Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"Sen Mustafa Kemal misin? Ölülerin intikamını alacak mısınız?"
O gün sabah erkenden artık bizim de şehri ve ecdadımızdan kalan evimizi terk etmemiz gerekiyordu. İki oğlum ile birer kat çamaşır biraz da yiyecek ekmek ne varsa kâğıt ve altın paralarımızı alıp komşunun terk etmiş olduğu at arabasına ait bir hayvan bulduk ve dolambaçlı yollardan ve Şakirpaşa'nın ilerisinden Tarsus şosesine çıktık. Fransız karakolunu geçtik. Tam Kähyaoğlu Çiftliği hizasına gelmiştik ki önümüze birisi abani, birisi kalpaklı ve birisi de beyaz sarıklı üç şahıs süvari olarak çıktı. Sordular, biz de bizim çetelerden olduğunu tahmin ettiğimiz için cevap verdik: "Ne yapalım, Ermenilerden kaçıyoruz. Evlerimizi, mallarımızı yağma ettiler, çetelerimize gidiyoruz." dedik. "Öyle ise ileride tehlike var, bizi Karahan'dan çeteler yolladı. Şu çiftlikte toplamp hep beraber sizleri götüreceğiz." dediler ve bizi çiftliğe doğru çevirdiler. Çiftlik içerisine girince oğullarımı ayırdılar. Bana: "Haydi bakalım paralan çıkar." dediler. Bunların sahte Müslüman olduklarını da burada öğrenmiş oldum." "Param yok!" deyince birisi silahın ucunda bulunan süngü ile ayağımın üzerine indirdi. Para şu ayakkabının içinde olsa gerek diye üstten giren süngü ayağının alından çıktı. Üzerimdeki paraları ve kolumdaki burmalarımı aldıktan sonra beni de içerideki Müslümanların yanına soktular. Demek bizim kafile sonuncuydu. Daha fazla beklemeden cinayetlerine başlamak üzere dışarıda hazırlıklarına devam ederlerken ben içeriye girince herkes ağlamaya, feryat etmeye ve "Evlatlarımızı öldürdüler" diye bağırmaya başladı. Benden önce büyük ahıra topladıkları Türkler "Neler oluyor?" diye başına toplandılar. "Aman bunlar Müsliman değil, Ermenidirler, bizi öldürecekler." deyince feryatlar yeniden başladı ve ortalık ana-baba gününe döndü. Bir tanesi dinelerek ortaya bez gibi bir şey serdi. "Haydi durmayın, üzerinizdeki ve kollarınızdaki altınları buraya atın, acele işimiz var." emrini verdi. Benim esasen param alınmış, yaralı bir kadın olmam hasebiyle arka tarafta bir duvarın kenarına çekilmiş feryat ediyordum. Manzara çok feci idi. Paraları, burmaları tamamen soyduktan sonra genç kadın ve kızları ayırdılar. Başka odaya götürdüler. Kapıda yine iki nöbetçi bekliyordu. Ağlama ve yalvarma seslerinin dışında gidenlerin feryat ve figånlarını da işitiyorduk. Bir kısmı ırzlarına tecavüz olmadan, bir kısmı tecavüzden sonra hepsini şehit eden caniler tekrar odamıza geldi. Kadınların kucaklarındaki ufak yavruları alıp duvarlara çarpıyorlardı. Sanki hangi çocuğu daha hızlı bir biçimde duvara vurabileceklerini tecrübe ediyorlardı. Arkada yanında bulunan 11-12 yaşlarındaki ismini bilmediğim bir kız çocuğu ocak içerisinde saklandı. İşlerini tez bitirmek ve bir an evvel kaçmak isteyen caniler ölüm faaliyetlerine başladılar. Canilerin on kişiden fazla olduklarını görebildim. Bunlar, süngülerini erkek, kadın, genç, ihtiyar, çocuk demeyip rastgele vuruyor ve odada ölüm saçıyorlardı. Canilerin gözlerini kırpmadan süngüyle öldürme işi devam ederken sıra bana ve yanımda baygın yatan biri kız, biri erkek çocuğu ile ocak içerisine saklanan kız çocuğuna gelmişti. Bu anları ve bu manzarayı hiç unutmayacağım ve Allah duşmanıma da görmeyi nasip etmesin. Bu sırada dışarıdan silah sesleri geldi. Caniler silâh seslerine şaştılar. Hiç beklemedikleri bu durum ne idi? Bu defa giderayak mavzerlerinden ateş kusmaya başladılar. Ölmemişlere ve hatta ölmüşlere dahi bir taraftan ateş yağdırırlarken bir taraftan da odayı terk ediyorlardı. Giderayak bu faciadan odada benden başka canlı ve büyük kimse kalmamış idi. İki çocuğu ellerinden tuttum, ocaktaki kız da çıktı, parçalanmış ölü çocukların, süngülenmiş erkek ve kadınların cesetleri arasından çiftlik avlusuna çocuklarla beraber çıktım. Daha önce kız ve genç kadınları götürüp tecavüzden sonra öldürdükleri bitişikteki odanın önünde "Yavrum, babam, kardeşim" diyerek inleyenlerin seslerini duydum. Son nefeslerini böyle veriyorlardı..." Avluya çıkım. Canilerden kimse yok. Kollarını bağlarken gördüğüm ve öldürdüklerine kani bulunduğum Hüseyin ve Yakup ismindeki iki oğlumu karşımda görünce biraz kalmış olan aklımı büsbütün oynattım. Büyük oğlum Hüseyin işin farkına vardı, beni kucakladı: "Ana korkma. Benim, Hüseyinim." dedi. Meğer oğullarım benden sonra Ermenilere "Bizim asıl paramız şu yol kenarındaki arabamızda, gidelim, getirelim." diye kollarını çözdürmüşler ve arabaya varınca canilerin gafletinden ve ümit etmediklerinden bilistifade süratle yolun öbür tarafına geçip istasyonu hedef alarak kaçmaya başlamışlar. Caniler arkalarından birkaç el silâh atmışlarsa da hayvanlarını çiftlikte bıraktıkları ve vakit kaybetmeye de zamanları müsait olmadığı için piyade arkalarından gidememişler. Oğullarım da Dikili'ye kadar varmış. Buradan iki silahlı kişiyle dönmeye muvaffak olmuşlar ve ateş edenler de bu beraberinde getirdikleri silahlı çeteler imiş. Ağladı ama gözlerinde yaş kalmamıştı. Bir daha ağladı, tekrar durdu. Beybaba'ya hitap etti: "Ben sağ mıyım, burası Cennet mi? Sen Mustafa Kemal misin?" Tekrar durdu. "Ölülerin intikamını alacak mısınız?" dedi. Fatma Hanım bu kadar ifade verebildi. Ayrıca burada şehit olanların yetmiş kişiden fazla olduğunu tahmin ettiğini söyledi. İşte Kahyaoğlu Çiftliği bu tarihten sonra Şehitlik unvanı aldı. NOT: Buradaki şehitler, akraba ve yakınları ve köylüleri tarafından kafile kafile Dikili'ye götürülerek defnedilmiş olduğundan şehit adedi kesin olarak tespit edilememiştir. Sonradan yapılan hesaplara göre yetmiş üç ila yetmiş sekiz şehidimizin burada ruhları dolaşmaktadır. Çukurova ve Toros çocuklarına "Biz şehit olduk, vatan kurtuldu, sizler yalnız bu günleri unutmayınız." diyorlar."
··
106 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.