Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

80 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Osmanlı İmparatorluğu’nun son safhasındaki mühim mütefekkirlerimizden birisi olan Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, aynı zamanda, gerek babasının konsolos olmasından (“şehben-der” konsolos demektir) gerekse de sık sık sürgün hayatı yaşamasından ötürü, farklı ve yenilip yutulması zor fikirlere açık bir zâttır. Kendisini daha ziyade A’mâk-ı Hayâl adlı felsefî/tasavvufî romanıyla ve maddeciliği tenkit etmesiyle tanıyoruz. Bu kitapta ise Ahmed Hilmi’nin yukarıda sıraladığım iki veçhesi bir araya geliyor. Asıl ismi (Osmanlı Türkçesi ile) Ulûm-ı Garîbe ve İspritizma olan bu eser, daha önce defalarca gazete ve mecmualarda yazılar kaleme alan Ahmed Hilmi’nin Şehbal mecmuasında 28 Haziran 1910 ile 14 Şubat 1911 arasında 10 sayı boyunca tefrika edilen “Eski Fikirler, Yeni Şekiller: Ulûm-ı Garîbe ve İspritizma” adlı yazılarının bir araya getirilmesiyle kitaplaştırılmış. Devamı geleceği zikredilmiş olsa da netice günümüze ulaşan matbuat bunlardan ibaret diye belirtiyor kitabı yayına hazırlayan kişi. Kitap 5 mebhastan (bölümden) oluşuyor. Bu bölümlerde, Ahmed Hilmi’nin maddeci ulemâyı (otoriteleri, bilim insanlarını vs.) eleştirmesine, kendi fikirlerini izâh etmesine ve bu silsile-i izâhâtının içinin boş olmadığını, müşâhede ettiği (ve kulağına çalınan) hâdiselerle gerekçelendirmesine tanıklık ediyoruz. Bahsi geçen hâdiselerin bilhassa Fizan (Libya) ve Beyrut’ta (Lübnan) tezahür ettiğini belirtmekte yarar var. Bu bakımdan kitabımız hâtırat niteliği de taşımaktadır dememiz doğru olacaktır. Hatta, yayına hazırlayan kişinin belirttiği üzere, A’mâk-ı Hayâl’deki Râci karakteri Ahmed Hilmi’nin (bu kitaptaki) şahitlikleriyle önemli paralellikler taşıyormuş, diğer kitabı okumadığım için yorum yapamayacağım. Şimdi, ne kadar güdük kalacak da olsa bu bölümlerde neler anlatıldığına nâçizane değinmek istiyorum. Bugün, sağduyunun savunucusu olarak yücelttiğimiz bilim otoriteleri “ruh” meselesine bir açıklık kazandırabilmiş değildir. Din ulemâsının meseleyi basite indirgeyerek açıklaması ve ucuz bir tasnife sığınması da bahsi geçen otoritelere koz veriyor haliyle. Fakat iki kesime de mensup olmayan “ruhçular” (spiritists) olaya tamamiyle farklı yaklaşıyor. Para kazanma uğruna insanların merakından faydalanan şarlatanlar bir yana, ruhçu dediğimiz kimseler, ruh fenomenini hakkını vererek izaha girişen ve türlü tatbikâtla bugün “paranormal/parapsikolojik deneyimler” dediğimiz durumları tetkik ve tahkik edenlerdir. Kitapta da bu gibi kimselere ve de müstakil bir şekilde ruhsal birtakım vasıflar edinmişlere kulak veriyor yazarımız; yukarıda açıkladığım din-bilim ikiliğinin konuya tatmin edici bir cevap verememesi hasebiyle. Garip ilimlerin beşiği olan Şark’ın orta çağ muamelesi gördüğü gerçeği ve ruh bahsini ele alanların epey azalmasının yanısıra bilinenlerin çoğunun dolandırıcıdan öte olmaması, Ahmed Hilmi’nin ilk zamanlarındaki din ve bilim kutbuna sıcak bakmayan ama bir “üçüncü yol” arayan kuşkucu tarafının esas dinamiğini oluşturuyordu. Ruh çağırma (davet-i ervâh), büyü ve sihir gibi tevâtürler kulağına sık sık çalınsa da tıpkı pek çoğumuz gibi bunlara kulak asmamıştı. Onu, böyle pratiklerin yer aldığı ve üçüncü yol diyebileceğimiz zihniyet sahasına iten şey, kitabın ekserisini teşkil eden hâdiselere tanıklığı olacaktır. Otobiyografik öğelerin ağır bastığı kitabın bu bölümleri ikinci mebhastan başlıyor ve son sayfaya kadar bize eşlik ediyor. Bahsi geçen kısımlarda ruhçu diyebileceğimiz birtakım şahıslarla Ahmed Hilmi’nin nasıl/ne şekilde temasa geçtiğini ve falcı, derviş, godya (zenci falcı), medyum vb. ruhî birtakım kâbiliyetlere sahip zevât ile olan münasebâtını okuyoruz. Şu bilgilendirmeyi yapmam mühim sanırım: kitaptaki “garîp” diye nitelenen (günümüzde paranormal dediğimiz) vakaların bir kısmına Ahmed Hilmi bizzat şahit olmuş, geri kalanları ise ona anlatılanlardan müteşekkil. Lâkin, onun kuşkucu yanının yerini ruhun mevcûdiyetine kat’i surette itikada bırakması, başından geçen olaylar sonucu oluyor; özellikle de 1889-1890 yıllarında Beyrut’ta yaşadıkları. Ne bu kırılma noktasına ne de devamında yaşananlara değinmek gibi bir niyetim yok, zirâ bu okuma zevkinizi yerle bir edebilir. Sadece, ikinci bölümden son sayfaya kadar belki daha önce hiç işitmediğiniz ve akılla idrâk edilmesi güç şeyler okuyacağınızı söylemem kâfi olur diye düşünüyorum. Bu bakımdan, bu bölümleri okurken şartlanmışlıklarınızı ve belki de yeri geldiğinde tüm inanç sisteminizi devre dışı bırakmanız gerekebilir. Uyarmadı demeyin. Son olarak, birkaç yorumda bulunup incelemeyi nihayete erdireceğim. Yayınevi ve yayına hazırlayan kişi çok iyi bir iş çıkarmışlar. Tahmin ediyorum ki cumhuriyet döneminde el sürülmemiş bu mecmua bölümleri ilk defa latinize edilmiş, eğer böyleyse çok titiz bir çalışma çıkmış ortaya ve kitabın baskı kalitesi de son derece düzgün. Kitabın tek eksi yönü sanırım dili ile ilgili. Dipnota boğup sıkıcı bir okuma seyri olmaması adına birçok eski kelime açıklanmadan es geçilmiş. Kendi adıma bu kelimeleri tek tek sözlükten bulup irdeledim (ve çok zevk aldım bu araştırma sürecinde), fakat konuyla yakından ilgili olanlar için dahi bu detay bir pürüz çıkarabilir. Ne pahasına olursa olsun okurum diyenler için ise
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat
lugatı ve Luggat adlı site iyi birer yardımcı olur zannımca. Keyifli ve feyizli okumalar diliyorum…
Garip İlimler ve Ruh Çağırma
Garip İlimler ve Ruh ÇağırmaFilibeli Ahmed Hilmi · Büyüyenay Yayınları · 20231 okunma
··
1 artı 1'leme
·
290 görüntüleme
Muhammed Ali Ulupınar okurunun profil resmi
Maşallah kardeşim, güzel bir açıklama ortaya koymuşsun.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.