpli üvey annenin kellesini uçurur, Philip Pullman'ın Kehribar Dürbün (2000) kita­bındaki Bayan Coulter ise evrenin dokusun­daki delikten sonsuzluğa düşer. Ve adalete duyulan gereksinimle yakından bağlantılı bir başka durum da, kötülüğü cezasız bırakma­ yan daha mutlu bir son, yani mucizedir. Bil­mekten bitkin düşmenin ödüllendirildiği bir dünyada çocuk edebiyatı her şeye saf ve doğal bir hayret ve hayranlıkla bakar. Annesinin ya­zıları Hitler tarafından yasaklanınca, 1934'te Viyana'ya kaçan Eva Ibbotson'ın eserlerinde çıplak varoluş gerçeğine duyulan aleni bir şaş­kınlık okunur. journey to the River Sea [Nehir Denizi'ne Yolculuk] (2001), diğer kurgu tür­lerinin belki de gerçekleşmesine izin vereme­yeceği kadar çekingen olduğu bir tür mucize barındırır. Yani hayret etmek, açlığı ve adalete duyulan güçlü özlemi hissetmek istiyorsanız, ahırdaki yaşlı savaş atının kalbini yerinden oy­natmak için yüzünüzü döneceğiniz yer çocuk edebiyatı olacaktır.
Sayfa 34 - Domingo
·
51 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.