Gönderi

Sigarayı söndürdüm, odaya girdim. Gözüm karanlığa alışmıştı. Akrobatı açmama gerek yoktu. Zaten Müzeyyen, evde yoktu. Tek harekette bütün ışıkları yaktım. Ufaklığın odasına daldım, boştu. Göze görünebilecek, not bırakılabilecek her yere baktım. Bir daha, bir daha baktım. Telefonun yanındaki not defterine, not defterindeki yazılara, yazıların satır aralarına... Yoktu. “Ey güzel Allah’ım,” dedim, “sen beni koru.” Kimsenin beni koruyacak hali yoktu. Kafayı yemek için, üzerinde dönüp durmak ve dönüp durulan yeri oymak için bir tutunma noktası bile yoktu. Telefon çaldı, kaptım, “Müzeyyen...??” dedim. Cenaze marşı kılıklı bir müzik çalıyordu. Kapattım. Allah’ın sapıklarına ayıracak vaktim yoktu. Bir nefes çıktı içimden, sessizce. Ev inledi, eşyalar, pencereler, sokak, sokaktaki çöp dağı, dağı eşeleyen it çetesi, taş ve ahşap evler, sokak lambaları, ayak sesleri, sarhoşlar, evsizler, neonlar, gece yarısı, Roman mahallesi inledi. Ben mi sebep oldum?” diye düşündüm iniltilere. Yoksa millet inlemek için fırsat mı bekliyordu. Üstünde durmadım. “Tamam moruk,” dedi bir tarafım, “gösteri bitti.” Bittiğinden emin değildim. Boş bir çuval gibi yığıldım. İtler havladılar, fırladım pencereye. Sarhoşun teki çöplüğe işiyordu. Boş çuval halime geri döndüm. Bir ekip otosu geçti, motor sesinden tanıdım. Kafam çalışmaya başlamıştı. Dastin Hoffman geldi. O da oturdu. “Otistik, ot gibi oturmaktan mı gelir?” diye düşündüm. Abuk sabuk düşündüğümü düşündüm, kalktım, bütün ışıkları söndürdüm. Bir mum yaktım. Jak Danyel adlı bir şişeyi kaptım oturdum. İki tek attım sek, temiz. Ağır ağır sigara sarmaya koyuldum. Sarma işini uzattığımı fark ettim. Bozmadım kendimi. Bütün dikkatim parmak uçlarımdaydı. Sardığım tütün değildi, kâğıt da değildi. Kendimi, kendimle sarıyor, sarmalıyordum. Garip bir hafiflik gelmişti üstüme. Hem içimdeydi hem de ben onun içindeydim. Bıraktım kendimi, dibe indim. Saçlarım yüzeye yükseliyordu. Bin kollu, kıpır kıpır oynaşan bitkilerin memleketindeydim. Ağzımdan kabarcıklar çıkıyor, küçük balonlar olup gidiyorlardı. Bir balık gelip karşımda durdu. Bir cevap gibi durdu. Onu tanıyordum. Her şeyi bildiği için düşünmesine gerek olmayan balıktı bu. Yine de doğrulanmak istiyordum. İstek içimden geçerken henüz, balıktan bana bir his aktı ve “Evet,” dedi. An bile olmayan bir kısalıkta, sanki bendekiler ona, ondakiler bana geçmişti. Ağlamak istedim. Bunu başka biri istemiş gibi geldi. Ağlamadım. “Git,” dedim balığa, iter gibi değil, “sen git, ben geliyorum,” der gibi, gitmesi gerekiyormuş gibi. “Git,” dememe gerek yoktu. Kelimenin hissi geldiğinde o gitmişti. Sular çekildi.
·
62 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.