Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Mezara doğru yürürken, rüzgar pelerinini hafifçe omuzlarından aldı ve yere düşürdü. Umursamadan, sevdiğini gömdüğü toprak üzerinde büyüyen o garip ağaçtan gözlerini ayırmadan mezara doğru yürümeye devam etti. Ağacın yanına geldiğinde hasretle elini kaldırdı, dokunmak istedi lakin ellerindeki kanı, lekeleri fark etti ve dokunmaktan hayâ etti. Küskün bir çocuk gibi ağacın dibine oturdu. Sırtını ağaca verdi. Başını dizlerinin arasına aldı ve o kirli kollarla kendisini sardı. Düşmanlarının kanını dökmeye başladığında ufak ufak kirlenmişti elleri. Mezarda yatan merhûme durumu fark edince sıkı sıkı tutmuştu o elleri. Hıçkıra hıçkıra, titreye titreye ağlayıp göz yaşlarıyla yıkamıştı... Yaratıcı onun kalbindeki üzüntünün ve göz yaşlarının hatrına affetmişti kendisini ve ellerini temizlemişti... Şimdiyse dans eden kara alevleri andırır gibi dirseklerine kadar kirlenmişti elleri. Ağlamak istedi ama ağlayamadı... Varoluşa ve yok etmeye dair bir çok kudret kendisinde olsada yapamadı... Yorgun bir şekilde kafasını kaldırdı ve ağacın pürüzsüz kabuğuna dayadı. Milyarlarca boyut ve evren görmüştü ancak bu ağacın bir benzerini hiç görmemişti. Sanki "onu" unutması mümkünmüş gibi Yaratıcı o ağacı sevdiğine benzeyen şekilde büyütmüştü. Gövdesi onun teni gibi bembeyaz ve pürüzsüzdü. Onun gözlerindeki ayni maviyi taşıyan damarla süslenmişti. Yaprakları onun saçları gibi gür ve gece rengindeydi ve yine onun saçlarındaki yıldızları anımsatan ufak gümüşten benekleri vardı. Eli yok edilmesi mümkün olmayan vücudundaki o tek yaraya; boynunun sol tarafına gitti. Yaranın üzerinde hafifçe ve istemsizce gezdi. O yarayı bırakan sevgilisinin elini aradı... aradı... aradı... Ama Bulamadı... Aynı şeyi defalarca denemişti; hiç bir zaman da bulamamıştı. Şaşırmışcasına hafifçe kafasını ağca vurdu ve tekrar usulca başını ağaca yasladı. Cebinden bir sigara çıkardı. Usulca dudaklarına götürdü. Diğer elini sigaraya doğru yaklaştırdı ve bekledi. Zihni onu şimdi kendisine sonsuzluk gibi uzak gelen geçmişine, ölümlü olduğu zamanlara götürdü. Hayal meyal hatırladığı doğru dürüst çevirisini bilmediği bir şiiri getirdi dudaklarına... Mezarında yatan sevdiğinin hiç duymadığı, zamanın toza dönüştüren, unufak eden tekerlerinin arasında milyarlarca hatta belki daha fazla yıllar önce kaybolmuş bir dilde konuşmaya başladı. "Unutmak istiyorum..." Dedi. Sadece kendisinin hükmedebildiği mavi ateş bir anda elini sardı ve varoluştaki en kudretli silahlardan biriyle sadece sigarasını yaktı... Derin bir nefes çekti ve devam etti. "Unutmak istiyorum; ki bir daha Kendi kendimden ayrılıp parçalanmayayım. Geceleri tek bir dilekle uyuyorum ben; Bir daha seni düşünmeyeyim bir daha seni anmayayım... Bu... Bu öyle bir dert öyle bir gam ki; Döndürür yüzlerce yıllık yoldan seni. Sabahlarda akşamlarda düşünürüm ki; Keşke bir daha hiç düşünmesem seni... Unutsada fikirde, hayalde yalnızca; Kalbinde unutmaz seven seveni. Ben kendi kendime ''Unut !!!'' dedikçe; Kendimi unutur da hatırlarım seni... ''Unuttum'' diyorum ancak ne fayda ! Ya aklımdan çıkmamışsın yada düşmüşsün aklıma... Aşkımın ateşini söndüremiyor... Öfkem sel gibi taşsada..." Bitirince "Bir ağaca şiir mi okudun sen?" Diye sordu kendine. Cevap vermeye fırsat bulamadan bir çiğ düştü omzuna ve sorusuna cevap vermesinin gereksiz olduğunu anladı. İzmariti uzağa doğru savurdu ve gidişini izledi. Her zaman izlerdi. Bakışları usulca belindeki kılıçlarına sonra ellerine kaydı. Suçunu kabul eden bir mahkum edasıyla mezarın yanından ayrıldı. Pelerinini alıp omzuna attı. Tehditkâr şekilde gökyüzüne baktı ve usulca fısıldadı " Ruhunu aramaktan vazgeçmeyeceğim...."
·
119 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.